Editörün seçtiği günün köşe yazıları Yunanistan'dan dönerken Başbakan Binali Yıldırım'ın CHP'nin yürüyüşüyle ilgili olarak 'Kılıçdaroğlu bize lazım, yolda kendini heder etmesin' demesi ne kadar hoş ve zarif bir göndermeydi... Gerçekten de 70'li yaşlara dayanmış ve şimdiye kadar CHP'nin Genel Başkanı olarak partisine hiçbir seçim başarısı kazandırmamış olan Kılıçdaroğlu'nun, artık yapacak başka bir şey kalmadığı için kendisini yollara atması hakkında, bundan güzel bir değerlendirme yapılabilir miydi? Mesela Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında sinirli sinirli konuşmalar yapacak yerde veya Ankara-İstanbul arasını yürüyerek almayı denemek yerine, Binali Yıldırım'ın üslubunu benimseyip mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bıyık tutkusuna takılsa olmaz mı? Artık Mısır'daki sağır sultan bile Cumhurbaşkanı'nın çevresindekilere'Mutlaka bıyık bırakın' dediğini duydu. Son olarak Huber'deki iftarda da davetli gazetecilerden bıyıklı olmayanlara aynı tavsiyeyi seslendirmiş. Uzun yıllar önce ben de bıyık bırakmak için üst dudağımın burnum ile arasında kalan bölümü iki gün tıraş etmemiştim. Babam bunu görünce 'Eğer toplumda farklı bir özelliğin ile temayüz etmek istiyorsan vücudundaki tüylerle değil bilginle bunu yapmayı denemelisin' demişti. Kılıçdaroğlu mesela böyle bir gönderme ile bıyık ve sakal meselesine girseydi hoş olmaz mıydı? Ya da 'Madem Cumhurbaşkanı Erdoğan bıyığı savunuyor, o zaman ben de bıyığımı kesiyorum'deseydi Kılıçdaroğlu... Ne dersiniz? Her şeyi çok ciddiye almıyor muyuz? Mehmet Barlas/Sabah 15 Temmuz darbesinden önce FETÖ MHP'de darbe yapmaya kalktı, başını Meral Akşener'in çektiği MHP darbecileri FETÖ yargıçlarını ve onların mahkemelerini kullanarak yalnız adalet sistemimizin düştüğü zavallı durumu değil aynı zamanda bir siyasi partiyi nasıl ele geçirebileceklerini açıkça gösterdiler... MHP isyancıları bir iddiaya göre FETÖ'nün mali gücünü kullanıp kongre delegelerini satın aldılar ve daha sonra çakma kongre bile yaptırdılar. Bu kongrede tüzük değişiklikleri yapıp acele yapılacak bir kongrede Devlet Bahçeli'yi alaşağı etmeyi planladılar. Ama kaderlerin üzerindeki kader orada da kendini gösterdi ve FETÖ'cülerin oyununu önce gerçek hâkimler bozdu ve bu çakma kongre neticeleri yargıya taşındı daha sonrada 15 Temmuz kanlı darbe girişimi yerle bir etti... Darbeden sonra MHP darbecileri sus pus oldular ama daha sonra yine ortaya çıkıp boy göstermeye başladılar... Onları güçlendiren ise darbeye karşı olduğunu söyleyip darbeye ne kadar karşı olmadığını devamlı bize hal ve hareketleri ile gösteren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Akşener ve arkadaşlarına tokat dün mahkemeden geldi. Ankara'da mahkeme çakma kurultayı yok saydı ve alınan neticeler de yok hükmünde... Yani MHP Başkanı Devlet Bahçeli Mart 2018'e kadar görev başında... Tabii ki Akşener hemen ağlamaya başladı. O da Kılıçdaroğlu gibi adalet yok demeye başladı. Kılıçdaroğlu ise kendisini yollara vurdu Ankara-İstanbul karayolunda adalet arıyor. