Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeni Merkez Bankası Başkanı için hazırlıkları tamamladıklarını açıkladı. Erdoğan, kararname Köşk'te onaylandıktan sonra belirledikleri ismi açıklayacaklarını kaydetti. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ise yerine gelecek ismi bilmediğini söyledi.
Görev süresi 18 Nisan'da dolacak olan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'ın yerine kimin geçeceği henüz kamuoyuna açıklanmadı.
Başbakan Erdoğan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclis (AKPM) 2011 Genel Kurulu'nun ilkbahar oturumuna konuk hükümet başkanı sıfatıyla katılmak için Fransa'ya hareketi öncesinde habercilerin sorularını cevapladı.
Merkez Bankası Başkanlığına yapılacak atamaya ilişkin sorulara karşılık Erdoğan, ''Kararnameyi Köşke gönderdikten sonra açıklarsak her halde daha isabetli olur ama zihinsel olarak hazırız. Biz hazırlığımızı yaptık. Bakanımla da değerlendirmeleri aramızda yaptık ve Bakanlar Kurulundaki imzayı hazırlayacaklar, tamamlayacaklar ve ondan sonra da sonra da Köşke göndereceğiz. Köşkten çıktıktan sonra belli olursa iyi olur'' diye konuştu.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ise aday konusunda kendisi ile müzakere edilmediğini ve bu konuda bilgisi olmadığını açıkladı.
YILMAZ MERKEZ BANKASI GENEL KURULU'NDA KONUŞTU.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Durmuş Yılmaz, cari açıkta artış eğiliminin devam edeceğini tahmin ettiklerini söyledi.
Başkan Durmuş Yılmaz, genel kurul toplantısında yaptığı konuşmada, cari açıkta artış eğiliminin devam edeceğini tahmin ettiklerini, alınan tedbirlerin krediler üzerindeki etkisinin ikinci çeyrekte hissedileceğini söyledi.
Yılmaz, 2009'un ilk çeyreğinden itibaren küresel krizin işgücü piyasası üzerindeki etkilerinin azaldığını, tarım dışı istihdamın hızlı şekilde toparlanmaya başladığını kaydetti. 2010 yılında işgücü piyasalarının sergilediği bu olumlu görünümün önümüzdeki dönemde sürdürülmesinin, işgücü piyasalarında verimliliği ve esnekliği artırıcı reformların yapılmasına bağlı olduğunu bildiren Yılmaz, orta ve uzun vadede enflasyon beklentilerinin hedefleriyle uyumlu olduğunu vurguladı.
TCMB Başkanı Yılmaz, tüm zorunlu karşılık artırımlarıyla piyasadan 38 milyar lira çekilmiş olacağını da söyledi.
''2010 YILINDA TÜM SEKTÖRLERDE İSTİHDAM KRİZ ÖNCESİ SEVİYELERİN ÜZERİNE ÇIKTI''
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, risk algılamalarında gelişmekte olan ülkeler genelinde gözlenen dalgalı seyre karşın, Türkiye'nin risk primi göstergelerinin diğer birçok ülkeye kıyasla daha olumlu bir performans göstererek kriz öncesi seviyelerinin altında bir seyir izlediğini söyledi.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Merkez Bankası 79. Olagan Genel Kurul'un açılışında yaptığı konuşmada, gelişmekte olan ülkelerin ek parasal genişleme önlemleri almasının, gelişmiş ekonomilerdeki düşük faiz ve bol likidite koşullarının uzunca bir süre korunacağı yönündeki beklentileri güçlendirerek 2010 yılında küresel risk iştahını artırdığını söyledi.
Bunun sonucunda gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarının hızlanarak söz konusu ülkelerin risk primlerinde azalış gözlendiğini belirten Yılmaz, bununla birlikte, Avro bölgesi çevre ülkelerinde kamu borçlarının sürdürülebilirliğine dair risklerin canlı kalmaya ve finansal piyasalar üzerinde belirleyici olmaya devam ettiğini bildirdi.
