- Ama bir annenin çocuğuna olan aşkı bitmiyor değil mi?
- O biter mi? Hayatta başıma gelebilecek en güzel şeydi. Tanrının bir kadına verdiği en büyük hediye çocuğu.
- Nazlı sekiz yaşında değil mi? - Dokuza geldi. Çabuk büyüyorlar. Vitamin çocuğu bunlar. Direkt lise mezunu doğuyorlar. Çok bilinçliler. Zaten hayatı deneyimlemiş anne, babaların çocuklarının çoğunda bilinç düzeyi yüksek.
- Kendi şarkılarınızla mı büyüttünüz Nazlı'yı?
- Evet, ninni esnasında onları arzu etti. Yalancı Bahar'ı, Ayrılamam'ı çok sevdi. Özellikle sallarken çok söyledim. Tabii bizim bu taraflarımız çok bilinmiyor. Başka bir yerde yaşayan uzaylılar olarak görülüyoruz. Ama biz de çocuğumuzu ayağımızda sallıyoruz. Bizim de karnımız ağrıyor zaman zaman. Bu yüzden biz de uykusuz geçen, yorgun bir gecenin ertesi gününe denk gelebiliyoruz.
- Arkadaş mısınız kızınızla?
- Çok yakın arkadaşız, hatta hayattaki en yakın arkadaşım. En iyi sırdaşım.
KIRGINLIĞIN TEDAVİSİ YOK
- Bir ekiple çalışıyorsunuz. Ve bundan büyük mutluluk duyduğunuz belli oluyor. Eskiden kalma bir alışkanlık mı bu?
- Vokalistlik yaptığım dönemden beri bunu hep devam ettirdim. Öyle yetiştim, öyle gördüm. Onno Tunç'un orkestrasındaydım. Tabii ki doğal olarak biz müzisyenlerin birbirleriyle bağı kuvvetliydi. Her yere birlikte giderdik. Hayatımda önemli dönemlerdi. Kırılma noktalarıydı. O alışkanlık bende devam etti. Zaten alışkanlıklarından vazgeçmeyi seven biri değilim. Onları korumayı tercih ederim. Yakınlarıma sevgim saygım hep aynıdır. İlkokuldan, konservatuvarın ilk gününden beri görüştüğüm arkadaşlarım vardır.
- 13 yaşında çalışmaya başlamak dezavantaj dediniz ama izlediğiniz yol, kurduğunuz hayata baktığımızda doğru seçimleri yapabilmenizi erken yaşta olgunlaşmanız sağlamış olabilir mi?
- Ama kaybettiklerim adına da üzgünüm. Yani onlar ne? Hep böyle dik durmanın telaşı insanın omuzlarında bir apolet oluyor. Ve düzgün olmak, doğru olmak, önceden görebilmek, hep işinin getirdiği sorumlulukları bilmek... Bunları farkında olmadan yaşarken dönüp kaybettiğin gençliğine baktığında bazı şeyleri de yapamamışım, diyorsun. O yüzden çocuğuma "Ne istiyorsan yap kızım" diyorum. "Çocukluğuna doy, oyna zıpla..." Çünkü onlar hep çocuklukta kalan şeyler. Tekrar yapabilme şansın olmuyor. Ama bir yandan da bir şeyden mutluluk duyuyorum. Annesini erken kaybetmiş çocuk duygusu hep kaldı benimle. Büyüsen de o küçük kız çocuğu duygusu seninle birlikte yol alıyor. Ama yorucu ve travmatik bir 10 yıl geçirdiğim doğru.
- Şu anda istedikleriniz yapabilmenizde o dönemin payı var mı?
- Ama bir ömür geçmiş. Tekrar dünyaya gelsem şarkıcı olur muyum düşünürdüm. Elbette insanın hayattaki en büyük lüksü sevdiği işi yapmak. Ben sevdiğim işi yapıyorum ama meşakkatli tarafları çok fazla. Tanınmamış olmayı tercih ederdim örneğin. Yine çok takılmıyorum ama ne olursa olsun özgürlük alanlarında bir kısıtlama yaşıyorsun. O yüzden birçoğumuz yurtdışına gitmeyi tercih ediyoruz. Orada saçın dağınık, jean'in yırtık da olsa kimse dönüp seni fotoğraflamıyor. Burada yürürken fotoğrafını çekiliyor, altına da milyonlarca yorum hatta hakaret yazılabiliyor. Bunları görmezden gelip, yapanları Allah'a havale ediyorum. İnsanlar kendilerini sevmiyorlar ki beni sevsinler. Ben birine kötü bir şey söylesem bütün gece karnım ağrır, uyuyamam. Kırgınlığın tedavisi yok, çatlak su kaçırıyor işte.