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan haklı olarak buna tepkili. Sokaklarda adalet aranmaz, orada ancak kaos ve şiddet vardır. Ama Kılıçdaroğlu yürüyor. Belki de bu hepimiz için iyi... Yürüye yürüye zihni açılır, daha sağlıklı düşünmeye başlar da artık ülke için olumlu bir şeyler yapmayı kabul eder... İlnur Çevik/Yeni Birlik Daha becerip de Mars'a bile gemi gönderemeyenler o Mars'a yerleşmek isteyeceklere şimdiden 'kontenjan' sağlıyorlar, parayı kolay kazananlardan para toplayan bile var ya, Asgardia'ya da vatandaş toplanıyor. Şaka maka, yüz binden fazla insan yaşayacakmış Asgardia'da! Yüz bin kişi kaç uzay gemisiyle nasıl gidecek, 'ikmal malzemesi' nasıl taşınacak, Allah bilir, bir de herhalde İgor bilir. Buncağızı bile sormayı akıl edemeyenler, katar katar başvuruda bulunuyorlarmış... İstanbul'dan 8 bin katılım vardı, şimdi 10 bini geçmiş. Ankara'dan 4 bine yakın, İzmir'den de 3 bin kişi. Kimisi, bilmiş gibi, bu uzay ülkesini 'orada kapitalizm ve sömürü olmayacağı için' tercih ettiğini söylüyor. (Kemal Bey'in yürüyüş boyunca tercih ettiği 'proteinli gıdalardan' bunlara da verilmesini rica ederiz. Akılları başlarına gelirse belki artık birbirlerine bıçak da çekmezler.) İmdi... Üç büyük ilimizde toplam salak sayısı elbette çok daha fazla olsa gerektir. Fakat şu 'Asgardia' meselesine bir sosyolog ya da sosyalpsikolog lütfen el atsın. Bu 17 bin kişi arasında kaçı 'öööylesine takıldık aaabi yaa' kafasında yavşaklardır? Kaçı 'oturma ve çalışma izni verirler' umuduyla girmiştir bu muhabbete? Kaçı 'vizesiz tatil yapacak' yabancı ülke aramaktadır? Kaçı 'yerleşip yanına ailesini de aldırma' hesapları içindedir? Kaçı, Gezi olaylarına katılır gibi, 'acayip karı kız düşer' umudunu beslemektedir? Kaçı 'Öz Asgardia Kendin Pişir Kebap Salonu' açmayı düşünmektedir? Var mı bunları araştıracak sosyolog? İnsanları bu zırvalığa koşulmaya iten nedir? Daha şu 'Kemal Bey yürüyüşü'ne katılanlar üzerine bir araştırma yapmayı bile akıl edemediler, kaçı iyi niyetli, kaçı reklam peşinde? Baksanıza, birkaç metre yürüyüp fotoğraf çektiren hemen tüyüyor. Bütün bildik çakallar orada. Engin Ardıç/Sabah Sosyolog sayılmak için yırtınıp duran, 'sosyal bilimler uzmanı' etiketiyle girdiği bütün mahfillerden 'sen sosyolog değilsin hemşerim' gerekçesiyle dışlanan ünlü profesör de bu yürüyüşle çok şeyin değişeceğini ve siyasette yeni bir dönemin başlayacağını söylüyor. Ne değişeceğini, bu dönemin nasıl bir dönem olacağını açıklamıyor. Sadece, Kemal Bey'in daveti üzerine, bir KOAH hastası olarak, kısa bir an da olsa, yeni dönemi başlatacak bu 'kutlu' yürüyüşte boy göstereceğini müjdeliyor. Herhalde 'mevcudiyetiyle' bir şeylerin değişeceğini düşünüyor. Sarp demişti ki, 'Bütün devrimciler, ayrılıkları bir kenara bırakıp Kemal Bey'in etrafında kenetlenmelidir...' Hani, Kızılay'da mısır patlatır gibi bomba patlatan Sarp... Deniz miydi yoksa? Bombalar, özel bir aracın bagajında geliyordu. Kim mi getiriyordu? Muhtıradan hemen sonra yurtdışına kaçan Yüzbaşı İrfan Solmazer. Hasan Cemal bu vetirenin kitabını yazmıştı hani... Sonra da, yaşına başına bakmadan, gidip Kemal Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşünde boy göstermişti... Bombaların patlayacağı yeni bir dönemi mi müjdeliyor ünlü sosyal bilimler uzmanı? Darbe olmayacaksa, muhtıra verilmeyecekse, ambalaj fabrikası kurulmayacaksa, ne olacak? Bilmiyoruz. Bildiğimiz şu: Bir 'Fetullah projesi' olarak direnç yürüyüşü, 'ilginç destekçiler' bularak devam ediyor. Geçenlerde Kılıçdaroğlu'nun omuz başında Zülfü Livaneli'yi gördüm. Şarkılar söyleyerek yürüyorlardı. Bostan'lar 'damatlar' filan da oradaydı... Oğlu darbecilikten tutuklu bazı sakallı zevat... Bence, ByLock'un delil niteliğine saldırıp duran yazarlar da olmalıdır orada! Ahmet Kekeç/Star Dün, El Bab'da ve daha birçok kritik cephelerde savaşmış, Sur gibi pek çok terör bölgesinde görev yapmış bir subayımız aradı. Son dönemlerde kışlalardan gelen gıda zehirlenmesiyle ilgili yazıma birkaç ek yaptıktan sonra. 