Nitekim ülke borçluluklarına ilişkin endişelerin Kasım ayından itibaren tekrar yoğunlaşmasının, riskli varlıklardan kaçınma eğiliminin güçlenmesine ve gelişmekte olan ülke risk primlerinin artmasına yol açtığını belirten Yılmaz, ''Ancak, burada vurgulamamız gereken önemli bir husus, risk algılamalarında gelişmekte olan ülkeler genelinde gözlenen dalgalı seyre karşın, Türkiye'nin risk primi göstergelerinin diğer birçok ülkeye kıyasla daha olumlu bir performans göstererek kriz öncesi seviyelerinin altında bir seyir izlediğidir'' dedi.
''ÜLKEMİZİN RİSK PRİMİ DE ARTIŞ SERGİLEMİŞTİR''
Bu olumlu gelişmede, kredi derecelendirme kuruluşlarından gelen not artırımları, referandum sürecinin sona ermesiyle siyasi belirsizliğin azalması ve güncellenen Orta Vadeli Program'ın (OVP) mali disiplinin süreceğine işaret etmesi gibi Türkiye ekonomisine özgü olumlu koşulların etkili olduğunun altını çizen Yılmaz, öte yandan, son dönemde Ortadoğu bölgesinde yaşanan sorunların etkisiyle risk primlerinin artış gösterdiğini kaydetti. Yılmaz, Söz konusu bölgede yaşanan olayların çevre ülkelere sıçrayacağı kaygısı ve petrol fiyatlarındaki artışın süreceği beklentisinin risk algılamasındaki bozulmada etkili olduğunu ifade etti. Yılmaz, ''Bu çerçevede, ülkemizin risk primi de artış sergilemiştir'' dedi.
2010 yılında maliye ve para politikalarının yurt içi talep üzerindeki genişletici etkilerinin giderek belirginleştiğini, gelişmiş ülkelerdeki zayıf toparlanma eğiliminin yurt içi iktisadi faaliyeti sınırlamaya devam etmesine rağmen, iç talepteki güçlü toparlanmanın etkisiyle, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'nın (GSYH), 2010 yılında yüzde 8,9 oranında artış kaydettiğini anlatan Yılmaz, nitekim, bu dönemde GSYH büyümesinin en önemli bileşenin özel kesim yatırım ve tüketim talebi olduğunun görüldüğünü bildirdi.
2009 yılının ilk çeyreğinden itibaren küresel krizin iş gücü piyasası üzerindeki etkilerinin azaldığını ve tarım dışı istihdam hızlı bir şekilde toparlanmaya başladığını anlatan Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
''2010 yılında tarım dışı istihdamdaki artışın krizle beraber ortaya çıkan iş kaybını telafi ettiği, tüm sektörlerde istihdamın kriz öncesi seviyelerin üzerine çıktığı görülmektedir. 2010 yılında iş gücü piyasalarının sergilediği bu olumlu görünümün önümüzdeki dönemde de sürdürülmesi, daha önce de çeşitli vesilelerle vurguladığım gibi, iş gücü piyasalarında verimliliği ve esnekliği artırıcı reformların yapılmasına bağlıdır.
Bu reformlar aynı zamanda istihdamın da kayıt altına alınmasını sağlayarak ülkemizin sosyal güvenlik sistemini destekleyecektir.2010 yılının ikinci çeyreğinden itibaren kademeli bir artış gösteren reel iş gücü maliyeti son çeyrekte yatay seyretmiştir. İşsizlik oranlarının kriz öncesi düzeylerinin üzerinde seyretmeye devam etmesi birim iş gücü maliyetindeki artışı sınırlamaya devam etmiştir.
