Karadağlar, Dila Hanım, Kaderimin Yazıldığı Gün derken Hatice Şendil durmaksızın çalıştı. Kariyerini ilmek ilmek işledi genç oyuncu. Beş yıldır birlikte olduğu Burak Sağyaşar'la mayıs ayında nikah masasına oturdu. Bu yaz dinlenmeyi kafasına koymuştu ama olmadı. Ali Sunal'ın beş yıllık hayali Hayat Öpücüğü filminde rol teklif edildi. "Hayır" diyemedi çünkü öğreneceği çok şey vardı. Film teklifi Hatice Şendil'in çok hassas bir dönemine denk gelmişti. Yoğun çalışma temposu yüzünden neredeyse bağışıklık sistemi çökme noktasına gelen oyuncu, bütün bir sezon boyunca ihmal ettiği kontrollerin sonuçları ile rahat bir nefes aldı. Ama hayatında değiştirmesi gereken şeyler vardı. Bunu yapması için onu motive eden şey, filmdeki karakteri Hayat oldu. O da tıpkı Hayat gibi anı yaşamayı kafasına koydu. Şendil'le film bahanesiyle buluştuk. Karaköy'deki 10 Karaköy A Morgans Original Hotel'de keyifli bir fotoğraf çekiminin ardından, bir koltuğa yerleştik ve uzun uzun yaşadıklarını, evliliğini konuştuk. Son derece sıcak, samimi ve konuşmayı seven bir kadın Hatice Şendil ve çok güzel... Gerisini o anlatsın;
- Bu ilk filmin. Seni cezbeden ne oldu?
- Çok yoğun bir sezon geçirdim. Dila Hanım'ın ardından dinlenmeden, Kaderimin Yazıldığı Gün dizisinde rol almaya başladım. Hep, "Biraz dinleneceğim ve proje kabul etmeyeceğim" gibi büyük cümleler kuruyorum. Ama karşıma öyle bir iş geliyor ki, beni baştan çıkarıyor. Bu film de öyle. Canlandırdığım Hayat karakteri beni baştan çıkardı, çok etkilendim. Cesur kadınlar çok cezbediyor beni ve cesaretin peşinden gitmeyi seviyorum. Hayat da çok cesur bir karakter. Hayat'la tanıştığım andan itibaren o bana hayatta unuttuğum birçok şeyi hatırlattı.
- Neyi mesela?
- Kendimi hatırlattı. Çünkü ben bu keşmekeşin içinde, işim için, hep başka birileri için, hayatımdaki insanlar için kendimi öylesine geri bırakmışım ki... Kendimi hep öteye koymuşum. Kendimle ilgili bazı şeyleri "Yaparım" deyip ertelemişim. Çok yoğun çalışmaktan sağlığımı kaybetmişim ve bunun farkına varmamışım. Senaryoyu okuyunca durup düşündüm, "Ben Hayat olmalıyım çünkü Hayat'ın bana öğreteceği şey var." Artık ötelemiyorum, anlarım çok kıymetli. Hayat öyle biri; anda yaşıyor, anda varoluyor, sonrasını düşünmüyor. Ama bu hesapsız kitapsız bir anlamda değil. İlginç bir film... Dünyadaki en enteresan aşk hikayelerinden biri Hayat Öpücüğü...
- Film bittiğinde seni değiştirdi mi?
- Bir süre sonra olabilecek olan her şeye, başıma gelenleri kabul eder hale geldim. Bu vurdumduymazlık olarak algılanmasın, öyle değil! Tam tersine kollarımı açıp karşılıyorum hayatın bana sunduklarını. Çünkü ben anksiyetesi yüksek biriyim. Korkularım var, endişelerim var, panik ataklarım var, her şey beni ürkütür, korkutur. Yükseğe çıkamam, uçakta tedirgin olurum, ambulans sesleri benim içimi pır pır ettirir, sette bir ses duyarım "Birine bir şey mi oluyor" korkusu yaşarım. Bazen de bu durumlar had safhaya ulaşır ve kontrolümü kaybederim. Oysa sen ne yaparsan yap, kendini ne kadar acıtırsan acıt, ne kadar korkutursan korkut, hayat işte olan oluyor, zaman geçiyor... Bu hepimiz için böyle. Şunu fark ettim; Çoğumuz aşk denilen şeyi arıyoruz ya, aşk dediğimiz şey ne? Hepimiz için farklı farklı bu kavram. Düşüncelerimize göre bu kavramın altını dolduruyoruz, duygularımıza göre değil.İnsanı düşünceleri yönlendiriyor ve düşünce duyguyu oluşturmaya başladı. Çünkü ilkel güdülerimizi kaybettik. İlk doğduğumuz andan itibaren sahip olduğumuz ilkel duygularımız yok oldu. Bilinçaltımızı silmek için terapistlere gidiyoruz, oysa bizi var eden onlar. Ben hayatta en basite indim, kendi kıymetimi bilmezdim.