'Bu arada biz de rahatsızız ama midemizden değil' dedi. 'Hayırdır?' diye sordum. 'Valla hiç hayır değil... Biz burada canımızı dişimize takmışız. PKK'sı, DEAŞ'ı bir yandan,casusu, ajanı, FETÖ'cü muhbiri bir yandan üzerimize yürüyor. Tek dayanağımız, geridekiler, ülkemiz, halkımız, devletimiz... Ülkenin ana muhalefet lideri ise bizim savaştığımız ne kadar odak varsa onlar için destek yürüyüşü yapıyor. Bölgede teröristlerin maşasını elinde tutan devletlere açıkça 'sizinleyiz' diye göz kırpıyor. Ne istiyor? Gelin bize müdahale edin mi diyor? Operasyona çıkan askerlerimizin ne hissettiklerini siz düşünün artık. Böylesolculuk, böyle vatanseverlik, böyle Atatürkçülük, böyle CHP'lilik olur mu?' Evet, halen cephede olan subayımızın arkadaşlarının da ortak hissiyatı olduğunu söylediği düşünceleri bunlar... Bir zamanlar kışladaki askerin fısıltılarını bile çarpıtıp manşetlerine taşıyanlara tavsiyem asıl şimdi o yurtsever, Atatürkçü askerlere kulak versinler. Eminim ki, Kılıçdaroğlu'nun kılavuzluğunda çıktıkları yolda gördükleri rüyalardan uyanacaklar. Zira ömür boyu gözü kapalı aradıkları o darbeci askere ulaşılamıyor artık! Melih Altınok/Sabah Bizimle hiç alakası yokmuş gibi davranmanın âlemi yok; ABD'nin koruması altındaki PKK/PYD'yi tehdit eden, 'bir gece ansızın geliriz' diyen, Beyaz Saray'daki Erdoğan-Trump zirvesinde 'Gerekirse müdahale ederiz' restinde bulunan taraf Türkiye'den başkası değil. Nitekim PKK'nın Suriye kolu PYD/YPG'yle Suriye rejimi ve Rusya'dan daha çok Türkiye'nin sorunu var. Suriye rejimi, iç savaşın patlak verdiği ilk günden itibaren PYD ile koordineli hareket etmekte; Rusya da en az Esed rejimi kadar PYD ile iyi ilişkiler içinde. Putin, PYD ile diyalog içinde olduklarını fakat bu örgüte -şimdilik- silah vermediklerini açıklamamış mıydı? ABD, Suriye jetini düşürerek sahadaki güçlere açıktan 'PKK/PYD'ye dokunanı yakarım' mesajı veriyor. Bu mesaj, Türkiye'ye yönelik hem gözdağı, hem de bir deneme-sınama, nabız ölçme içeriği taşıyor. Bu tehditlere boyun eğerse Türkiye'nin önüne daha fazlasını koyacaklar. ABD, adım adım Suriye'ye dönük müdahalelerin önünü kesmeyi ve Ankara'nın Fırat Kalkanı operasyonuyla Azez-Cerablus hattında kurduğu etkinliği zayıflatmayı planlıyor. ABD'nin sahaya dönük kısa vadedeki hedefinin bu olduğu açıkça görülüyor. Pentagon, Suriye'deki siyasi dizaynın sonuna yaklaşılırken, PKK/PYD'yi bölgede dokunulmaz kılmanın peşinde. ABD'nin saldırgan hamlelerine karşı Ankara, Suriye'ye dönük müdahale imkanlarını canlı tutmak zorunda. Rusya'nın, 'Fırat'ın batısı'nı SDG'ye yasaklayan kararı Ankara için önemli bir fırsat sunuyor. Rusya ve İran'la birlikte ABD'ye karşı ortak hamleler geliştirilebilir. Unutmayalım; ABD, Rusya'dan daha çok Ankara'nın kararlılığını ve sınırlarını test ediyor. Fakat ABD'nin hesaba katmadığı bir şey var; bu konudaki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararlılığı. Ülkenin bekasını tehdit eden hiçbir gelişmeye Ankara seyirci kalmaz. Bunu zamanla onlar da anlayacak. Kurtuluş Tayiz/Akşam Konuyla ilgili zihinleri bulandıran pek çok soru var. Misal... 1- Yemek şirketinde bugüne kadar kaç denetim yapıldı, sonuçları nedir? 2- Rota şirketinin yemekleri denetleme zorunluluğu yok mu? 3- Bozuk ürünlerin pişirilerek askere verildiği iddiaları doğru mu? 4- Manisa'da daha önce yaşanan hadiseden sonra yemek şirketi neden önlem almadı? 