Bu durum 2010 yılında hizmet fiyatlarındaki artışları sınırlayan temel unsur olmuştur. Dış talebin zayıf seyrini korumasına karşın, iç talepteki güçlü toparlanma sonucu, 2010 yılında dış ticaret açığı hızla genişlemiştir. Dış ticaret açığındaki hızlı büyümenin yanı sıra hizmet giderlerindeki artış da cari açığa olumsuz katkıda bulunmuştur. Bunun yanı sıra, ithalat artışının etkisiyle taşımacılık giderleri de bu dönemde artış göstermiştir. Böylece, 2009 yılında 14,3 milyar dolara gerileyen cari işlemler açığı, 2010 yılında 48,6 milyar dolara yükselmiştir.''
DIŞ TALEPDE KADEMELİ TOPARLANMA SÜRÜYOR
Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, son dönemde açıklanan verilerin, 2011 yılı Ocak‐Şubat döneminde iç talepteki güçlü seyir doğrultusunda ithalattaki hızlı artışın devam ettiğini, ihracatta ise dış talepteki göreli zayıf seyre bağlı olarak kademeli bir toparlanmanın sürdüğünü gösterdiğini anlattı. Yılmaz, bununla birlikte Kuzey Afrika'da yaşanan siyasi gerginliklerin bir yandan dış talep kanalıyla ihracattaki toparlanmayı yavaşlatırken, diğer yandan petrol fiyatlarındaki artışlar kanalıyla ithalatı artırdığına işaret etti.
Dolayısıyla, kısa vadede geçtiğimiz yılın düşük bazının da etkisiyle cari açıktaki artış eğiliminin devam edeceğini tahmin ettiklerini belirten Yılmaz, bununla birlikte, son dönemde aldıkları politika tedbirlerinin krediler ve ithalat üzerindeki sınırlayıcı etkisinin yılın ikinci çeyreğinden itibaren görülmeye başlayacağını öngördüklerini bildirdi.
YURT İÇİ KREDİ HACMİ
Yurt içi kredi hacminin, 2010 yılında yüksek oranda artış gösterirken, özellikle yılın son çeyreğinde belirgin bir ivme kazandığını vurgulayan Yılmaz, krizin etkilerinin hafiflemesiyle birlikte kredi kullanan sektörlerin sayısının hızla arttığını ve kredi vadelerinin uzadığını söyledi.
Yılmaz, kredilerin kullanımının canlanmasında, Merkez Bankasının kriz sonrasında kredi piyasalarının işlevselliğinin devamını sağlamaya yönelik olarak aldığı önlemlerin ve bu çerçevede iktisadi faaliyette görülen hızlı toparlanma ile olumlu ekonomik görünümün etkili olduğunun altını çizmekte fayda gördüğünü bildirdi.
Buna ek olarak,gelişmiş ülke merkez bankaları tarafından uygulanan parasal genişleme politikaları sonucu bollaşan küresel likidite ile olumlu ekonomik görünümün faiz oranlarını düşük ve öngörülebilir kılmasının kredi kullanımının canlanmasını sağlayan diğer etkenler olarak ön plana çıktığını belirten Yılmaz, bu noktada, bollaşan küresel likiditenin yol açtığı hızlı kredi genişlemesinin olumsuz etkilerini sınırlamak amacıyla 2010 yılı içerisinde uygulamaya koydukları önlemlerin, finansal istikrarı gözetmek ve dış şoklara karşı dayanıklılığı artırmak açısından önemli olduğu kaydetti. Yılmaz, ancak söz konusu önlemlerin krediler üzerindeki etkilerinin gecikmeli olarak gerçekleşeceğinin öngörüldüğü hususunu önemle vurgulamak istediğini bildirdi.
''FAİZ GİDERLERİNDE DE AZALMA BEKLENİYOR''
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, önümüzdeki kısa dönemde enflasyonun petrol fiyatlarının gecikmeli yansımaları ve baz etkisiyle yukarı yönlü bir hareket sergilemesinin beklendiğini bildirdi.
