Esra Ronabar, izlenme rekorları kıran bir dizide başrol oynarken geçirdiği trafik kazasını, sonrasında yaşadıklarını ve kazanın ona öğrettiklerini anlattı. Şimdilerde eskisinden daha enerjik ve iyi hissediyor kendini. Bundan üç yıl önce röportaj yaptığım kadından çok farklı... Zımba gibi olmuş ve rahatlamış... Yepyeni ve tazelenmiş bir kadın gördüm karşımda...
- Bu 18 ayda içinde biriktirip söylemek istediğin ne var?
- Takma kafana hiçbir şeyi. Hayat o kadar kıymetli ve değerli ki. Hepimiz bir hayata uyanıyoruz ve bunun çok sıradan olduğunu düşünüyoruz. İşe gidiyoruz, yemek yapıyoruz, çocuklarla ilgileniyoruz... Aslında kimsenin hayatı sıradan değil, kıymetli. Her sabah uyandığımda ellerime, ayaklarıma, aynada kendime bakıyorum ve mutlu olmak için bunlardan başka hiçbir nedene ihtiyacım olmadığını fark ediyorum. Bu 18 ayda mutlu olmak için bir nedene ihtiyacım olmadığını öğrendim.
- Bunun için bir sınava mı tabii tutulman gerekiyordu?
- İnşallah öyle değildir. Hikaye herkesin başına gelebilecek bir şey... Bir trafik kazası... İçinde yaşadığımız dünyaya karşı bir çok huzursuzluğumuz var, değiştirmek istediğimiz çok şey var. Ama bu tür travmatik olaylara bakış açımız bizi birbirimizden ayırıyor.
ARTIK DİNGİNLEŞTİM
- Kazadan bir gün önceki Esra nasıl biriydi ki böyle söylüyorsun?
- Kazadan bir gün önceki Esra, her şeyi mükemmel yapmaya çalışan biriydi... Mükemmel bir anne, mükemmel bir evlat, mükemmel bir eş, elbette ki mükemmel oyuncu olmak için kendini parçalayan bir Esra'ydı... Sadece oyunculuk yaparken ve Mavi Rüzgar'la oynarkan fütursuzdum ve kendim gibiydim. Onun dışında hep doğruyu yapmaya çalışıyordum, yanlış anlaşılmaktan korkuyordum. En iyi yemeği yapma derdindeydim. Çocuğumu en iyi şekilde beslerken, bir taraftan da tiyatroda mükemmel bir performans sergilemem gerekiyordu. Böyle bir hayat yok! İmkansız!
- Kazandan sonraki Esra'dan söz edelim o zaman...
- Sadece ben olduğum için iyiyim ve mutluyum. Çok çabalamam gerekmiyor hiçbir şey için. Şunu itiraf edeyim ki, oyunculuğu çok özledim. 18 ayda dinginleştim, anlatacak hikayelerim var. Belki gözlemleme şansım hiç olmayacak şeyleri gözlemledim... Mesela hastaneleri, mahkeme salonlarını, fizik tedavi odalarını, Caddebostan Sahili'ndeki herkesi ve her şeyi... Buralardan çok hikayeler biriktirdim. Hepsi mutlu hikayeler değil belki ama daha derin şeyler...
- O zaman dönelim 18 ay önceki kazaya... Ne oldu o gün?
- 12 Eylül 2013. Sete, herkes gibi işime gidiyordum. Prodüksiyon arabamız beni aldı. Kamyonun biri bizimle aynı şeritteydi. Viraj dönüyorduk. Mevsimin ilk yağmuru yağmıştı. Bir anda o kamyon şeridimizde karşımıza çıktı ve bizi altına aldı. Şunu düşündüğümü hatırlıyorum; "Bu kamyon dolu kasaysa artık yokum!" Hastanede uyandığımda hemen anlatılmadı bana her şey. Bir hafta boyunca sıradan kırıklarım olduğunu sanıyordum. Yapımcımıza, "Altı hafta idare edersiniz, sonra setteyim" diyordum. Sonra yavaş yavaş anlatıldı. Kırıklarım tek bir yerde değildi, paramparça olmuştu kemiklerim... Platin takılmıştı. Kolum felç olmuştu. Önce "Neden ben?" diye sordum... Sonra bir gün bir telefon çaldı hastanedeyken, her şey onunla değişmeye başladı.
O KAMYON AİLEMEDE ÇARPTI
- Kimdi arayan?