5- Tarım Bakanlığı'nın görevi sadece taklit ve tağşiş yapan firmaları açıklamak mıdır? 700 bine yakın askerin denetiminde nasıl bir sorumluluk üstleniyor? 6- 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu bildiğim kadarıyla ikili kontrol öngörüyor. Hem TSK hem de Tarım Bakanlığı'nın denetimi gerekiyor. Burada denetim yükümlülüğü kimin? 7- Kamu İhale Kanunu'nda aşırı düşük teklif uygulaması birçok kamu kurumunun elini bağlıyor. Bugüne kadar gıda gibi kritik bir konuda 'maliyeti en düşük olana verelim' anlayışından neden vazgeçilmedi? 8- İhalelerde yemek şirketlerinin ön yeterliliğine bakılıyor mu? 9- TSK içinde sırf askerin su ve yiyeceklerini analiz etmekle göreblendirilmiş komutanlık var. Müfreze Komutanlığı denetimleri nasıl yapıyor? 10- TSK'daki denetim laboratuvarlarında çalışan asker ya da sivil memurlar arasında Fetullahçı Terör Örgütü'yle ilişiği olanlar var mıdır? Bu sorular cevaplanırsa olay da açığa çıkar sanırım. Dilek Güngör/Sabah Amerikan yönetiminin terörist örgüt olarak ilan etmeye hazırlandığı iddia edilen İhvan'a sahip çıkmayı artık bırakıp Sisi yönetimiyle ilişkilerimizi geliştirmemizin zamanının geldiğini ileri sürenler de var, baskı politikaları sürerken darbeci Sisi yönetimiyle ilişkilerin normalleştirilmesinin darbelerden kendisi de çok zarar görmüş Türkiye'nin bu belayla mücadelesine zarar vereceğini söyleyenler de. ABD ve diğer Batılı ülkelerde lobisi çok güçlü olan İsrail ile her türlü gerginlikten kaçınılması gerektiğini tavsiye edenler de var, bu ülkenin Filistinlileri ve diğer Müslümanları hedef alan saldırgan politikalarına karşı çıkmanın Türkiye'nin tarihî misyonunun gereği olduğunu ifade edenler de... Bütün bu konulardaki çelişkili tavsiyeler, yorumlar ve eleştirilerden hangisi doğru? Bunun cevabını verebilmek için Türkiye'nin Orta Doğu politikasının temel parametrelerine bakmak gerekir. Öncelikle, bölgesel bir güç olan Türkiye'nin Orta Doğu ile ilgilenmemesinin, bu bölgede yaşanan gelişmelere gözlerini kapatıp kendi kabuğuna çekilmesinin mümkün olmadığının altını çizmek gerekir. Diğer bölgesel aktörler olan İran, Suudi Arabistan ve İsrail ile küresel aktörler ABD, Rusya ve Avrupalı ülkeler Suriye, Irak, Libya, Yemen ve Katar'daki gelişmelere müdahale ederken, bu ülkelerin geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışırken Türkiye'nin bu gelişmelere seyirci kalması söz konusu olamaz. Eğer Ankara Suriye'ye seyirci kalsaydı, güneyinde kurulacak PYD/PKK devletinin bütün Arap dünyasıyla bağlantısını kesmesine razı olmuş olacaktı. Türkiye'nin özellikle Suriye ve Irak'taki gelişmelere seyirci kalması, sonunda kendisinin parçalanmasına kadar uzanan bir süreci getirme riski olduğu için bu bölgeyle yakından ilgilenmesi zorunludur. İkinci olarak, Türkiye'nin Orta Doğu'daki başka bir bölgesel güçle kuracağı ittifak bütün bölgenin geleceğini belirleyebileceği gibi, Orta Doğu'nun dışına da taşıp küresel etkiler doğurabilecek bir girişim olacaktır. Bu yüzden özellikle küresel güçler böyle bir ittifakın kurulmasını engellemeyi kendi bölgesel ve küresel çıkarları açısından bir zorunluluk olarak görüyorlar. 