Alfabe, 1 Kasım 1928 yılında kabul edilmiştir. 1353 sayılı Kanun ile kabul edilen alfabede 29 harf bulunmaktadır. Alfabe kaç harf sorusu ilkokul öğrencilerinin aklındaki en önemli soru işareti olurken, alfabe sırası da bu noktada en çok araştırılan konudur. Türkçe alfabe harfleri ve A'dan Z'ye tüm harflerin alfabetik sıralaması için doğru yerdesiniz.
Türk alfabesi A harfi ile başlar, Z harfi ile son bulur. X ve W gibi harfler, Türkçe alfabede var sanılsa da, fakat bu harfler Türkçe değildir ve Türk alfabesinde bulunmamaktadır. 29 harften oluşan alfabemizde, 8'i sesli yani ünlü harf vardır. Geri kalan 21 harf ise sessiz harf olarak yani ünsüz harfler olarak adlandırılırlar.
Ünlü (Sesli) Harfler: a, e, ı, i, o, ö, u, ü
Kalın Ünlüler: a, ı, o, u
İnce Ünlüler: e, i, ö, ü
Ünsüz (Sessiz) Harfler: b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z
Sert Ünsüzler: ç, f, h, k, p, s, ş, t
Yumuşak Ünsüzler: b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z
Biz, Türkler olarak ilk önce 38 harften meydana gelen Orhun alfabesini kullandık. Bu alfabeye ait ilk yazı örnekleri M.Ö 5. yüzyılda Issıg (esik) kurganında keşfedilmiştir. Daha sonrasında ise 18 harfli Uygur alfabesini kullanmaya başladık ve İslamiyet'in kabulü ile de Arap alfabesi ilk Müslüman Türk devletleri arasında hızla yayıldı. Modern Türkiye'de ise biz, 1928 senesinde Latin alfabesine geçiş yaptık ve alfabe şu anda, günümüzde kullandığımız halini aldı. Günümüzde kullandığımız Türkçe alfabe sıralama, içeriğimizde mevcuttur.
Büyük Harfler İle Alfabe Sırası: A B C Ç D E F G Ğ H İ I J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z
Küçük Harfler İle Alfabe Sıralaması: a b c ç d e f g ğ h i ı j k l m n o ö p r s ş t u ü v y z
Alfabe veya abece, her biri dildeki bir sese karşılık gelen harfler dizisidir. "Abece" kelimesi, Türkçedeki ilk üç harfin okunuşundan oluşur.
Benzer biçimde Fransızca kökenli "Alphabet" kelimesinden Türkçeye geçen "alfabe" sözcüğü, eski Yunancadaki ilk iki harf olan "alfa" ile "beta"nın okunuşundan gelir.
Editörün Önerisi ➜ İngilizce Sayılar İçin Tıklayınız
Tabii ki bazı Türk milletleri tarih içerisinde farklı alfabeler kullanmış olabilirler. Örneğin Orta Asya'da bulunan Türk Devletlerinin farklı alfabeleri vardır ve tarih içerisinde de birçok Türk devleti alfabe konusunda şartlar ve koşulların gereği farklı alfabeleri tercih edip kullanmışlardır. Fakat genel olarak biz Anadolu Türklerinin kronolojisi, her ne kadar istisnalar mevcut olsa bile, bu şekildedir.
Türklerin kullandığı alfabe sırasıyla:
Şeklinde sıralanabilir.
Türklerin kullandığı ilk alfabe Orhun alfabesidir. Köktürk (Göktürk) alfabesi olarak da adlandırılan eski Türk yazısı, Göktürkler'in yanı sıra, 7. Yüzyıldan 10'uncu yüzyıla kadar, erken dönem Türk kağanlıklarının temel yazı dili olarak karşımıza çıkar. 4'ü ünlü 38 harften oluşan alfabedeki her bir birim yani her harf "tamga" (damga) olarak adlandırılır. Yenisey Yazıtları ve Orhun Yazıtları gibi Türkçenin ilk yazılı metinlerinde bu alfabeye rastlanır.
Eski Uygur alfabesi ise, Eski Uygur Türkçesinin yazı dilinde kullanılmakta olup Orta Asya'daki diğer Türk topluluklarında da kullanıma girmiştir. 8.-17. Yüzyıllarda Doğu Türkistan başta olmak üzere Harezm ve Altın Orda coğrafyasında da kendine yer bulmuştur. Edebiyat ve ticaret vasıtasıyla söz konusu dönemde Uygur alfabesi kullanımı İstanbul'a kadar uzanmıştır.
