Yaşadığımız dönemin en önemli heykeltıraşlarından biri Anthony Cragg. Fakat son derece mütevazı, birçok büyük sanatçı gibi. İstanbul Modern'in Beyoğlu'ndaki geçici mekanında açtığı İnsan Doğası başlıklı sergiyi onunla gezerken oldukça hoş sohbet birisi olduğunu da anlıyoruz. Heyecanlı, son derece iletişime açık ve meraklı biri... İnsanların eserleriyle nasıl bir ilişki kurduğunu sürekli gözlemliyor. Sergi de sergi hani. Sanatçının ilk yıllarından başlayarak günümüze kadar pek çok eserini canlı kanlı görme imkanı sunuyor bize. Cragg de, İstanbul'un orta yerinde böylesi bir sergisinin açılmasından duyduğu memnuniyeti her şekilde hissettiriyor.
Aslında İstanbullular Cragg'in eserlerine aşina. İstanbul Modern'in daha önceki koleksiyon sergilerinden birinde Çirkin Yüzler heykeli sergilenmişti. Levent'e yolu düşenler mutlaka görmüştür, sanatçının Ferko Signature'ın girişinde Must Be heykeli tüm heybetiyle karşınıza çıkıyor. Zaten Ferko Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Meriçten de sanatçıyı yakından takip eden koleksiyonerlerden biri. Ki Ferko'nun sergiye sponsor olmasının sebebi biraz bu.
Serginin küratörü ve İstanbul Modern Genel Direktörü Levent Çalıkoğlu'nun Cragg ile sergi açmak için 2009'dan beri iletişim halinde olduklarını anlatması böylesi bir serginin açılması için gösterilen çabanın büyüklüğünü anlamak için yeterli. 11 Kasım'a kadar sürecek sergi açılışı için İstanbul'a gelen, Turner ödüllü sanatçı Cragg bir araya geldik.
-
Genç bir kimyagerken ve bilim alanında çalışmak isterken yaşadığımız dönemin en önemli sanatçılarından biri oldunuz. Kırılma nerede yaşandı?
- 19 yaşımdaydım, 1968-1969 yıllarıydı. İngiltere'de sosyal ve kültürel anlamda değişimin olduğu çok heyecanlı bir dönemdi. Ben de bir kimyager olarak bir laboratuvarda teknisyen olarak çalışıyordum. Bio-kimya alanında kariyer yapmak istiyordum. Sokaktaki çok hareketli bir değişime tezat laboratuvarda çok statik bir çalışma ortamı vardı. Sıkılıyordum ve sıkıntıdan çizim yapıyordum. Bu çizimleri gören ve beğenen bir arkadaşım neden sanat okuluna gitmediğimi sordu. Böylece sanat okuluna gitmeye karar verdim ve kendimi sanat dünyasının içinde buldum. Kırılma böyle oldu. 60'ların sonunda sanat ama özellikle heykel konusunda İngiltere'de çok dinamik bir ortam vardı. Farklı ekollerden büyük fikirlerin dışavurulduğu bir dönemdi. O dönemin, tartışmaların benim heykelde yol almamda da önemli katkıları oldu.
- Serginize İnsan Doğası başlığını vermişsiniz. Ne görüyorsunuz insanın doğasında?
- Biz insanlık olarak çevremizdeki kaynakları tüketmeye, yok etmeye, güçsüz hale getirmeye odaklanmış durumdayız. Mesela binaya ihtiyaç duyuyoruz, alan açmak için ağaçları kesiyoruz, ormanları yok ediyoruz. Heykelde işte o doğadaki insanın kıymet vermediği, yok etmeye çalıştığı nesneyi malzeme olarak kullanıyor ve o malzemeye form kazandırarak tekrar kıymetli hale getirmeye çalışıyorum.
-
Eser isimlerine bakınca sahte idoller, fikrisabit, manipülasyonlar, zihnin bükümü gibi son dönemde sıkça karşımıza çıkan kavramları görüyoruz. Bu kavramları dünyada içinden geçtiğimiz politik, sosyo-kültürel iklimle ilişkilendirmek çok mu zorlayıcı olur?
- Sanatçı olmak demek, radikal bir siyasi duruş sergilemek demek aslında. Açıkçası geleceği sadece siyasetçilere ve işadamlarına da bırakamayız. Tabii yaptığım işlerde siyasi mesajlar vermek gibi bir niyetim yok. Ama zihnim ve kalbim yaşadığımız temel sorunlarla hep meşgul. İçinde bulunduğumuz koşulları, varoluşumuzu sürekli sorgular haldeyim. Ama sonuçta ben bir sanatçıyım heykel yapıyorum. Heykel yaparken mesaj verme kaygısı gütmüyorum, fakat zihnimi meşgul eden şeyler de eserlerime ister istemez yansıyor.
BİR ŞEYLERİ İLERİYE TAŞIMA GÜDÜNÜZ VAR
- 2009'dan beri Türkiye'ye gelip gittiğinizi öğrendim. Nasıl bir his veriyor ülkemiz size?
- Türkiye'yi oldukça sık ziyaret ettiğimi söyleyebilirim. Çok dinamik bir ülke. Ve bu dinamizimden etkilendiğimi söyleyebilirim. Sürekli bir şeyleri ileriye taşıma güdünüz var. Bu da bana büyük bir haz veriyor.
- İzleyicilerin yaptığınız heykellerle saf bir ilişki kurmasını ister gibisiniz. Eserlere isim yazılmamış. Sergi alanında sizinle ilgili bilgilendirici metin yok...
- Dürüst olmam gerekirse izleyiciyle heykel arasındaki ilişki benim için ikincil kalıyor. Heykeli insanlarla iletişim kurma aracı olarak görmüyorum. Heykel yapmak benim için bir yola girmek ve o yolda sıtkı sadakatle çalışmak demek. Stüdyomda malzemeyle çalışırken tam da bu yola giriyorum. Malzemede kendi varoluşumla ilgili bir şey buluyor ve bunu deneyimliyorum. Tam da bu yolculuğunu içselleştirdiğim noktada heykel birilerine hitap eder hale geliyor. En başında izleyiciyi düşünerek yola çıksam orada kendi özdeneyimimi kaçırmış olurum. Sanatla tasarım arasındaki fark da burada başlıyor.