2010 yılında Türkiye'nin İran'la ilişkilerinin ulaştığı iş birliği düzeyinin 'eksen kayması' suçlamalarıyla nasıl boğulduğu ve 2013 yılında Mursi'nin cumhurbaşkanı olduğu Mısır'la kurulan yakın iş birliğinin İsrail ve Batılı destekçilerini nasıl rahatsız ettiğini hatırlayalım. Benzer şekilde Türkiye'nin Katar'la kurduğu yakın ekonomik ve askerî iş birliğinin hem küresel hem de bazı bölgesel aktörleri rahatsız ettiği görülüyor. Katar belki bölgesel güç olarak adlandırılabilecek bir ülke değil, ancak sahip olduğu zengin doğalgaz ve petrol kaynakları açısından bakıldığında Türkiye'nin bu ülkeyle kurmaya çalıştığı ittifakın hem bölgesel hem de bölge sınırlarının ötesine taşacak etkiye sahip bir küresel güç ortaya çıkarması muhtemeldir. İşte bundan rahatsız olan aktörler, Türkiye ile Katar arasındaki iş birliğinin sıkı bir ittifaka dönüşmesini engellemeye çalışıyor. Kemal İnat/Türkiye Savaş başladığı günden bu yana aynı kavramı kullanıyorum. Karşımızdaki bir yıpratma savaşıdır. Vekiller üzerinden yürtülen bir yıpratma savaşı. Tarafların savaş enerjisi tükenene kadar devam eder. Birinci Sünya Savaşı tam böylesi bir savaştı. Taraflar birbirlerini hergün tüketirken birgün kazanma hevesini hiç bırakmadılar. Halbuki cepheler kilitlenmişti. Kimse hareket edemiyordu. Bir tarafın dengeyi bozduğu yerde ertesi gün tekrar denge kurulabiliyordu. Aynı çaresizlik tekrar tekrar ortaya çıksa da savaşın tarafları kazanma umudunu hiç yitirmediler. Kayıplar ağır ağır olduğundan çok önemsemediler. Yavaş yavaş tükendiler. Sadece Almanya, Osmanlı ve Avusturya Macaristan mı tükendi? İngiltere ve Fransa bir daha bellerini doğrultamadı ve büyük sömürge imparatorlukları yavaş yavaş çöktü. Dönüp arkaya baktıklarında üç ay içinde biter dedikleri savaş beş yıl sürmüş ve milyonlarca insan yaşamına ve ekonomik kayba neden olmuştu. Aynı şey daha küçük ölçekli olmakla beraber Suriye'de oluyor. Taraflar birbirini tüketiyor. Bunda aslan payı bölge dışı aktörlerdedir. Bölgesel dinamikleri bilerek alt üst eden Amerika ve Rusya tüm dengeyi bozuyor. Çözümsüzlük üretiyor. Rusya korkularına teslim olduğu için girdi şimdi aç gözlülüğünden daha da ileri savruluyor. Amerika bilerek çözümsüzlüğü üretmek istedi şimdi o da yeni Trump döneminde savrulacağının işaretlerini veriyor. Sözüm ona eski siyaset devam ediyor. Amerika PYD'ye destek veriyor. Rakka'yı temizleyeceklermiş. Rakka temizlendiğinde ne olacak? Buna cevap veren bir strateji yok ortada. Bu hedef kaybıydı. Hedefin savrulmasıydı. Şimdi Trump döneminde görüyoruz ki yöntem de savrulmaya başladı. Amerika birkaç gün önce rejime ait bir savaş uçağını da vurdu. Amerikan kamuoyunda bunun nedeni tartışılıyor. Hadi rejim kimyasal silah kullandığında Amerika füzelerle vurdu diyelim. Şimdi ne oldu? Birçok uzman bunun cevabını veremiyor. Hatta CENTCOM kendisi bile cevap verememiş. Nefsi müdafa demiş. Ne demek bu şimdi? Altı yıldır nefsi müdafa şimdi mi akıllarına gelmiş. Tabii ki öyle değil. Peki nasıl? Yıpratma savaşı kendi kuralları çerçeveside ilerlediğinden tarafların korkularını ve hedeflerini teslim alıyor ve yönetir hale geliyor. PYD ve Amerika ortaklığı çok kristalize olduğundan ve fazla güçlendiğinden Ruslar daha önce Türkiye'den rahatsız olurken şimdi Amerika'dan rahatsız olmaya başlar. Onlar Amerikan tarafına taciz uçuşu yapar. Karşı taraf ise Türkiye aradan çıkınca artık Rusya'nın ilerlemesinden rahatsız olmaya başlar. Yani dengeler değişince taraflar da değişmeye başlar. Asıl klasik çekişme yaşanır. Bu nedenle uzun süredir günün sonunda Amerika ile Rusya'nın bir şekilde karşı karşıya gelebileceğini söylüyorum. Bu nedenle daha bu işin sonuna gelmedik diyorum. Türkiye'nin Fırat Kalkanı sayesinde bir ayağı orada olduğu müddetçe güvenliği sağlam görünüyor. Bundan böyle mümkün olduğunca diğer tarafların kozlarını paylaşmasını bekleyebilir.. Hasan Basri Yalçın/Takvim Kemal Kılıçdaroğlu, gerçekten adalet mi arıyor? Ben buna inanmıyorum. Çünkü, geçmişini biliyorum. Kendisinin bu konuda itirafları var. 20 yıl geriye gittim, araştırdım ve belgesini de buldum. 