Cumartesi 04.02.2017
Son Güncelleme: Cumartesi 04.02.2017

Oscar’lık bir eve dönüş hikayesi

Beş yaşında kaybolan ve ailesine 25 yıl sonra kavuşan Hintli Saroo Brierley’in hikayesi altı dalda Oscar’a aday olan Lion filmiyle gündemde

Beş yaşında Saroo... Annesi Fatima Munshi taş toplayarak üç çocuğuna bakmaya çalışıyor. Babası aileyi terk etmiş. Saroo ile ondan birkaç yaş büyük abisi Guddu da hem küçük kız kardeşlerine bakıyor hem de trenlerden kömür çalıp satarak ve karşılığında süt alarak annelerine destek olmaya çalışıyor.
Bir gün Guddu gece işine çıkıyor. Saroo 'Ben de geleceğim' diye tutturuyor. Araları çok iyi. Abisi onu kıramıyor. Kaçak bindikleri bir trenle evlerinden merkez istasyonuna ulaşıyorlar. Trenden inince Saroo'nun uykusu geliyor. Yorgun... Abisi kendisini istasyonda beklemesini, işini halledip geleceğini söylüyor. Saroo "Tamam" deyip istasyondaki bir bankta uyuyor. Uyandığında abisi yok yanında. Karşısında kocaman bir su deposu var. Ve istasyonda da bir sürü boş tren vagonu. Abisini aramaya başlıyor, tren vagonlarına bakıyor. Sonra yine uykusu geliyor ve bir boş vagonun içinde uyuyakalıyor. Uyandığında vagonun hareket ettiğini görüyor. Çıkmak istiyor ama vagonun kapısı kilitli. Böylece beş yaşındaki Saroo evinden 1500 km uzağa Kalküta'ya gidiyor.
Okuma yazma bilmeyen, yaşadığı yeri yanlış telaffuz eden Saroo o minik haliyle günlerce sokaklarda yaşıyor. Kalküta'da konuştuğu dili kimse anlamıyor. Zaten o da derdini anlatamıyor. Sonra bir genç, onu polise götürüyor. Polis de onu bir çocuk yurduna yerleştiriyor.
Yurdun yetkilileri kayıp ilanı veriyor Saroo'nun ailesini bulmak için ama bir dönüş olmuyor. Zeki, sezgileri kuvvetli biri Saroo. Yurt müdürü Saroo'ya daha iyi bir hayat sunacaklarını vaat eden Avusturalyalı bir çifte onu evlatık veriyor. Saroo da 1987'de, beş yaşından itibaren Avusturalyalı John ve Sue Brierley tarafından büyütülüyor.
KİTAP YAZDI HİKAYESİNİ DÜNYA ÖĞRENDİ
Üniversite yıllarına kadar Saroo iyi bir hayat sürüyor. John ve Sue hem sevgilerini veriyorlar hem de ona iyi imkanlar sağlıyorlar. Saroo bıçkın bir delikanlı olup çıkıyor. John'u babası, Sue'yu annesi olarak kabulleniyor. Fakat üniversitede edindiği Hintli arkadaşları içine gömdüğü acısını tekrar gün yüzüne çıkarıyor. Saroo gerçek ailesini bulma kararı alıyor. Fakat hafızasında pek bir şey yok.
Google Earth'ü keşfediyor. Yıllar süren araştırmaları çoğunlukla hüsranla sonuçlansa da vazgeçmiyor. Yine umudunun tükendiği bir noktada bilgisayardan ilk kaybolduğu tren istasyonunu buluyor. Beş yaşında kaybolan Saroo 2012'de gerçek ailesine kavuşuyor.
Hindistan'ın büyüklüğü nüfus yoğunluğu düşünülünce ailesini bulması mucizevi bir durum. Zaten Saroo da "Ailemi bulmayı başarabildiğime hâlâ inanamıyorum" diyor bir söyleşisinde.
Saroo, yaşadıklarını A Long Way Home kitabında anlatınca dünya hikayesini öğrendi. Hindistan'da kaybolan binlerce çocuktan biriyken o kayıp çocukların bir gün evlerine dönebileceklerine dair umudun simgesi oldu...
Yıllar sonra hikayesini Luke Davies senaryolaştırdı. Garth Davis Lion adıyla filme çekti. Beş yaşındaki Saroo'yu Sunny Pawar, genç Saroo'yu Dev Patel canlandırdı. Nicole Kidman Saroo'nun Avusturalyalı annesi Sue'yu, David Wenham babası John'u, gerçek annesi Fatima Munshi'yi ise Priyanka Bose oynadı.
Gösterildiği günden beri güçlü hikayesiyle insanları etkiledi. Adı hep Oscar adayları arasında anıldı. Akademi adayları açıklanınca da beklenildiği gibi en iyi film dahil altı dalda Oscar'a aday oldu.
Saroo'nun upuzun çileli kayboluş hikayesi, aile hasreti ve uzun süren eve dönüş macerası dünyada kitap çıktığında epey ses getirmişti. Filmin Oscar adaylıkları alması şimdi bu sesi daha da katmerli hale getirdi. Tabii Hindistan'daki kayıp çocuk sorununu da... Çünkü her yıl yaklaşık 80 bin çocuk Hindistan'da kayboluyor. Film de bu sorunun çözümü için kimi sivil toplum kuruluşlarını desteklemeye ve onlarla işbirliği yapmaya çağırıyor dünya kamuoyunu...
SİNE-TORTU
!f'te neler izlesek?