SEN RAHAT OL KIZIM, BENİM CESEDİM BİLE ŞARKI SÖYLER
- Yeni insanları hayatınıza katar mısınız?
- Dışarıdan bakınca güleç, şen piliç bir halim yok. Bazı dengeler koruyucu anlamda var ama bu egosantrik bir durum değil. Yanlış anlaşılmaya müsait bir işimiz var. Zaten bizi görmeden hakkımızda bir yargıya, kanaate varıyorlar. Yaftayı yapıştırıyorlar. Biz de bu şekilde yaşamak durumda hissediyoruz kendimizi. Onlar öyle yaşattırıyorlar aslında. Ayrıca ciddi görünmek çok sıkıcı. Ciddiyet belirli yerlerde belirli dozlarda olmalı. Normal hayatta tanıdığım insanlara neden ciddi davranayım ki? Bu tamamen hayattan keyif almamak demek aslında.
- Günümüzde hayattan keyif almak zorlaştı mı? Herkes yaşadığı hayattan şikayetçi...
- Hayat kadar güzel şey var mı? Ama evet, negatif bir sound var etrafta dolaşan. Mühim olan bu ortamın içinden gülerek sıyrılmayı başarmak. Farkındalığı hayatımıza sokabilmek. En inandığımız, en sevdiğimiz şeylere tutunabilmek çok önemli.
- Nedir onlar sizin için?
- Benim için çocuğum. Onsuz bir dakika düşünemiyorum. Tabii ki günün birinde kendi tercihleriyle başka bir hayat kuracak ama derinde bana hissettikleri, derinde benimle tebessüm ettiği anlar öyle güzel izler bırakıyor ki... O tutunduklarınla bile bir ömür daha geçirebilirsin. Kredim çok bu konuda.
- Kızınızın müzisyen olmasını ister misiniz?
- Zaten büyük bir sempatisi var. Annemle şarkı söyleyeceğim diyor, seçeceği meslek oymuş. Ama sonra da "Ya çok yaşlanırsan o güne kadar, söyleyemezsen" diye de ekliyor. Ben de "Benim cesedim bile şarkı söyler. Sen rahat ol" diyorum. Piyano dersi alıyor. Çello çalmak istediğini de söyledi. "Elbette, o pofidik ellerinle çalabilirsin. Seve seve yardım ederim" dedim. Benim ellerim onunkinden ufaktı o yaşta.
- Evet, şimdi fark ettim ne kadar küçükmüş elleriniz...
- Ben de 11 yaşında başladım enstrüman çalmaya. Ellerim küçük diye viyolonsele vermek istemediler önceleri. Sonra baktılar, canavar gibi çalıyorum...
EGOLAR KAPIDA BIRAKILIYOR
Aşkın Nur Yengi'nin fikir anneliğini yaptığı Sahne Tozu'nun sahneleneceği Sahne Beşiktaş, Beşiktaş'taki Balık Pazarı'nın paralel sokağındaki tarihi binada hizmet veriyor. Kırmızı tahta bir kapısı var. Bina 1903 yılında yapılmış. Yıllar içinde sinema salonu, lokal olarak hizmet vermiş...