1998 Yılı'nın başlarıydı. Kemal Bey de SSK Genel Müdürüydü. Kurumda skandal denilebilecek bir uygulamayı ortaya çıkardım. Gazetecilik görevimin gereğini yapıp, kamuoyuyla paylaştım... SSK'nın Bilgi İşlem Dairesi'nde büyük bir garabet vardı. Kemal Kılıçdaroğlu, akıllara durgunluk verecek bir uygulamanın altına imza atmıştı. Daha önce SSK müfettişlerince 'kurumu zarara uğratmakla' suçlanan ve 'Bilgisayar ihalesinde bir firmayı kayırma' iddiasıyla hakkında ceza davası açılan F.A görevine devam ediyordu. Üstelik, yeni bir bilgisayar ihalesi gündemdeydi. Kararı yine F.A verecekti. Olacak iş değildi, ama olmuştu. Kemal Kılıçdaroğlu, bu kişiyi görevden almamakta direniyordu. Yazdım bunları. Tabloyu ortaya koydum... Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülmekte olan davanın sanığı F.A, mağduru ise SSK Genel Müdürlüğü idi. Ayrıca Genel Müdürlük, Asliye Ticaret Mahkemesi'ne bir de alacak davası açmıştı. F.A'dan 'kurumu zarara uğrattığı' gerekçesiyle tazminat talep ediyordu. Görüntüye bakınca, tam bir kuzunun kurda emanet edilmesi durumuyla karşı karşıyaydık. F.A, zararla uğratmakla suçlandığı, mahkemelik olduğu, kendisine tazminat davası açan SSK'nın Daire Başkanlığı koltuğunda oturuyordu. Üstelik, 'zarara uğratmakla' suçlandığı SSK yeni bir bilgisayar ihalesi açmıştı. Kararı yine O verecekti. Büyük bir skandalla karşı karşıyaydık. Durum bu olunca, bir yazı yazıp dönemin Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu'na sordum: 'Kurumla iş yapan firmaları kayırmakla suçlanan ve yargılanan bir insanın hâlâ aynı görevde tutulması sizce doğru mu?' Ve ekledim: 'Türkiye'de bu görevi yapacak F.A'dan başka kimse yok mu? Kemal Bey, hemen telefona sarılıp aradı. Yazdığım yazıdan dolayı rahatsızlığını ortaya koydu. Bana ne cevap verdi biliyor musunuz?.. 'F.A zaten beraat edecek' dedi. Evet, aynen bu ifadeyi kullandı. Kendinden çok emin bir şekilde, devam etmekte olan bir davanın sonucunu söyleyip, lafı evirip çevirmeden, hiç de çekinmeden 'O zaten beraat edecek'diyebildi. Bugün çıkıp 'Hayır ben böyle bir şey demedim' diyemez. Çünkü, verdiği bu cevabı 24 Şubat 1998'de AKŞAM Gazetesi'ndeki köşemde yazdım. Yayımlandı ve kendisinden de hiçbir itiraz gelmedi. Ben de verdiği o cevabın ardından, aynen şu satırları yazdım: 'Sustum... Tek bir söz bile söyleyemedim. Böyle bir cevaba karşı ne söylenebilirdi?' Bugün 'adalet' dövizi elinde, 'adalet istiyorum' diye yollara düşen Kılıçdaroğlu, işte böyle bir portre. Daha düne kadar devam etmekte olan bir davanın sonucunu bile önceden açıklayabiliyordu. Çünkü, o dönem adalette bir 'mezhep hakimiyeti' vardı. Hakimler ve savcılar, liyakata göre değil, görüş ve inançlarına göre seçiliyorlardı. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Moğultay bunu itiraf etmişti. 'Partizanlık yapıyorlar, adli kadroları yandaşlarıyla dolduruyor' eleştirilerine, şöyle bir cevap vermişti: 'Bakanlığa onları yerleştirmeyip de MHP'lileri mi alacağız.' Emin Pazarcı/Akşam Gecikirsek bunlar aleyhe tecelli eder, onun için gecikemeyiz. Adımları anında atmamız lazım. Şimdi bu oyunu tüm sınırlarımız boyunca işlemez hâle getirmenin hazırlıklarını yapıyoruz.' Kerkük-Musul-Halep hattı Türkiye için BEKA HATTI. Bu hattı korumak, Türkiye'nin yüzyıl bölgesel oyunları boşa çıkarmasını sağlayacak BÜYÜK STRATEJİ'DİR. BEKA HATTINDA, gelecek statüsünde Türkiye muhakkak olacaktır. 