Merkez Bankasının 79. Hesap Dönemi Olağan Genel Kurul toplantısı, bankanın İdare Merkezinde başladı.
Başkan Durmuş Yılmaz, genel kurul toplantısında yaptığı konuşmada, küresel ekonomik kriz nedeniyle ortaya çıkan daralmanın kamu gelirlerini önemli ölçüde azaltması ve krizin etkilerini hafifletmeye yönelik olarak uygulanan geniş kapsamlı mali teşvik paketlerinin, küresel ölçekte kamu mali açığının ve borç stokunun artmasına yol açtığını belirtti.
Yılmaz, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı birçok gelişmekte olan ülkenin ise uyguladıkları mali teşvik programlarının göreli olarak daha küçük çaplı olması, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın daha hızlı gerçekleşmesi ve küresel krize görece düşük bütçe açığı ve borç stoku ile girmeleri nedeniyle kamu maliyesi dengeleri açısından daha olumlu bir görünüm sunduğunu söyledi.
2011-2013 dönemini kapsayan ve 2010 yılının Ekim ayında kamuoyuna açıklanan Orta Vadeli Programa (OVP) göre, faiz dışı bütçe harcamalarının GSYH'ye oranının 2010 yılından itibaren kademeli olarak azaltılmasının öngörüldüğünü anlatan Yılmaz, bunun yanı sıra, iç borçlanma faizlerinde gerçekleşen düşüşle birlikte faiz giderlerinde de azalma beklendiğini kaydetti.
Vergi gelirlerinin ise vergi denetimlerinin güçlendirilmesi ve vergi tabanının genişletilmesine yönelik yasal ve idari düzenlemelerle artırılmasının amaçlandığını ifade eden Yılmaz, bütçe açıklarının aşamalı olarak azaltılmasıyla birlikte kamu borcunun GSYH;ye oranının da 2010 yılından itibaren düşüş eğilimine geri döndüğünün gözlendiğini belirtti.
Nitekim 2010 yılında iktisadi faaliyetteki toparlanmanın öngörülenden daha hızlı gerçekleşmesi ve faiz giderlerindeki düşüşlerin, ülke ekonomisinde kamu maliyesi dengelerini olumlu etkilediğini işaret eden Yılmaz, ekonomideki hızlı büyüme eğilimine ve yapılan vergi ayarlamalarına bağlı olarak artan vergi gelirlerinin bütçe performansındaki iyileşmenin temel kaynağını oluşturduğunu, faiz giderlerinin belirgin olarak azalmasının da kamu maliyesi dengelerine olumlu katkıda bulunduğunu kaydetti.
OVP'de kamu maliyesine ilişkin göstergelerin, 2010 yılında ekonominin öngörülenden daha güçlü bir biçimde toparlanmasının da katkısıyla ortaya çıkan iyileşmenin önümüzdeki dönemde de devam edeceğine işaret ettiğini ifade eden Yılmaz, nitekim son dönemde açıklanan verilerin, iktisadi faaliyetteki canlılığın sürmesine bağlı olarak kamu maliyesindeki olumlu görünümün devam ettiğine işaret ettiğini söyledi. Yılmaz, bununla birlikte, mali disiplinin kalıcılığının sağlanabilmesi ve Türkiye'nin diğer ülkelerden olumlu yönde ayrışmaya devam edebilmesi açısından, mali çerçevenin OVP'de öngörülen kurumsal ve yapısal iyileştirmelerle güçlendirilmesinin önem taşıdığını ifade etti.