Arap alfabesi temelli Osmanlı alfabesi, Türk yazı dilinde en geniş yer tutan alfabelerden biridir. Bu alfabe, Arap alfabesindeki 28 harfe ek olarak Türkçe seslerin de eklenmesiyle 34 harften müteşekkildir. 10. Yüzyıldan itibaren Osmanlı Türkçesi'nde kullanılan bu alfabe, Latin temelli Türk alfabesinin kabul edilişine dek Türk yazı dilinde yer tutmuştur. Uygur alfabesine olan benzerliğiyle diğer Türk topluluklarıyla iletişimi ve edebi dilin gelişimini kolaylaştırmıştır.
Günümüzde kullanılan Türk alfabesi ise, Latin ya da Roma alfabesi olarak geçen ve Antik Roma'dan günümüze ulaşan alfabe tabanlı bir yazı sistemidir. 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen Latin temelli Türk alfabesi, 29 harften oluşmaktadır. Modern Türk alfabesi 1353 sayılı kanunla kabul edilmiştir ve günümüzde de kullanımdadır.
Türkçe'de ünlü harfler söyleniş şekline göre düz, yuvarlak, art damaksıl, ön damaksıl, genizsil, geniş, dar gibi tasniflere ayrılır. Türkçe ünlü harflerin tasnifi tablosu şu şekildedir;
Art Ünlüler: /a/, /ı/, /o/, /u/ Ön Ünlüler: /e/, /i/, /ö/, /ü/
Düz Ünlüler: /a/, /e/, /ı/, /i/ Yuvarlak Ünlüler: /o/, /ö/, /u/, /ü/
Geniş Ünlüler: /a/, /e/, /o/, /ö/ Dar Ünlüler: /ı/, /i/, /u/, /ü/
Amenerrasulü Duası, Kur'an-ı Kerim'de Bakara Suresinin son iki ayetidir. Amene'r-Rasulü olarak da ifade edilmektedir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s) Amenerrasulü duası için ''cennet hazinelerinden indirilmiştir'' buyurmuştur. Bu nedenle Müslüman âlemi için çok mühim bir yere sahiptir. Amenerrasulü, yatsı namazlarından sonra okunmaktadır. Amenerrasulü duası Arapça yazılışı, Türkçe anlamı, meali ve faziletleri ile ilgili en geniş bilgilere aşağıda yer verdik. İşte, Amenerrasulü duası Arapça Türkçe okunuşu, fazileti ve anlamı!
Amenerrasulü, Kur'an-ı Kerim'de yer alan ayetlerden oluşur. Bakara Suresinde yer alan son iki ayettir. Müslüman âlemi için mühim bir yere sahip olup, yatsı namazlarının ardından okunmaktadır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s) Amenerrasulü duası fazileti ile ilgili olarak çok önemli ifadelerde bulunmuştur. Amenerrasulü duası Arapça yazılışı, Türkçe anlamı, meali ve faziletleri ile ilgili olarak n geniş detaylara göz atabilir, bu duayı haberimizden ezberleyebilirsiniz.
Amene-rrasûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihi velmu/minûn(e)(c) kullun âmene bi(A)llâhi ve melâ-iketihi ve kutubihi ve rusulihi lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(i)(c) ve kâlû semi'nâ ve ata'nâ(s) ġufrâneke rabbenâ ve-ileyke-lmasîr(u) (Bakara-285)
Lâ yükellifu(A)llâhu nefsen illâ vus'ahâ(c) lehâ mâ kesebet ve'aleyhâ me-ktesebet(k) rabbenâ lâ tu-âḣiżnâ in nesînâ ev aḣta/nâ(c) rabbenâ velâ tahmil 'aleynâ isran kemâ hameltehu 'ale-lleżîne min kablinâ(c) rabbenâ velâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(i)(s) va'fu 'annâ vaġfir lenâ verhamnâ(c) ente mevlânâ fensurnâ 'ale-lkavmi-lkâfirîn(e) (Bakara-286)
Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: "Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz." Şöyle de dediler: "İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır. (Bakara-285)
Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): "Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Bakara-286)
1 - "Bakara sûresinin sonunda iki âyet vardır ki, bir gecede okuyana onlar yeter; onu her türlü kötülüklerden korur." (Buhârî, Fezâilü'l-Kur'an 10; Müslim, Müsâfirin 255)