SAĞLIĞI MI TEHL İKEYE ATTIM
- Hayatın çok yolunda görünüyor. Neden kendi kıymetini bilmediğini düşünüyorsun?
- Belki de bunlara sahip olmak için kendi kıymetimi bilmedim. Çok çalıştım, çok emek verdim. Kendimi düşünmedim, işimde iyi olabilmek için, kendi sağlığımı tehlikeye attım, görüntümü değiştirdim. Kaderimin Yazıldığı Gün'e başladığım süreçte çok kilo verdim. Rolüm için sağlıksız görünmeyi istemem, o kostümleri giymem... Bunlar hep işim için. Çünkü o kıza acımamız gerekiyordu. Böyle görünmek zorundaydı karakter. Genelde dizilerde, televizyonda güzel, temiz, şık görünen kadınlar var... Gerçekten de hepsi birer 'idol' Ben idol olmayı tercih etmedim. İnsanlar bana inansın, yaptığım işin gerçekliğine inansın istedim. O yüzden kendimi önemsemedim. Kendimi önemsemediğim için belki de herkesin evine girebiliyorum. İyi bir kadın oyuncu olabilmek için, samimiyet, gerçeklik, doğallık, zarafet şart. Her şeyin ötesinde biriyle tanıştığımda "Merhaba ben Hatice" diyebilmek gerek. Ben ikonik bir yerde olmak istemedim. İkon olacaksam, insanların beni oraya taşıması gerektiğine inandım. Sahip olabildiklerime şükrediyorum her zaman. Bulunduğum yeri korumak için de çok fedakarlık göstermem gerektiğini de biliyorum. Hayatta bu kadar çok acı, üzüntü varken, kendi başarı ya da mutluluğumla övünmek bencillik gibi geliyor. Belki bu yüzden kendimi hiçbir zaman önemsemedim. Her zaman yaptığım işi çok büyük bir yere koymadım. Elbette önemli bir iş, insanlar sizi seviyor, dünyada daha güzel bir şey olabilir mi? Tanımadığım insanlar beni seviyorlar. Benim için dua ediyorlar. Ama bir sürü sorun, bir sürü dert var...
10 GÜN KORKUYLA YAŞADIM
- Sağlığımı kaybettim dedin. Ne oldu biraz açar mısın?
- Dizi sürelerinin uzunluğu, zor şartlar altında çalışmak ve karakterimin gerektirdiği bazı zorunlulukların içinde olmak bana her açıdan çok zarar verdi. Filme başlamadan önce bazı tahliller yaptırdım. Farkında olmadan bağışıklık sistemimi çok zayıf düşürmüşüm. Kan değerlerim çok düşmüş. Vücudumda bazı morluklar oluşmaya başlamıştı. Çok tedirgin oldum. Stres, çok kilo kaybı, sağlıksız beslenme, spor yapamama, az uyku buna yol açtı.
- Tahlil sonuçlarını görünce aklına en kötü ihtimal mi geldi?
- Tabii... Bir de endişeli bir tipim. Panik oldum, kendimi kontrol edemediğim zamanlarım oldu. Aklıma hep en kötüsü geldi. 10 günüm kabus gibi geçti. Mesleğimden dolayı kronikleşen rahatsızlıklarım da var. Bir sette çalışırken çok kötü üşüttüm. Dinlenemediğim için bronşite dönmüştü, o kronik astıma dönüştü. Şimdi alerjik astımım var. Ciğerlerimde bazı sorunlar oldu, bazı lekelenmeler görüldü. Çünkü o astım yer etti. Tüm bunların sonunda, tahliller de kötü çıkınca "Eyvah" dedim.
- Tüm bunları ne zaman yaşadın?
- Bu yaz başında. Film daha başlamamıştı. O yüzden hayatta bazı mesajların varlığına inanırım.
- 10 günde ne kararlar aldın hayatına dair?
