Türkiye'nin hem ekonomi hem de sanat hayatındaki 25 yıllık gelişimine tanıklık hatta öncülük edenlerden biri kuşkusuz Eczacıbaşı... Holdingin başında çalışma hayatında 36 yılı deviren Bülent Eczacıbaşı oturuyor. Özellikle ilaç, vitrifiye, seramik sektöründeki yatırımları ile sektörde önemli bir pay sahibi olan Eczacıbaşı Topluluğu'nun patronu Bülent Eczacıbaşı çeyrek asır içinde en zorlandığı dönemin 2001 krizi olduğunu söyledi. Eczacıbaşı, "Krizler, genel olarak koalisyon hükümetlerinin işbaşında bulunduğu dönemlerde yoğunlaştı. Hükümet ortaklarından her biri, kendi etki alanında bulunan bakanlık ya da kamu kuruluşlarında giderleri artırma yarışına girdikleri gibi, ekonomi bürokrasisinin kendi ellerinde olmayan kesiminin uygulamalarını baltalamakta da sakınca görmediler. Bunların içinde, 2001 krizi, belki de sonuncusu olduğu için, güç unutulur" diyor. Sanayicilerin yıllardır kalıcı olmayan, sık sık değişen kural ve kararlarla yönetilmesinden olumsuz etkilendiklerini belirten Eczacıbaşı, döviz darboğazlarından ve en önemlisi enflasyondan büyük zararlar gördüklerini söylüyor. "Zaman zaman döviz yokluğundan hammadde temin edilemediği için üretim durdu. Hükümetlerin kamu açıklarını enflasyonla finanse etme uygulamaları, yatırım ortamında belirsizliklere yolaçarak uluslararası sermayenin gelmesini engelledi" diyen Eczacıbaşı enflasyonun reel ücretlerin düşmesine yolaçması yüzünden işçi-işveren ilişkilerinde gerginlikler yaşandığını da ekledi.
GERÇEKTEN YAŞANDI MI?
Bülent Eczacıbaşı bu gelişmeleri şöyle özetliyor: "Şimdi düşününce, geçen zamanın da etkisiyle, bunların gerçekten yaşanıp yaşanmadığı konusunda kuşku duyuyor insan." Ekonominin bugününü 1983 yılından sonra izlenen liberalleşme yönündeki ekonomi politikasının oluşturduğunu söyleyen Eczacıbaşı, "O dönemde mevcut olan avantajlar kullanılarak uluslararası rekabette ayakta kalmaya çalışıldı" diyor. Zamanla yeni avantajlar geliştirildiğini ve zaten artık büyük ölçüde bütünleşmiş olan ve gümrüklerle korunmayan dünya pazarlarında varlık gösterilmeye başlandığını belirten Eczacıbaşı'na göre ihraç ürünlerinin değişimi de dikkat çekici.
TASARIMDA DA İLERLEDİK
Eczacıbaşı bu süreci şöyle anlatıyor; "Türkiye'nin 1980'lere kadar olan sanayi ürünleri ihracatına bakılınca, bunların çok büyük ölçüde yarı işlenmiş tarım ürünleri, bir kısım gıda maddeleri ve madenler olduğu görülür. Bunlar da marka taşımayan, fiziki ya da kimyasal özelliklerine göre değerlendiren sanayi girdileridir. Dolayısıyla, o yıllara kadar bir Türk malı algısından da sözedilemez. Bu algı, ancak 1990'lı yıllarda, Türk markaları oluşmaya başladıktan sonra ortaya çıktı ve kalitenin yanısıra tasarım konusunda da ilerlemeler sağlandıkça, gelişiyor."
POTANSİYEL ALTINDAYIZ
Türkiye'nin ekonomik potansiyelini yeterince değerlendiremediğine inanan Eczacıbaşı için 'bu bariz bir gerçek'. "Bence temelinde, toplumsal ve politik sorunların enerjimizi verimsiz bir biçimde sömürmesi yatıyor. Kapasitemizin elverişli olduğuna inandığım atılımı gerçekleştirmemiz güç olacak" diyen Eczacıbaşı "O yüzden, potansiyelimizin elverdiğinin çok gerisindeki rakamlarla yetinmek zorunda kalıyoruz" tespitinde de bulunuyor.
TARIM ÜRÜNLERİNDEN SANAYİ İHRACATINA
Bülent Eczacıbaşı, "Türkiye'nin 1980'lere kadar olan sanayi ürünleri ihracatına bakılınca, bunların çok büyük ölçüde yarı işlenmiş tarım ürünleri, bir kısım gıda maddeleri ve madenler olduğu görülür. Bunlar da marka taşımayan, fiziki ya da kimyasal özelliklerine göre değerlendiren sanayi girdileri" dedi. Eczacıbaşı Türkiye'nin geldiği noktanın küçümsenmemesi gerektiğini düşünenlerden.