Sinemaseverler için şubat, biraz da !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali demek. Eh kültür dünyasında 16 yıllık bir gelenek olunca böyle cümleler kurulabiliyor. 16 Şubat'ta başlayacak festivalde yine birbirinden iyi filmler var. Biletler satışa çıktı. Adet olduğu üzere !f'ten bir seçki... (Ayrıntılı bilgi için: www.ifistanbul.com)
1) En İyi Film dahil sekiz dalda Oscar'a aday olan Ay Işığı/Moonlight festivalin açılış filmi. Türkiye promöyerini !f'te yapacak filmi önermemek olmaz zaten.
2) Danny Boyle'un Irvine Welsh'in kitabından uyarladığı 90'ların ve tabii sinema tarihinin unutulmazlarından Trainspotting'in 20 yıl sonra devamı... T2 Trainspotting festivalin belki de en heyecanla beklenen filmi...
3) Reha Erdem'in son harikası Koca Dünya. Venedik Film Festivali'nden ödüllü, Adana Film Festivali'nin en iyisi. İzleyenler bir daha izlemek için izlemeyenler ise yönetmenin bu başyapıtını görmek için sabırsızlanıyor.
4) Natalie Portman Jackie ile Oscar'a doğru yol aladursun Rebecca Zlotowski'nin Planetarium'da başka bir boyuttan seslenecek bize... Merakla beklenen filmlerden.
5) Richard Linklater'in Çocukluk'tan sonra merakla beklenen filmi. Yönetmen Herkes Biraz İster!!/ Everybody Wants Some!! filminde yine gençlere odaklanıyor...
6) Yönetmen Ang Lee, Billy Lynn'in Uzun Yürüyüşü/ Billy Lynn's Long Halftime Walk filminde ABD'nin Irak işgali üzerinden ABD toplumundaki savaş meselesine bakıyor... Joe Alwyn'in başrol oynadığı filmde Kristen Stewart da var.
7) Şu lanetli Geceyarısı Ekspresi'ne yıllar sonra tekrar bineceğiz! Geceyarısı Ekspresi'ne Dönüş: Billy Hayes ve Türkiye'nin Hikayesi belgeseli, o meşhur olayın kahramanı Billy Hayes merkezinde meseleyi yıllar sonra tekrar sorguluyor.
Ateş düştüğü yeri yakar
YAŞAMIN KIYISINDA/MANCHESTER BY THE SEA
Not: Bu yazı filmle ilgili bilgi içerir.
İnsanın kendi taşrasına dönüp geçmişiyle yüzleşmesi üzerine birçok film çekildi bugüne kadar. Senarist ve yönetmen Kenneth Lonergan'ın hem yazıp hem de çektiği Yaşamın Kıyısında bu temaya uygun olsa da hikayesiyle çok başka sularda yüzüyor.
Boston'da tamircilik yapan Lee Chandler (Casey Affleck), duygusuz, kendi halinde bir adam gibi görünse de filmin adı gibi yaşamın kıyısında duran biri. Yaşadığı büyük trajedi onu adeta yaşayan ölü haline getirmiş.
Ama hayat yakasını bırakmıyor. Abisinin ölüm haberini aldığında, doğup büyüdüğü kasabaya geri dönmek ve ergen yeğenine sahip çıkmak zorunda kalınca onun hikayesi de bir bir ortaya dökülüyor.