'Musul'un demografik yapısıyla oynamayın' diyoruz. Üç hassas konuyu dikkatle takip ediyoruz. 1) Musul'da katliam ve Şiileştirme olacak mı? 2) PKK'nın asla bu bölgede yerleşmemesi gerekiyor. 3) Çoğunluğu Türkmenler'in yaşadığı TELAFER göz temasımız içinde. Türkiyemiz'in müdahale hakkı bulunuyor. SİNCAR DA KANDİL DE SÖNDÜRÜLECEK: Irak'ta Yeni Kandil Sincar dikkatle takip ediliyor. PKK'nın, Sincar Dağı'nın batı yakasına konuşlanmasının örgütün Suriye'deki YPG güçleriyle organik bağlantılarını güçlendirme amacı taşıdığını biliyoruz. Yaşanmakta olan gelişmeler nedeniyle Sincar Dağı bölgemizdeki en hassas, en kritik oluşumlara açık bölge olarak ortaya çıktı. Amerikan yönetiminin Rakka operasyonunda YPG ile çalışma kararından sonra PKK Sincar'a yönelik önemli hamleler yapıyor. Bu bölgeden Suriye'nin kuzeyine olası geçiş yollarının PKK'nın uzun dönemli stratejisini ortaya koyduğu görülüyor. PKK, YPG ile organik bağlantılarını güçlendirecek adımlarını Sincar Dağı merkezinden atarak bölgeye yerleşmek istiyor. Sincar Dağı'nın batısında PKK varlığı sadece bugün değil, gelecek on yıllarda da BEŞİNCİ KOL ÜSSÜ olmaktan çıkarılacak. İran da BOŞ DURMUYOR. Sincar bağlamında, PKK ile Suriye'nin kuzeyindeki YPG güçleriyle ABD'nin Akdeniz'e kadar uzanacak ABD-İSRAİL koridorunu bizim gibi takip ediyor. Türkiye, bölgede PKK ile İran hâkimiyetini engelleyip, Sincar üzerinde hâkimiyet mücadelesini muhakkak kazanmak zorunda. SONUÇ: Irak, Suriye ve Akdeniz hattında güç ve hâkimiyet satrancı son derece karmaşık ve Türkiye de bu karmaşanın tam göbeğinde. Bütün bunlar gösteriyor ki eğer bölgede Türkiye istemezse ve onay vermezse hiçbir ülke istediğini kolay kolay yapamayacaktır. Paçavraya dönen Sykes-Picot anlaşmasıyla, Türkiyemiz'i, Irak-Suriye'den kopardılar. Dün zayıftık, bugün güçlüyüz. Bu nedenle, ikinci Sykes-Picot haritaları şekillenirken yerimizde durmuyoruz. Ufka bakıyoruz. Çünkü geride kalırsak, bir yüzyıl daha kendi geleceğimizi yine Anglo- Saksonlar'ın (ABD-İngiltere) inisiyatifine terk etmiş olacağız.. Bülent Erandaç/Takvim Enis Berberoğlu'nun genel yayın yönetmenliği döneminde Hürriyet'in 'Pazar' ekini yöneten 'İskoç' lakaplı İskender Baydar, 1 Haziran 2013 tarihinde twitter'da 'Berberoğlu'nun Hürriyet'in manşetlerini Ekrem Dumanlı'ya danışarak attığını' ifşa etmişti. Baydar'ın Olay Yeri'nde bulunmuş bir gazeteci olarak dile getirdiği bu çarpıcı iddianın üzerinden bu kadar zaman geçti; Enis Berberoğlu'nun gıkı çıkmadı. Paralel Yapı ile Baronsal Hürriyet'in derindeki ilişkisi, işte böyle bir şeydir! Casusluk suçundan yirmi beş yıl hapis cezasına çarptırılan CHP'li vekil Berberoğlu'nun durdurulan TIR'ların görüntülerini 'flaş bellekte teslim ettiği' John Dündar firarda; Berberoğlu'nun Hürriyet'in manşetlerini atarken danıştığı Ekrem Dumanlı da kaçak! Biri Almanya'ya diğeri ABD'ye sığındı. CIA muhibbi Dumanlı'nın yönetimindeki Zaman'da ABD ve İsrail'in eleştirilmesi yasaktı. Aydın Doğan'ın aleyhine tek satır yazılmasına dahi tahammülü yoktu. Anında 'altın makası' devreye girerdi! Dumanlı sansür kılıcını salladıkça, Ertuğrul Ö. abisi onunla gurur duyardı! Takvimler 2 Ocak 2010 tarihini gösterdiğinde, Enis Berberoğlu Ertuğrul Ö.'nün yerine Hürriyet'in başına geçti. Özel Harp 'gazetecisi' Ertuğrul ise sahne arkasında 'tesir ajanlığını' sürdürdü. 