- Çarpan şoför... Özür diliyordu. Çok sinirlendim, bir şeyler söylüyordum ki arkadan çocuğunun sesini duydum. Çok garip bir andı. Oğlumu görmeyeli 12 gün olmuştu ama o çocuklarıyla mutlu mesut evinde oturuyordu. Onun suçu muydu? Evet onun suçuydu. O an anladım ki, istediğin kadar kendine ve çevrene yatırım yap, iyi bir eğitim al, ahlaklı bir insan olmaya çalış, bunu tüm topluma yaymadığın sürece bir gün gelip kötülük seni buluyor. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz. Alt tarafı bir arabayı doğru sürmesi gerekiyordu. Kurallara uyması gerekiyordu. Yapması gereken tek şey iyi bir şoför olmaktı, yapamadı. Ne oldu; sadece bana çarpmadı, koca bir hikayeye çarptı. İçinde bulunduğum iş durdu, 100 kişi işsiz kaldı. Aileme çarptı, anneme, babama, oğluma, eşime, dostuma... Bu kamyon sadece bana çarpmadı. Her gün oluyor olması bunu sıradanlaştırmamız gerektiği anlamına gelmiyor.
- Ne kadar ceza aldı size çarpan şoför?
- Bir Avrupa ülkesinde böyle bir kaza çok çok az oluyor çünkü yaptırımları çok ağır. 8 bin lira cezaya karar verildi. Annemin gözünden dökülen yaşın, oğlumun en yakın oyun arkadaşını uzun süre kaybetmesinin, mesleğimi kaybetme riski yaşamamın karşılığı değil. Anneliğimi, işimi, eşliğimi bu süre boyunca elimden aldı. Bu değildi karşılığı. En ağır şekilde cezalandırılması gerekiyor oysa...
- Ne kadar yattın hastanede?
- 15 gün yattım, eve geldiğimde sol tarafım yoktu. Sol kolum felç, sol ayak bileğim yoktu... Ama bu umut dolu bir hikaye. Beni bu durumdan, eşim, ailem, arkadaşlarım ama en çok Mavi Rüzgar kurtardı.
- O nasıl karşıladı?
- Biz Caddebostan Sahil'de; tüm annelerle koşarak, boğuşarak yaşıyorduk. Hiç hareket edemeyen bir annesi vardı, etraftakiler de "Annene yaklaşma" diyorlardı. Beni hayatından silerek tepki verdi. Önce kafasını çevirdi. Sonra tekerlekli sandalyeye geçtiğimde o kullandı, değnek kullanmaya başladığımda onlara birlikte Zago ismini verdik. Ben iyileşmeyeceğimi düşünüyordum, Mavi Rüzgar kendi olarak, kendi kalarak beni iyileştirdi. Çünkü koluma kimyasal dolgular yapıldı ve ilk denemede tutmadı ve yok yere kolum tekrar kırıldı. O an dedim ki; "Bir daha oyunculuk yapamayacağım, sahneye çıkamayacağım" Oğlum hep geldi, hep öptü ve onunla birlikte yürümeye başladık. Hani anneler çocuklarına yürümeyi öğretir ya, önce ben ona öğretmiştim yürümeyi, sonra o bana öğretti. Düşe kalka bana tekrar yürümeyi öğretti oğlum. Bu arada çok vazgeçtim ama oğlum vazgeçmedi. "Başka bir meslek edinmeliyim" diye düşünüyordum. Her seferinde Rüzgar, eşim, annem, babam ayağa kaldırdı beni. Caddebostan Sahili'ndeki herkes bizi tanıyor. Beş yaşındaki bir çocuğun yürüttüğü anne olarak tanıyorlar beni! O bana gönderilmiş bir hediye. Koltuk değnekleriyle çok düştük, kalktık. Ağlarken beni teskin etti. Hayatımın mucizesini yaşadım. Doktorlarım bana 18 ayda bir mucizeyi yaşadığımı söylüyorlar. İnanmasaydım ve çevremdekiler bana inanmasaydı sakat kalacaktım ama kalmadım. Artık sahneye hazırım. Her şeyi eskisi gibi yapabiliyorum. Tüm bunlar hayatta da fütursuz olmayı öğretti. "Her şeyin en doğrusunu sen yapamazsın Esra" dedi hayat bana. Bu rahatlık olduğu zaman mesleğime daha özgür bakıyorum. Kendime 18 ay boyunca emek verdim. Bu zamana kadar yapmamışım bunu. "Çocuk için, iş için fedakarlık yapman gerekiyor" dense anında yapardım ama "Sırf kendin için kuaföre gitmen gerek" deseler gitmezdim. Öyle olmaz ki, hayatı yaşamıyorsun. Kendin için bir şeyler yapacaksın. Bu 18 ayda, fiziğim, ruhum ve beynim için sadece kendimle ilgilenmek zorunda kaldım.
EŞİMLE GURUR DUYUYORUM, BU SÜRECİ ÇOK İYİ GEÇİRDİ
- Evliliğiniz nasıl bir testten geçti bu süreçte?