Üç çocuğunu bir yangında kaybetmenin acısı onun yaşamla bütün bağlarını koparmış. Bu büyük acıyla kendince hesaplaşması bitmemişken abisinin vasiyeti nedeniyle yeğenine bakmak, onun reşit olana kadar sorumluluğunu üstlenmek durumuyla karşı karşıya kalıyor. Lee Chandler'in derin acılarıyla hesaplaşma süreci de bu kararla başlıyor.
Kenneth Lonergan şimdiye kadar kalburüstü senaryolarla tanınan bir sinemacıydı. Ama Yaşamın Kıyısında'da hayatın ritmini kendine kılavuz edinerek ağır bir dramı anlatmaya soyunuyor. Ki bunu da başarıyor.
Ama tek başarısı bu değil, yönetmenliği de kalburüstü. Lee Chandler'ın dramını ilmek ilmek işlediği gibi, onun kişiliğini ve yaşadıklarını da dingin bir şekilde ve çok da stilize etmeden ele alıyor. Her sahnede Lee Chandler ile yavaş yavaş özdeşlik kurduruyor ve en sonunda onun trajedisiyle ciddi empati kurmanızı sağlıyor.
Casey Affleck'in içe dönük mükemmel performans sergilediği (ki Oscar'ı alır) film, evlat acısının (Allah kimseye yaşatmasın) yaşattığı trajedinin sinemadaki en saf karşılıklarından biri.
Anlatımı dingin olsa da, yönetmen hiçbir şekilde ajitasyona pirim vermese de insanın üzerinde sarsıcı bir etki bırakıyor...
Koyu bir hüzünle sizi başbaşa bırakan film, yılın en iyilerinden ve Oscar'ın da favorilerinden. Yüreği dayanan kaçırmasın...
Kızım sana söylüyorum seyirci sen anla!
TONI ERDMANN

Kendini işine fazlasıyla kaptırmış ve hayat damarları kurumaya yüz tutmuş kızınıza biraz kendine gel demeniz ne kadar işe yarar ki? Hayatla ve kendiyle sıkı bir şekilde dalga geçen Winfried Conradi de kızına olağan uyarısını yapıyor ama bu uyarıları işe yaramıyor. O da çareyi kızının hem özel hem de iş hayatına farklı bir kimlikle, Toni Erdmann olarak girmekte buluyor.
Toni Erdmann olarak ona yaptığı absürt şakalar ve sürprizlerle kızını yüzleşmeye zorluyor.
Alman yönetmen Maren Ade, modern zaman insanının yaşamla kuramadığı ilişkiyi, koşuşturmasını, ironik bir şekilde anlatırken sinema tarihine geçecek özgünlükte bir baba-kız öyküsünü önümüze getiriyor.
Oscar'da yabancı dilde en iyi film adaylarından olan, geçen yıl birçok seçkide en iyi film seçilen Toni Erdmann şahane bir 'kızım sana söylüyorum, insanlık sen anla' yapımı. Hınzır mı hınzır. Naçizane mutlaka görün diyebileceğim filmlerden.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.