- Cesur olup, kendime ve içinde olduğum duruma acımadan en kötüsünün olacağını düşünüp, bununla baş eden insanlar var. "Böyle bir süreç geçiriyorum, bazı ciddi sağlık sorunları yaşıyorum; bunlar bir şeye dönüşmeden, kendime bakarak, tedavi olarak üstesinden geleceğim, kendime bakacağım artık, anlarımın farkına varacağım" dedim. Kendimi böyle telkin ettim. Sevdiklerim yanımdaydı. Burak zaten hiçbir zaman desteğini esirgemez benden.
- O da çok korktu mu?
- O aklına hiç kötü bir şey getirmedi. Ama ben üzüldüğüm ve korktuğum için üzüldü. Aslında bir erkek motivasyonu devreye girdi, "Artık yeter, dinlen!" dedi. Korumaya geçti. "Bu filmi yapacağım ihtiyacım var" dedim. Yaptım ve iyi geldi gerçekten.
- Şimdi nasıl sağlığın?
- İlaçlarımı alıyorum, bağışıklık sistemimi yükseltmeye çalışıyorum. Kendime olabildiğince dikkat etmeye çalıyorum.
UTANMAYA BAŞLAYINCA AŞIK OLDUĞUMU ANLADIM
"Kurtarıcılara her zaman inanırım. O yüzden de tüm animasyon filmleri, masallar, aşk filmleri benim için çok gerçektir. Hep "Benim gibi bir tane daha yok mu? Varsa nolur bulsun beni bir şekilde" derdim. Varmış..."
- Nasıl bir kadınsın? Romantik mi, mantıklı mı?
- Romantiğim. Romantizme de inanırım, o büyüye, tutkuya inanırım. O olmadan bir şey yapamayacağımı düşünürüm. Ama analitik bir zekam var. Olaylara ve durumlara karşı pozisyon almayı seven biriyim. Çocuksu yanımı kaybetmeden bunu yaparım. Hayata analitik bakmıyorum ama kendi mesleğimde de bazı zorunluluklarım varsa gereğini yapıyorum. Çocukken de böyleydim. Çok düz mantık kuruyorum, bu da romantik yanımı destekliyor bence. Sakarlaşırım âşık olunca. Brigitte Jones gibi bir karakteri oynamayı çok isterim.
- Beyaz atlı prense inanıyorsun yani...
- Kurtarıcılara her zaman inanırım. O yüzden de tüm animasyon filmleri, masallar, aşk filmleri benim için çok gerçektir. Hep "Benim gibi bir tane daha yok mu? Varsa nolur bulsun beni bir şekilde" derdim. Çocuk ruhlu, romantizme inanan, bunun peşinden giden birini istedim hep. Varmış... Bazen o kadar aynı şeyleri yaparken ve düşünürken buluyoruz ki kendimizi Burak'la. Çok aynı oluyoruz bazen. Ayrıştığımız durumlar elbette var ama çok benziyoruz birbirimize. Eğlenmeyi çok seviyorum. Monotonlaşmak ve sıkılmak beni mutsuz ediyor. Sette de öyleyimdir. Sosyal tarafım çok ağır basar. Hareketliyimdir, bir dakika durmak istemem. Her zaman yapacak bir şeylerim olsun isterim. Mutlu olup eğlenip, "Hadi gel, gidiyoruz" dediğimde giden biri istedim hep, oldu da.
-Ona ilk âşık olduğunu anladığın an hangisi?
- Utanmaya başladım ve o an anladım ki aşığım. Çünkü sosyal yanım güçlü, utangaç değilimdir. Yemek yerken, otururken kendim gibiyimdir, rahatımdır. Burak'ın yanında utanmaya başladım. Baktım ki, garip garip hallere giriyorum. Tuvalete gidip aynada kendime bakıp "Ayyy ne oluyor" dedim. Kapıyı açıp dışarı çıkamadım. Kalbimin sesi kulaklarımdaydı. O an anladım. Burak da, benimle tanışmadığı zamanlarda, yanındaki erkekler benimle ilgili "Çok güzel, çok zarif, egzotik bir havası var" dediklerinde bozulurmuş... Tanımıyor ama tanımadan sahiplenmiş.
- Bir süre platonik aşk yaşamışsınız yani...
- Tabii aynı setteyiz, bir elektrik var. Bir şeyler olacak hissediyorum içten içe ama konuşarak mı olacak, konuşmadan birden bire elimi mi tutacak? bilemiyordum. Çünkü tüm ekip arkadaşlarımız durumun farkında ve bir hareket bekliyorlar.
- Kim kime açıldı ilk?