- Ben şanslıyım galiba. Çok sıradan bir hayatım var sanıyordum ama çok özel bir hayatım varmış. Şahane bir annem, babam, oğlum ve sevgilim varmış. Her birinin nasıl çırpındığını anlatamam. Barış, "Sen 'bitti' demeden bitmeyecek, sakın ha! Yılma, hep yanındayım, ne olursa olsun yanındayım" dedi. Sonat bu en zoru, yanında olmak en zoru! Çünkü alışılan bir Esra var, o gidiyor, yatakta yanında yatan ve sürekli ağlayan ve umutsuzluğa düşmüş, "Bir daha hiçbir işe yaramayacağım" diyen biri geliyor. Yaşayan için daha zor. Barış'la gurur duyuyorum. Hep gurur duyuyordum ama şimdi daha çok! Hem dizisi vardı, hem Kocaeli Tiyatrosu'nda oyunu, hem beş yaşında bir oğlu ve hiç alışık olmadığı bir Esra. Bence çok iyi geçirdi süreci.
- Sizi de eğitmiştir bu süreç...
- Kesinlikle... Doğaya bakıp hâlâ "Mükemmel yapacağım" diyorsan bir sorun var. Ben böyleydim, değiştim. Tadını çıkaracağımız o kadar çok şey var ki, bu mükemmellik hırsı niye? Sistem kadını da öyle bir konumlandırdı ki; en iyi anne, en iyi sevgili, en iyi beyaz yakalı... Mümkün değil. Evde harika bir kereviz yemeği yapıp, sette de harika bir oyunculuk yapıp aynı zamanda fit kalıp, harika bir sevgili olamayız. Mükemmel olmaya çalışmak kadını en çok yoran şey. 18 ay durunca içini dinlemek zorunda kalıyorsun. Ben arabayı 200 km hızla sürüyormuşum, yanından geçtiğim ağacın ne ağacı olduğunu göremiyormuşum. Sonuç odaklı bir yaşamım varmış. Çektik mi sahneyi? Çektik! Sahneyi çekerken ki hislerim o kadar önemli değilmiş. Halbuki onlar önemliydi, gençken, ben bu yüzden bu işi seçtim. Şimdi arabanın hızını 50 km'ye düşürdüm. Sürecin keyfini çıkaracağım. Yaşam an'da... Sonrasını bilmiyoruz. 18 ayda arabanın hızını mecruben düşürdüm. Böyle olunca farkındalığım sen de beş, ben diyeyim 100 katına çıktı. Böyle bir tempo yüzünden kaza geçirdim, şimdi yavaşladım. Bu demek değil ki daha yavaş bir hayatım olacak... Zihnen yavaşladım. Daha saygılı, daha farkında bir insan oldum. Anne olma, eş olma biçimim bile değişti. Bu yüzden heyecanla oyunculuğa geri dönmeyi bekliyorum. Hikaye anlatma şeklim değişti. Artık mutlu olmak için bir nedene ihtiyacım yok.
YENİ SEZONDA SAHNEDE VE SETTE OLACAĞIM
- Yenilenmiş, platinli bir Esra geldi. Bu mecburi aranın ardından işine de döneceksin... Nasıl planların var?
- (Gülüyor) Rektifiye edildim. İşime gücüme döneceğim. Projeler var. Tiyatro sahnesine tekrar çıkabilmek en büyük heyecanım şu aralar. Birkaç tane tiyatro oyunu ve dizi projesi var önümde. Ve yeni sezonda sahnede ve sette olacağım! Bunları yapabilme gücüm var. Kazadan önce kendime bu kadar güvenmiyordum ve güçlü hissetmiyordum. Bir sürü şey yazdım. Önceden de yazardım ama utanır kimseye gösteremezdim. Şimdi daha cesurum. Bir hikaye anlatıcısıyım, yazarım da, çekerim de, oynarım da. Küçük küçük atölyeler kuruyoruz arkadaşlarımla, kamerayı öğreniyorum ve oyunculukta hikayeyi nasıl anlattığımı öğretiyorum. Yürüyebiliyorum, koşabiliyorum... Bunların hiçbiri olmayacaktı ama vazgeçmedim.
- Tepetaklak olmadan ders çıkarılamıyor hayattan sanki...
- Herkes haklı, şikayet edecek çok şey var. Ama hikayeye bakış açısını değiştirmek gerekiyor. Herkesin devrimi kendinden başlıyor. Hayatım boyunca içinde rol aldığım oyunu düzeltmeye çalıştım, olduğum seti düzeltmeye çalıştım. Böyle bir şey yok. Önce sen. Önce sen mutlu olacaksın, sonra çevren iyi olsun. Bunu öğrendim.