PARA POLİTİKASI KARARLARI VE UYGULAMALARI
Yılmaz, 2010 yılı genelinde vergi düzenlemeleri ve işlenmemiş gıda fiyatlarının seyrinin enflasyon üzerinde belirleyici olduğunu, temel enflasyon göstergelerinin ise işsizlik ve kapasite kullanım oranlarının kriz öncesi seviyelerinin altında seyretmesinin etkisiyle düşük ve istikrarlı seyrini koruduğunu anlattı. Böylece, enflasyon 2010 yılı sonunda yüzde 6,4 düzeyine gerileyerek yüzde 6,5 olan yılsonu hedefine oldukça yakın gerçekleştiğini anımsatan Yılmaz, gıda fiyatlarındaki aşağı yönlü düzeltmenin de katkısıyla enflasyondaki düşüşün 2011 yılının ilk üç ayında da sürdüğünü ve Mart ayı itibarıyla enflasyonun yüzde 3,99'a gerilediğini anımsattı.
Durmuş Yılmaz, 2010 yılı sonunda, temel fiyat göstergelerinden enerji, işlenmemiş gıda, alkollü içecekler ile tütün ve altını dışlayan göstergenin (H endeksi) yıllık artış oranının yüzde 3,49 olarak gerçekleşirken, bu endeksten işlenmiş gıda çıkarılarak hesaplanan göstergenin (I endeksi) yıllık enflasyonunun yüzde 2,99 ile endeksin oluşturulduğu tarihten bu yana en düşük yılsonu seviyesinde gerçekleştiğini kaydetti. Yılmaz, 2011 yılının ilk üç aylık döneminde çekirdek göstergelerin yıllık artış oranının bir miktar yükseliş gösterse de göreli olarak düşük seyrini koruduğunu ifade etti.
TEMEL ENFLASYON GÖSTERGELERİ VE TÜFE ENFLASYONU
2010 yılı boyunca gıda fiyatlarının dalgalı seyri nedeniyle yıl sonu enflasyon beklentilerinde dalgalanmalar görülse de orta vadeli beklentilerde önemli bir değişim gözlenmediğini belirten Yılmaz, ''2011 yılının ilk çeyreği itibarıyla 24 ay sonrası için enflasyon beklentisi yüzde 6,29 düzeyinde olup orta vadeli hedefimiz olan yüzde 5'in bir miktar üzerinde seyretmektedir'' dedi.
Önümüzdeki kısa dönemde enflasyonun petrol fiyatlarının gecikmeli yansımaları ve baz etkisiyle yukarı yönlü bir hareket sergilemesinin beklendiğini ifade eden Yılmaz, Orta Vadeli Enflasyon görünümüne ilişkin güncel değerlendirme ve öngörülerinin ise olası riskler ve politika önlemleri ile birlikte 28 Nisan 2011 tarihinde yayımlayacakları Enflasyon Raporu'nda ayrıntılı bir şekilde paylaşacaklarını bildirdi.
Küresel finans krizinin derinleşmesini takiben bir yandan fiyat istikrarı hedefini gözetirken, diğer yandan krizin iktisadi faaliyet ve finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini sınırlamaya yönelik politikalara odaklandıklarını ifade eden Yılmaz, bu çerçevede, Merkez Bankasının bir yandan destekleyici likidite önlemlerini devreye sokarken diğer yandan politika faizlerini hızla indirdiğini ve uzun süre düşük seviyelerde tuttuğunu anlattı.
Geçen yılın başlarından itibaren krizin finansal piyasalar üzerindeki etkilerinin hafiflemesiyle para ve kredi piyasalarındaki normalleşmeyi göz önüne alarak, 14 Nisan 2010 tarihinde, kriz sırasında aldıkları önlemlerin geri alınmasını ve para politikasını normalleştirme operasyonlarını içeren çıkış stratejisini kamuoyu ile paylaştıklarını ifade eden Yılmaz, kriz döneminden çıkış stratejilerinin birçok merkez bankasına göre daha sade olduğuna işaret etti.