2 - Ebu Umame (r.a.)'den rivayet edildi ki, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Dört şey Arşu'r-Rahman'ın altındaki hazineden (Cennet hazinelerinden) indirilmiştir. Bunlar Fatiha-i Şerif, Ayete'l-Kürsi, Sure-i Bakara'nın sonu (Amenerresulü) ve Kevser Suresidir." (El-Mütteki, Kenzu'l Ummal, 1/558)
3 - Ebû Mesut el-Bedrî'den (radıyallahu anh) rivayete göre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:
"Her kim Bakara sûresinin sonundaki iki âyet-i celîleyi (Âmene'r-Rasûlü) her gece okursa ona kifayet (ona yeter) eder." (Buhârî, Megâzî, 12; Müslim, Müsâfirin, 255; Tirmizî, Sevâbül-Kur'ân, 4)
Sûrenin başında Allah'ın iyi kullarının gayb âlemine, doğru yolu göstermek üzere gönderilmiş Kur'an'a ve ondan önce gelen kitaplara iman ettikleri, namazı kılıp zekâtı verdikleri, Allah'ın verdiklerinden O'nun rızâsı için harcamalar yaptıkları, bu iman ve güzel ameller sayesinde Allah rızâsına uygun bir hayat sürüp iki cihan saadetine nâil oldukları zikredilmişti. Arkadan tafsilâta geçilmiş, daha önce gelen kitaplar, peygamberler, ümmetler, Allah'ın onlara bahşettiği çeşitli nimetler, nankörlükler, isyanlar anlatılmış, bunlardan ibret alınarak İslâm'ın getirdiği hidayetten sapılmaması pekiştirilerek istenmişti.
Bu sûre, hicretin ilk yıllarında geldiğinde muhatapları büyük ölçüde Allah'ın rızâsına uygun bir hayat yaşıyorlardı. O'nun rızâsı için her şeylerini geride bırakarak Medine'ye hicret etmiş muhacirlerle onlara her şeyleriyle kucak açmış ensar vardı. Allah Teâlâ sûrenin sonunu getirirken bu kullarına bir mükâfat olmak üzere onlar hakkındaki hükmünü, onların kendi nezdindeki yer ve değerlerini bildirmek istemiş, böylece ilk müslümanların yolunu izleyecek olanlara da bir dinî hayat dersi, kul ile rabbi arasındaki ilişkiyi kurmanın yolu hakkında bir anahtar vermiştir: Resul ve çevresindeki müminlerin imanlarının ve itaatlerinin Allah tarafından tasdik edilmesi eşsiz bir iltifat, emsalsiz bir saadet vesilesidir. Bu tasdiki takip eden niyaz tâlimi ise kulluk yolundaki iniş çıkışları göstermekte, iyi niyetli kulların istemeden meydana gelen kusurlarını yüce mevlânın bağışlayacağına işaret etmekte, Hz. Peygamber'in ümmetine gelen en son ve kâmil dinin başta gelen özelliklerinden biri olan "kolaylık" temel kuralını dile getirmekte; esasen kulluğun güç olmadığını, çünkü Allah'ın kullarına güçlerini aşan yükümlülükler buyurmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Sûrenin başıyla sonu âdeta bir levhanın iki parçası gibi birbirini tamamlamaktadır. Nitekim ümmetin geleneğinde de hem özellikle okunarak hem de levhalaştırılıp itina ile duvarlara asılarak bu özellik hayata geçirilmiştir (peygamberler arasında ayırım yapılmamasının anlamı hakkında bk. Bakara 2/136).
Allah'ın, kullarını güçlerini aşan fiillerle ve davranışlarla yükümlü kılmayacağını ifade eden bu âyet, İslâm düşüncesinde ortaya çıkmış bulunan önemli bir tartışmanın çözümüne ışık tutmaktadır. "Allah'ın kullarına, güçlerini aşan bir görevi yüklemesi (teklîf-i mâlâ yutâk) câiz midir?" sorusu etrafında gelişen bu tartışmada, Allah'ın kudret ve iradesini sınırlar korkusuyla "câizdir" diyenlere karşı, O'nun hikmetine, adaletine, imtihan iradesine, dinî, ahlâkî, hukukî değerlerin, mükâfat ve cezaların mâkul bir temele oturması gereğine ağırlık verenlerin savunduğu "Câiz değildir, hakîm olan Allah böyle bir yükümlülük getirmez" diyenleri bu âyet teyit etmektedir.