Her pazartesi kimi zaman prova kimi zaman da sadece sohbet için orkestrasıyla bir araya gelmeyi alışkanlık haline getiren Yengi'nin, bu eğlenceli buluşmaları sahneye taşımaya karar vermesiyle şovun temeli atılmış. Önce kendi çevrelerine izletmişler, tepkiler olumlu olunca dileyen herkesin katılabileceği bir projeye dönüşmesine karar verilmiş. Tam bir gönül işi ama ekip profesyonel isimlerden oluşuyor. Yıllardan beri Yengi'yle birlikte çalışan Şafak Özdoğan ve Betül Karaduman bu isimlerden sadece ikisi. Şafak Özdoğan, "Şovun arkasında sesçisinden ışıkçısına çok büyük bir ekip var. Kendi adıma iple çekiyorum şovu. Başka bir heyecan duyuyorum. Bu işin büyüsü var" diyor. Yengi'nin diğer orkestra üyelerinin yanı sıra başka orkestralardaki müzisyenler de her pazartesi büyük mutlulukla sahnede yerini alıyor. Kimi zaman sahnede beş vokal birden oluyor.
Doğaçlama şovun önemli bir parçası. Burada da Yılmaz Sütçü, Sinan Mutlu ve Mutlunur Lafçı'dan oluşan Aspava ekibine önemli bir rol düşüyor. Yengi çok kıymetli bulduğu bu üç gençle çalışmaktan memnun. "Gençlerin zekasına ihtiyacımız var" diyor. Sütçü de doğaçlamanın zorluğunu "Uçurumdan atlamak diyoruz biz buna aslında. Ne olacağı belli değil" diyerek anlatıyor. Şovun kostümleri ise yine gönül işiyle Esra Kızıltuğ tarafından tasarlanmış.
Sahne Tozu, interaktif bir şov. İnsanlar geliyor, şarkı söylüyor, enstrüman çalıyor, dans ediyor. Yengi'ye göre amaç herkesin eğlenmesi: "Bu kapıdan içeri girerken egolar, kılıflar kapıda bırakılıyor."
ÇOK İYİ DANS EDER, İYİ TENİS OYNARIM
- Sahneyi seviyorsunuz değil mi?
- Elbette, kendimi ifade ettiğim yer orası. 30 yılı aşkın süreyi düşünürsek geriye dönülmesi mümkün olmayan bir yolculuk o. Nefes aldığım yer sahne. Çünkü ben sosyal hayatı olan biri değilim. İçkim, sigaram yoktur. O tarz ortamları bilmem. Sevdiklerimle oturup bir şeyler yiyip içmek onlarla sohbet etmek isterim. Benim hazlarım farklı hayatta.
- Televizyonda katıldığınız dans yarışmasındaki başarınız karşısında o yüzden şaşırdık belki de... Müzisyenliğiniz dışında sizi çok da tanımadığımızdan...
- Ben de şaşırdım açıkçası. Ama birilerini şaşırtmak gibi bir arzum yoktu. Ben zaten dans edebilen bir kadınım. Çok magazinle yaşayan biri olmadığım için bu tarafım bilinmez. İyi tenis oynamam, çok iyi dans ediyor olmam, altı senedir tango dansçısı olup dünya çapındaki workshoplara katılıyor olmam, Latin dansları yapmam bilinen şeyler değil. Ben herkes gibi bunların minnacağını çok önemli bir meseleymiş gibi magazin basınını çağırıp anlatsaydım farklı olurdu. Ama bunca seneyi böyle sevgi ve saygı çerçevesinde tamamlayabiliyorsam bunların da payı vardır diye düşünüyorum.
DİK DURMANIN TELAŞI
- Bir dönem iki milyon, hatta dört milyon satan albümlere imza attınız. Büyük bir tatmin duygusu. Artık bu rakamlar yok. Peki o tatminin yerini ne aldı? - İnanın öyle bir tatminim olmadı hiç hayatta. İyi bir şey yapmanın getirdiği mutluluk vardır benim dünyamda. Müzikten anlayan, müziği seven insanlara sunduğum bir hizmet gibi düşünün. Sonuçta bana da yüklenen bir misyon var ve ben de o misyonu diğer tarafa iyi şekilde aktarmaktan mesulum. Bunu iyi şekilde aktarabiliyorsam ne ala. Şimdiki albümlerde de iyi aktardığımıza inanıyorum ama sadece dijital sistem bizi alaşağı etti. Dolayısıyla yapılan işlerin de maddi karşılığı çok uzun zamandır alınmıyor. Ama tamamen cesur yürekli davranıyoruz ve devam ettirmeye çalışıyoruz bazı dengeleri. Sahneye çıkmaya devam ediyoruz.