Çıkış stratejisi kapsamında, kredi piyasasında gözlenen olumlu gelişmeler ve iktisadi faaliyetteki toparlanma eğiliminin de dikkate alınarak, kriz döneminde devreye sokulan geçici likidite desteklerinin geri çekilmeye başlandığını belirten Yılmaz, ayrıca bu kapsamda piyasaya ihtiyacından fazla sağlanan likiditenin, normalleşmeye paralel olarak, kademeli biçimde azaltıldığını söyledi.
Yılmaz, buna ek olarak, Mayıs ayında teknik faiz ayarlaması sürecinin ilk adımının atılarak 1 hafta vadeli repo ihale faiz oranlarının politika faiz oranı olarak belirlenmesine karar verildiğini kaydetti.
2010 yılı Mayıs ayından itibaren avro bölgesinde öne çıkan mali sorunların etkisiyle dış talebe ilişkin belirsizliklerin yeniden artmaya başladığını ifade eden Yılmaz, bu görünümün, politika faizlerinin uzun süre düşük düzeylerde seyretmesi gerekebileceğine dair öngörülerini doğruladığını söyledi.
Yılmaz, bu gelişmeler çerçevesinde, Mayıs‐Ağustos 2010 döneminde mevcut para politikasının duruşunun korunduğunu, politika faiz oranlarının düşük düzeylerde sabit tutulmaya devam edildiğini kaydetti.
''PİYASADAN YAKLAŞIK 38 MİLYAR TL LİKİDİTE ÇEKİLMİŞ OLACAK''
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, 15 Nisan'dan itibaren yürürlüğe girecek son düzenleme ile birlikte, Ekim 2010 tarihinden itibaren yapılan zorunlu karşılık düzenlemeleriyle piyasadan yaklaşık 38 milyar lira likiditenin çekilmiş olacağını bildirdi.
Yılmaz, TCMB'nin 79. Hesap Dönemi Olağan Genel Kurul toplantısında yaptığı konuşmada, 2010 yılının son çeyreğinde gelişmiş ülke merkez bankalarının miktarsal genişleme sürecine girmesi ve buna bağlı olarak gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarının güçlenmesinin, para politikası stratejisinde önemli değişiklikler yapmalarını gerekli kıldığını belirterek, kısa vadeli sermaye girişlerinin iç ve dış talebin büyüme hızlarındaki ayrışmayı beslemesinin, cari işlemler açığının hızla artmasına neden olduğunu ve makro finansal riskleri azaltıcı yönde önlem almalarını zorunlu hale getirdiğini söyledi.
Başkan Yılmaz, bu doğrultuda, gerek politika faizi gerekse likidite yönetimi araçları ile zorunlu karşılık oranlarını, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlamak amacına yönelik olarak birlikte kullanmaları gerektiğini ifade etti.
Yeni politika tasarımı çerçevesinde, Türk Lirası (TL) zorunlu karşılık oranının eylül ve kasım aylarında 0,50'şer puan artırılarak yüzde 6 düzeyine yükseltildiğini hatırlatan Yılmaz, buna ek olarak, zorunlu karşılık oranlarının makroekonomik ve finansal riskleri azaltıcı araçlardan biri olarak daha etkin şekilde kullanılabilmesini sağlamak amacıyla eylül ayında TL zorunlu karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına son verdiklerini kaydetti.
Sermaye girişlerinin artarak devam etmesi üzerine, kasım ayında TCMB'nin gecelik piyasada uyguladığı borçlanma faiz oranının yüzde 5,75'ten yüzde 1,50'ye indirildiğini, borç verme faiz oranının ise 0,25 puan artırılarak yüzde 9'a çıkarıldığını anımsatan Yılmaz, şunları kaydetti:
''Benzer bir düzenleme geç likidite penceresi faiz oranlarında da uygulanmıştır. Bu önlemlerin yanı sıra, aralık ayında kapsamlı bir düzenlemeye gidilerek TL zorunlu karşılık oranları vadelere göre farklılaştırılmış, daha önce zorunlu karşılığa tabi olmayan yurt içi ve yurt dışı repo işlemlerinden sağlanan bazı fonlar da zorunlu karşılık kapsamına alınmıştır. Söz konusu düzenlemeyle bankacılık sisteminde yükümlülüklerin vadesinin uzatılarak banka bilânçolarındaki vade uyumsuzluğunun azaltılması ve yabancı sermaye girişlerinin daha uzun vadeye yönlendirilmesi amaçlanmıştır.