- Burak çok romantiktir, her zaman bana sürprizler yapar, ben hiç farkında olmadan neler neler becerir. Çok güzel bir süprizle açıldı. İnanılmaz imkansızlıklar içinde hazırladı bu sürprizi. Karadağlar'da beraber çalışıyorduk ve mevsimin o zamanı çekim yaptığımız yerde tek bir insan olmuyordu. Sonbahardı. İstanbul'dan çiçekler getirtip, benim en sevdiğim yemeği bir saat mesafedeki bir otelde yaptırıp, harika ve çok şık bir masa hazırlamış. O gün bana "Gel bugün birbirimize ayna olalım, benim sana söylemek istediklerim var, senin de bunları duymak istediğini biliyorum" deyip beni çağırdı. O gün bana benimle evleneceğini ve çok güzel çocuklarımızın olacağını söyledi. Ben güldüm. "Bu kadar geleceğe dair planlar yapmayalım" dedim. "Bu bir plan değil, gerçek" dedi. Düğünümüzde insanların huzuruna çıkmadan önce bu anı hatırlattı, "Bak o gün bugün" dedi.
ÇILGIN BİR EV HANIMIYIM
- Düğün nasıldı?
- Ne istediğimi ve istemediğimi bilerik başladım. Başından sonuna herkesin eğleneceği bir düğün istedim. Bir de atmosfere inansınlar istedim... Romantik bir büyünün içine davet etmek istedim konuklarımı. Herkes çok sıcak ve samimiydi. O romansın içinde herkesi gördüm. Romantik, zarif bir düğün oldu. Vals çalıştık konuklarımız için.
- Eeee evlilik nasıl hissettiriyor?
- Evlilik çok tatlı, çok güzel. Her şey daha da romantikleşti evlenince. Bağlılık yemini etmek ve tamamen bağlanmak insana ister istemez başka bir güç katıyor. Kendimi daha güçlü hissediyorum. Bir yerden sonra beni düşünen biri var, elbette sevgiliyken de düşünüyordu ama artık her şey daha sağlam. Evde beni karşılıyor bazen. Bazen ben onu karşılıyorum. Mutlaka kapıyı açan "Hoşgeldin" diyen biri var. Stresimi alan, güldüren, düşünen biri var. Aynı şekilde ben ona... Ve çoğalma hissi var oluyor. Çocuğumuz olunca kime benzeyecek, kimin hangi huyunu alacak diye düşünüyoruz. Bunlar çok güzel şeyler... Birbirimizde keşfettiğimiz şeyler arttı. Benim senin kavramları ortadan kalktı. Biz varız artık. Aşk sevgi temelde var olan şeyler ama her şeyin katlanarak arttığını hissediyorum. Çok yeni evliyim, belki de o yüzden evliliği sıkıcı bulmuyorum.
- Gün gelir sıkıcı bulur musun peki?
- Nasıl tükettiğimle alakalı. 'Ben'i nerede bıraktığımla alakalı. Biz olmayı başarabilmek, sen kendini bıraktığın zaman mümkün. İki kişi gibi yaşamayı ya da çocuklarla birlikte çoğul yaşamayı kafana koyduğun zaman bence sıkıcı olmayacak. Evlilikler karşılıklı dengeyi koruyamadığın, 'ben'leri işin içine koyduğun zaman sıkıntı olmaya başlıyor.
- Evde nasılsın?
- Mutfağı seviyorum. Çılgın bir ev hanımıyım. Her şeyi karıştırıp bir şeyler denemeyi severim. Oyuncu olmasaydım aşçı olabilirdim, terzi olabilirdim. Bir şeyleri karıştırıp yapmayı seviyorum. Durup dururken eşyaların yerini değiştiririm. Rönesans aşığıyım, evimde bunun etkileri var.
- Eşinin annesi Nilgün Sağyaşar yapımcı ve sektörün güçlü isimlerinden biri... Onunla aran nasıl?
- İyiyiz çok tatlıyız. Çok sevgi dolu bir kadın. Bizim sektörün zorluklarını yaşamış ve başarıya ulaşmış biri. Her türlü zorluğu da sonsuz bir güçle hazmetmiş bir kadın. Benimle çok iyi empati kuruyor. Çünkü beni anlıyor, ne yapmak istediğimi biliyor. En büyük destekçim. Kendimle ilgili şüpheye kapıldığım, cesaretimin kırıldığı noktalarda akıl hocam. Onu ararım başa çıkamadığım noktalarda. Burak bizi çok benzetir. Olaylara bakış açımız, başa çıkış biçimimiz, empati yeteneğimiz, sevgimizi veriş biçimimiz aynı. Aanaçlıktan daha çok hümanistiz...