Fransa'nın
güneyinde, ünlü Fransız Rivierası'nda Marc Chagall'in müzesini ziyaret ile başladığım seyahat, akşamına Pablo Picasso'nun son 12 yılını geçirip hayatını kaybettiği villasında devam ediyor. Üstelik bu henüz ilk gün ve daha keşfedeceğim çok şey var önümde. Oysa bir kültür gezisinde değilim; ama modayı ve dahası lüks dünyasını, sanattan bağımsız düşünmek imkansız. Evet; Cartier'nin yeni high jewelry mücevher koleksiyonu Etourdissant Cartier için düzenlenen uluslararası basına özel bir davetin üyesiyim.
KADINLARA ÖVGÜ
Güzelliği yüceltmeyi tutkuya dönüştüren, dünyada eşi benzeri az bulunan değerli taşların izinde keşfe çıkan Fransız mücevher markası Cartier, yeni koleksiyonunu, düzenlediği davetten de anlaşılacağı üzere, bir ressam titizliğinde renklerle, ışıltılarla süslüyor. Chagall ve Picasso'nun özgür ruhlu ve özgün eserlere imza attıkları bu topraklarda, doğadan ilhamla yarattıklarına hayran kalmamak mümkün değil. Tıpkı, Cartier'nin hazırladığı bu son koleksiyondaki sanat eserini andıran mücevherler gibi. Sözü geçen iki sanatçının sadece doğanın gösterişli renklere büründüğü Güney Fransa'ya âşık olduğunu söylemek doğru değil. Çünkü hayatları burada sona eren hem Chagall hem de Picasso, kadın güzelliğine, zarafetine düşkünlükleri, kısacası kadınlara aşklarıyla da ünlüler. Özel mülk olduğu için ilk kez kapılarını basına açan Picasso'nun villası, sanatçının kendinden 42 yaş küçük son ilham perisi ve son eşi Jacqueline Roque ile yaşadığı yer. Şimdi Saint-Paulde- Vence'da, kasabanın en harika manzarasına sahip mezarlığında yatan Chagall, ölümünden sonra bile ilk eşi Bella'dan ilham alan bir âşıktı. Cartier'nin bu koleksiyonu da bir kadın hikayesi ile başlıyor işte. Rus Romanov ailesinden çariçe Maria Feodorovna'nın zamanında sahip olduğu değerli bir taş çıkış noktası. Öyle bir taş ki, Seylan'dan gelip çariçenin elbisesinde bir broşa dönüşüyor o günlerde. 197.80 karatlık gün doğumu renginde devasa bir safirden bahsediyoruz. 1883'te katıldığı bir davette etrafını süsleyen 26 pırlanta ile Maria Feodorovna'yı gecenin yıldızı yapan bu taş, yıllar sonra kendini Cartier'nin New York atölyelerinde buluyor. Bir sonraki sahibi Ganna Walska sahne ismiyle tanınan Polonyalı bir şarkıcı oluyor. 1992'de açık artırmayla satılan ve izini kaybettiren taşla Cartier'nin yeniden buluşması ise bir yıl öncesine dayanıyor. Bugün, yeni koleksiyonun en nadide parçası olan bu safir, bir bilezikte karşımızda. Adını da ilk sahibesinden alıyor; Romanov bileziği.
FRANSIZ ŞIKLIĞI
16 Temmuz gecesi Antibes'in hemen karşısında yer alan Sainte- Marguerite adasında gerçekleşen gala yemeğinin ev sahibi Cartier'nin CEO'su Stanislas de Quercize oluyor. Gecenin konukları dünyanın dört bir yanından gelen gazeteciler, editörler, gecenin yıldızı ise markanın dostlarından, her zaman stil sahibi, yönetmen Sofia Coppola. Sahnede Jamie Cullum konuklara küçük bir konser verirken, hepimizin aklında ertesi gün göreceğimiz yeni koleksiyon var. Antibes'in denize kıyısı olan uç noktasında, begonvillerle süslü muhteşem bir villa, koleksiyonun sunumu için görkemli bir fon oluşturuyor. Dinamik, etkileyici, renklerin hareketinden güç alan bir koleksiyon bu. Her parça, sadece kullanılan taşlardaki renklerin uyumuyla değil, kadınlara mücevherlerini diledikleri gibi farklı şekillerde kullanma şansı tanıyan teknikle de dikkat çekici. Yine panter başta olmak üzere Cartier'nin vazgeçemediği vahşi ama pırlantalarla süslü hayvan figürleri mücevherleri sarıyor. Dünyanın en özel sanatçılarının yıllar boyunca ilham almak için Fransız Rivierası'nı tercih etmesi boşuna değil. Cartier de son koleksiyonuyla onların izinde dünya basınına bir rüya yaşatıyor. İnsan bu harika rüyanın içindeyken düşünmeden edemiyor; İtalyanların tatlı hayatı, 'dolce vita'nın Fransızcası neydi? Cevabı belli ki Cartier'de saklı.