İnsanların kader ve fiillerinde kendi rollerinin de bulunduğunu ifade eden "Lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır" cümlesi, "kaza, kader, irade, kudret, kesb" konularında asırlar boyu süren ve mezheplerin (ekol) oluşmasına temel teşkil eden bir tartışmaya açıklık getirmektedir. "İnsanların ortaya koydukları fiillerde ve davranışlarda kendilerine mahsus irade ve kudretleri yoktur" diyen Cebriyye ekolü; "Bu fiiller ve davranışlar, bağımsız olarak insanın irade ve kudretinin eseridir, fiilini yoktan var eden (îcâd) kuldur" diyen Mu'tezile mezhebi; "Kulun fiili meydana gelirken Allah'ın irade ve kudreti yanında –etkisi bulunmaksızın– kulunki de vardır" diyen İmam Eş'arî, bütün bu ekollerin karşısında yer alan Mâtürîdî mezhebi, diğer deliller yanında bu âyetten ışık ve güç almaktadır. Bu son mezhebe göre Allah Teâlâ kullarına irade ve kudret (güç) vermiştir. Bu irade ve kudret yaratılmıştır, hem hayır hem de şer için işler ve bu mânada "küllî" niteliklidir. Küllî irade ve kudretin, hayır ve şerden birine sarfedilmesi ise cüz'î niteliklidir; yani cüz'î kudret, cüz'î iradedir. Buna kesinleşmiş ve fiile yönelmiş azim (azm-i musammem) ve "kesb" de denir. Kesb fiilin aslını (yok iken var olmasını, yaratılmasını) değil, vasfını (hayır veya şer olmasını) etkiler. İşte beşerî sorumluluk da bu kesbe dayanır (genişbilgi için bk. Kemâleddin el-Beyâzî, İşârâtü'l-merâm, s. 54 vd., 248-263). Açıkladığımız âyette kulun fiiline etkisini açıkça ifade eden kelime, Türkçesi "elde etmek, kazanmak, hak etmek" demek olan "kesb"dir. Eskiden sıkça tekrarlanan "Kul kâsibdir, Allah da hâlıktır" veya "Kul kesbeder, Allah da halkeder" cümlesi bu gerçeğin vecizeleşmiş şeklidir (ayrıca bk. Bakara 2/7).
Yukarıda meâli zikredilen bir hadis, Muhammed ümmetinin unutma ve yanılma sebebiyle meydana gelen kusurlarının Allah tarafından bağışlandığı müjdesini veriyor ve burada geçen duanın kabul edildiğini belgeliyor.
Hıristiyanlık için de amelî geçerliliği bulunan Eski Ahid'de yeme, içme, temizlenme gibi konularda oldukça zor dinî kurallar, yasaklama ve sınırlamalar vardır. Kur'an-ı Kerîm'de bu âyetten başka yerlerde de aynı tarihî gerçek dile getirilmiştir (A'râf 7/157). İslâm'ın ümmete getirdiği yükümlülükler ise fıtrata uygundur, insanların zorlanmadan hatta kolayca yapabilecekleri ödevlerdir. Şahsî ve özel durumlar sebebiyle zorluk baş gösterdiği takdirde de ruhsatlar vardır.
Aslında temel nitelikleri sıralanmış bulunan bu dine bütün insanlığın akın akın girmesi gerekirdi. Mümin aklı böyle düşünür, mümin gönlü böyle ister ve beklerdi. Fakat Allah'ın imtihan için kullarına verdiği akıl, irade, nefis, yine bu maksatla insanlara musallat olan şeytan milyarlarca insan için doğru yolun ve hak dinin engelleri olmuş, müminin beklentisinin aksine insanların hakkıyla şükredenleri, küfür ve nankörlük içinde olanlardan az bulunmuştur. Bu çokluk karşısında müminler, kendi güç ve gayretleri yanında ve ondan daha çok yüce Allah'ın yardımına sığınmak durumundadırlar:
"Sen bizim mevlâmızsın, inkârcılara karşı bize yardım et!"
Sûrenin bu son iki âyetinin fazileti hakkında birçok sahih hadis rivayet edilmiştir. "Bakara sûresinin sonunda iki âyet vardır ki bir gecede okuyana onlar yeter" meâlindeki hadis bunlardandır (Buhârî, "Fezâilü'l-Kur'ân", 10, 27, 34; diğer bazı örnekler için bk. Şevkânî, I, 342 vd.)
Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) Miraç gecesi vahyedildiği bilinen ve Amenerrasulü olarak da anılan Bakara Suresi son 2 ayeti pek çok önemli mesaj barındırmaktadır. Bakara Suresi Kur'an-ı Kerim'in 2. sayfasında başlamakta olup Amenerrasulü 48. sayfasında yer almaktadır.