31 Mayıs 2010'da Terör Devleti İsrail Mavi Marmara gemisinde katliam yaptığında, Paralel'in Locaefendi'si İsrail'i savundu: Tel Aviv'i değil, Ankara'yı suçladı. Uluslararası sulardaki katliamdan hemen sonra, İsrail'in işte bu katil komandolarını güya 'mağdur'muş gibi göstermeye yeltenen 'Ağlayan Komando' manşetini Hürriyet'te atan da Enis Berberoğlu'ndan başkası değildi! Locaefendi'sinin İsrail'e koltuk çıkmasından çok mutlu olan Ertuğrul mu; 'Ağlayan Komando' manşetiyle paralellik arz eden köşe yazısına 'İsrail Bunları Dosyasına Koyar' başlığını atmıştı. İsrail'in Mavi Marmara katliamından bir hafta öncesinde CHP'nin yeni genel başkanı seçilmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu da aynen Fetullah Gülen gibi Tel Aviv'i değil, Ankara'yı suçlamıştı! CHP'nin başına kasetle gelen Kılıçdaroğlu'nun, Berberoğlu'nu 'Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı'yapmasına ise daha dört yıl vardı! 10 Ağustos 2014 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nden iki gün önce Hürriyet'in genel yayın müdürlüğü görevinden alınan Berberoğlu, 14 Eylül 2014'te CHP'nin bir nevi 'Yayın Müdürü!' oldu! Kılıçdaroğlu ile Berberoğlu 17 Mayıs 2015'te Ekrem Dumanlı'nın yönetimindeki Zaman'ı ziyaret ettiler. Paralel Dumanlı, onlara durdurulan TIR'ların görüntülerini seyrettirdi! Kılıçdaroğlu, görüntüleri seyrettiğini Zaman'daki buluşmadan üç gün sonra Hürriyet'e açıkladı. Enis Berberoğlu da Zaman'daki görüşmeden on gün sonra görüntüleri John Dündar'a ulaştırdı. TIR'larla alakalı ihanet manşeti, John Dündar yönetimindeki Cumhuriyet gazetesinde 7 Haziran 2015'teki genel seçimden dokuz gün önce atıldı! Bu yayından, CIA ile MOSSAD fevkalade mutlu olmuştu! Tamer Korkmaz/Yeni Şafak Mahmut Tanal aracılığıyla bir mesaj göndermiş Enis Berberoğlu.. Can Dündar'ın kitabında sözü edilen 'solcu' milletvekilinin kendisi olmadığını söylüyor.. Yani?.. '..Görüntüleri Can Dündar'a ben vermedim...' demeye getiriyor.. '..Ben o tarihte daha milletvekili seçilmemiştim..' diye ekliyor.. İyi ama adama sormazlar mı; 'bu itirazı, savunmanızı alan savcıya hakkınızda mahkumiyet kararı veren hakime değil de Mahmut Tanal'a niye yapıyorsunuz' diye... Enis Berberoğlu, mecliste basın açıklaması yaparak kabul etti görüntüleri verdiğini... Sözcü gazetesine verdiği mülakatta da reddetmedi.. Can Dündar da bu mülakat sonrası Berberoğlu'na teşekkür etti.'..Ondan almadım.. ' demedi.. Hoppala yavrum yaz geldi.. Şimdi ne oldu da birden bire ; '..Ben değilim..' diyor Enis Berberoğlu?.. Eğer sahiden değildiyseniz bunca zaman 25 yıl hapis cezası alıncaya, cezaevine girinceye kadar neden itiraz etmediniz?.. Şimdi gerçekleri haykırma zamanı.. Bakın tablo belirginleşti.. Enis Berberoğlu '..ben değildim o..' diyor.. Zaten 'solcu' da değil.. Can Dündar'ın bu vakte kadarki sessizliğini, Enis Berberoğlu'nun içeri girmesini kabullenmesini nasıl okumak lazım?.. Eğer Can Dündar, sahiden o görüntüleri Berberoğlu'ndan almadıysa ortada ciddi bir haksızlık var demektir.. Bir masum haksız yere içerde yatacağına bütün suçlular dışarı çıksın.. Şimdi tüm bu anlatılanlar doğruysa.. O solcu milletvekili gece yatağında huzur içinde uyuyabiliyor mu?.. Bu saatten sonra ne zaman çıkarsa çıksın ortaya, üzerine yapışan 'korkak' damgasıyla yaşamaya devam edecek.. Ama ne kadar erken ortaya çıkarsa en azından adalet o kadar hızlı tecelli edecek.. Ersoy Dede/Star