Mart ayı itibarıyla, gerek kredilerin gerekse diğer iç talep göstergelerinin görece güçlü seyrini korumaya devam etmesi, ilave bir parasal sıkılaştırmanın gerekli olduğuna işaret etmiştir. Bankamız, söz konusu sıkılaştırmanın politika faizinden ziyade zorunlu karşılıklar vasıtasıyla yapılmasının iç ve dış talepteki ayrışmadan kaynaklanan makro finansal risklerin azaltılması açısından daha etkili olacağını değerlendirmiştir. Bu doğrultuda, kısa vadeli yükümlülükler için zorunlu karşılık oranlarının ağırlıklı ortalamasında güçlü bir artışa gidilmesine karar verilmiştir. Bu kapsamda, Türk lirası zorunlu karşılık oranları vadesiz ve kısa vadeli mevduatlar/katılım fonları ile diğer yükümlülükler için artırılmıştır. Bu çerçevede, 15 Nisan'da yürürlüğe girecek son düzenleme ile birlikte, Ekim 2010 tarihinden itibaren yapılan zorunlu karşılık düzenlemeleriyle piyasadan yaklaşık 38 milyar TL likidite çekilmiş olacaktır.
Aldığımız tedbirlerin, yılın ikinci çeyreğinden itibaren iç talep ve krediler üzerinde etkisini göstermesi beklenmektedir. Alınan politika tedbirleri, temel olarak toplam talebin bileşenlerinin daha dengeli bir büyüme patikasına oturtulması yoluyla makro finansal risklerin azaltılmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Son dönemde iç ve dış piyasaya yönelik sipariş beklentilerinin giderek daha dengeli bir görünüm arz etmesi, uygulanan politikaların kısmen de olsa etkisini göstermeye başladığına işaret etmektedir.''
''DÖVİZ ALIM TUTARI ARTIRILDI''
2010 yılında, enflasyon hedeflemesi rejimi ile birlikte dalgalı döviz kuru rejimi uygulamasına devam ettiklerini hatırlatan Yılmaz, TCMB'nin güçlü döviz rezerv pozisyonuna sahip olma politikası çerçevesinde döviz arzının döviz talebine oranla arttığı dönemlerde serbest piyasa koşullarını en az düzeyde etkileyecek şekilde döviz alım ihaleleri düzenlendiğini belirtti.
Bu çerçevede, diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte, Türkiye'ye yönelik sermaye girişlerinin daha istikrarlı bir şekilde güçlenmesi sebebiyle ağustos ayında günlük döviz alım ihale tutarını artırdıklarını ifade eden Yılmaz, 4 Ekim 2010 tarihinden itibaren ise, döviz rezervlerini güçlendirmek amacıyla Türkiye'ye yönelik sermaye akımlarından daha etkin bir şekilde faydalanmak ve söz konusu akımların değişkenliğine karşı daha esnek olabilmek amacıyla döviz alım ihalelerinde yöntem değişikliğine gidildiğini kaydetti.
Bu çerçevede, uluslararası piyasalardaki gelişmelere bağlı olarak likidite koşullarının iyileşmesi ve yurt içine sermaye akışının güçlü seyretmesi durumunda döviz alımlarının hızlandırılabilmesi için düzenli döviz alım ihalelerinde tutarın artırılabildiğini belirten Yılmaz, döviz alımlarının hızlandırılmasına karar verilmesi durumunda ilave alım tutarının haftanın ilk iş gününde belirlenerek kamuoyuna duyurulduğunu ifade etti.
Yeni yöntemin rezerv birikimi açısından döviz arzının döviz talebine oranla arttığı dönemlerde yeterli esnekliği sağladığı dikkate alınarak, 3 Ocak 2011 tarihinden itibaren gerçekleştirilecek düzenli ihalelerde bankaların opsiyon hakkı olmayacağının karara bağlandığına işaret eden Yılmaz, ayrıca, aynı kararla günlük ihale alım tutarının 50 milyon dolara yükseltilerek opsiyon uygulamasının sona erdirilmesi nedeniyle döviz alım miktarlarında oluşabilecek keskin düşüşün önlendiğini söyledi.
Yılmaz, 2010 yılında ihaleler yoluyla alınan toplam döviz miktarının 14,9 milyar dolar olduğunu belirterek, 2010 yılı sonu itibarıyla 80,7 milyar dolar düzeyinde olan altın hariç brüt döviz rezervlerinin, Mart 2011 itibarıyla 86,2 milyar dolar düzeyine yükseldiğini bildirdi.
''ENFLASYON HEDEFLEMESİ VE DALGALI DÖVİZ KURU REJİMİNE DEVAM EDİLİYOR''
Durmuş Yılmaz, 2011 yılında para ve kur politikasının genel çerçevesinin TCMB'nin 21 Aralık 2010 tarihli ''2011 Yılında Para ve Kur Politikası'' başlıklı duyurusu ile kamuoyuna açıklandığını hatırlatarak, bu çerçevede, 2011 yılında da enflasyon hedeflemesi ve dalgalı döviz kuru rejimlerinin uygulanmasına devam edildiğini kaydetti.
2011 yılı sonu için belirlenen enflasyon hedefinin yüzde 5,5 olduğunu ifade eden yılmaz, belirsizlik aralığının hedef etrafında her iki yönde 2 yüzdelik puan olarak korunduğunu belirtti.
Fiyat istikrarını sağlama ve sürdürme amacı doğrultusunda, 2011 yılında da, makroekonomik riskleri ve finansal istikrarı gözetmeye devam ettiklerini dile getiren Yılmaz, şöyle devam etti:
''Bu amaçla para politikası ve likidite yönetiminin etkinleştirilmesine yönelik uygulamalarımızı sürdürmekteyiz. Bu bağlamda, ortaya çıkacak ihtiyaçlara göre, gelecek dönemde de likidite yönetimi stratejisinde değişikliklere gidilebilecek; temel para politikası aracı olan 1‐hafta vadeli repo ihale faiz oranının etkinliğini desteklemek ve finansal istikrara ilişkin riskleri sınırlamak amacıyla borçlanma ve borç verme faiz oranları koridoru ile zorunlu karşılık oranları gibi diğer araçlar da aktif olarak kullanılabilecektir.
Önümüzdeki dönemde para politikası fiyat istikrarının kalıcı olarak tesis edilmesine odaklanmaya devam edecektir. Bu süreçte, Bankamız ve ilgili kurumlarca finansal istikrara yönelik alınan önlemlerin enflasyon görünümü üzerindeki etkileri de dikkatle değerlendirilecektir. Orta vadede mali disiplinin sürdürüleceğine dair taahhütlerin yerine getirilmesi ve yapısal reform sürecinin güçlendirilmesi, ülkemizin kredi riskindeki göreli iyileşmeye katkıda bulunarak makroekonomik istikrarı ve fiyat istikrarını destekleyecektir. Mali disiplinin devamı aynı zamanda para politikasının hareket alanını genişletecek ve faizlerin düşük düzeylerde kalıcı olmasını sağlayarak toplumsal refahı destekleyecektir. Bu çerçevede, Orta Vadeli Programın ve Avrupa Birliğine uyum ve yakınsama sürecinin gerektirdiği yapısal düzenlemelerin hayata geçirilmesi konusunda atılacak adımların büyük önem taşımaktadır.''