Oyuncu Cengiz Coşkun, Günaydın'ın YouTube kanalında 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'in konuğu oldu. Dönem işlerinin günümüz işlerine göre daha zor olduğunu belirten Coşkun, "Öğrenme süreci çok zordu. Bunun ön hazırlığı tabii ki çok daha fazla günümüz işlere göre. Bir yandan aksiyon çekerken bir yandan o sahnenin duygusunu seyirciye projekte etmek zorundasın. Çok daha zor ve çok daha detaylı" dedi. Hayat verdiği Turgut Alp karakteriyle ilgili konuştu, "Benim hayatımda çok önemli bir yere sahip. Bugüne kadar oynadığım karakterler arasında açık ara en çok sevdiğim karakter. Turgut Gazi olarak yıllar sonra bir araya gelmek aslında benim için çok eski bir dostla tekrardan buluşmak gibi bir şey" ifadelerini kullandı. Kuruluş Osman'a dahil olduktan sonraki süreçten de bahsetti, "Ciddi bir duygu paylaşımı oldu, duygulananlar oldu. Gözleri yaşayanlar oldu. Aslında uzun süredir ayrı kaldığım aileme dönmüş gibi hissettim kendimi. Dolayısıyla hiç yabancılık çekmiyorum. Tekrardan yuvaya geri döndüm" dedi. İşte röportajın tüm detayları...
-Nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?
Gayet iyi, yoğun. Yoğun ve keyifli.
"BEN BU ÇOCUKLA GÖRÜŞMEK İSTİYORUM" DEDİ, OYUNCULUĞA ADIM ATTIM
-Spor Akademisi mezuniyeti ve profesyonel basketbolculuk… Bu kariyerden oyunculuğa geçiş sürecinizi dinleyebilir miyiz?
Ben basket oynadığım dönemlerde aynı zamanda Marmara Üniversitesi'nde Beden Eğitimi Antrenörlük bölümündeydim. Oynadığım takım playoff'lara kalamadığında burada okuluma devam etmek için, sınavlarıma girmek için İstanbul'a geldiğimde eski basketbolda oynadığım takımdan bir arkadaşımla karşılaştım. Daha sonrasında onunla sohbet ederken kendisi bana koreograf bir arkadaşının bir defile yapacağını söyledi. Ve fiziği düzgün, yakışıklı, erkek modeller aradıklarını söylediler. "Yapmak ister misin böyle bir şey? Para da verecekler" dedi. Çok cüzi bir rakamdı ama "Harçlığım çıkar en azından, tabii neden olmasın" dedim. Oraya başladım, o defileye çıktım. Orada bir model ajansı beni gördü, beğendi. Modelliğe başladım. Modelliğe devam ederken Best Model'e girdim. 2002 yılında Best Model seçildim. Ondan sonrasında modelliğe devam ederken, yine bir markanın yüzüyken, billboardlarında Diriliş Ertuğrul dönemindeki yönetmenimiz Metin Günay benim billboardlarımı görüyor ve "Bu çocukla ben görüşmek istiyorum" diyor yeni projesiyle ilgili. Ondan sonra bana ulaştılar. O dönemdeki menajerim vasıtasıyla. Kendisiyle görüştük ve böylelikle yeni projesine dahil oldum ve oyunculuğa böyle adım attım. Tabii ki hiçbir deneyimim yoktu o zamanlar. Orada tiyatrocu bir oyuncuyla beraber çalışmaya başladık. Ve daha sonrasında ben dışarıdan eğitimler almaya başladım ve oyunculuğa devam etme kararı aldım bu şekilde.
-Çok tesadüflerle dolu bir hikaye, film gibi…
Hayat öyle aslında hiçbir şey tesadüf değil yani sonuçta yaşadığın ve karşına çıkan fırsatları nasıl değerlendirdiğinle alakalı aslında her şey diye düşünüyorum ben.
-Londra'da yapılan "Dünyanın En Yakışıklı Erkeği" yarışmasında dünya dördüncüsü, en iyi fotomodel ve en iyi fizikli mankeni seçilmişsiniz. Bu sıfatların kariyerinizde bir etkisi oldu mu?
Modellik kariyerimde evet oldu. Tabii ki görsel bir iş yaptığımız için oyunculuk için de tabii bu bir artı fakat sadece görsellik yetmiyor oyunculukta. Bunu ben de başladıktan sonra anladım. Bunu alacağın eğitimlerle ciddi sağlam bir temel oluşturman gerekiyor ki ve sürekli kendini geliştirmen gerekiyor. Bunu anladım ve ben de eğitimler almaya başladım. Onların yani bu bağlamda evet görsel olarak bir etkisi oldu fakat daha sonrasında ben bunları aldığım eğitimlerle temelimi ve aynı zamanda bilgilerimi daha çok geliştirerek kendi oyunculuğuma katkıda bulunmaya gayret ettim. Çünkü ben ömrümün sonuna kadar oyunculuk yapmak istediğim için "Ne kadar iyi olabilirim?" derdinde olan bir adamım aslında. Yani sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum bu konuda.
EPİK İŞLER DAHA KALICI OLUYOR, DAHA ÇOK İZ BIRAKIYOR
-2012'de rol aldığınız "Fetih 1453" ile dönem işine giriyorsunuz, o günden sonra çokça dönem işleriyle ekranlarda görüyoruz sizi. Siz mi tercih ettiniz, öyle mi denk geldi?
Aslında tercih demeyelim de öyle denk geldi diyelim. Ben genel olarak sürekli iş yapma taraftarı değil ama kalıcı işler yapma taraftarı yani o bakış açısında yaşayan bir adamım. Dolayısıyla epik işler çok daha fazla kalıcı oluyor ve çok daha iz bırakıyor insanlarda ve daha fazla hatırlanıyor. Ama tabii ki günümüz işler de olacaktır ve gelecektir ve geliyor da aynı zamanda. Öyle işler de yaptım daha önce anlattığım işler. Ama sanırım bu tip rollere beni çok yakıştırıyorlar ve seyirci de bu rollerde beni görmek istediği için daha çok bu tip roller geliyor. Dönem işlerinde aslında kahramanlığı çok daha kolay işleyebiliyorsun. Günümüz işlerinde kahramanlığı işlemek çok kolay değil. Evet, dünya sinemasında tamam, yapılabiliyor ama Türkiye daha yeni yeni gelişiyor. Daha yeni yeni buraya girmeye başladı. Hatta şimdi isim söylemeyeceğim, bir şey de demeyeceğim ama böyle günümüz bir proje yapacağım yakın zamanda.
DÖNEM İŞLERİ GÜNÜMÜZ İŞLERİNE GÖRE ÇOK DAHA ZOR
-Dönem işinde rol almak çok zordur derler. Hiç zorlandığınız oldu mu veya oluyor mu?
Öğrenme süreci evet çok zordu. Yani dediğim gibi insan vücudu, insan bedeni o kadar her şeye aslında alışmaya müsait ki. Bu bir alışma süreci. Bunun ön hazırlığı tabii ki çok daha fazla günümüz işlere göre. Evet, zorlukları tabii ki oluyor. Yani sonuçta orada atla ilgilenmek zorundasın. İşte kılıç var, kalkan var. Benim kullandığım balta var vs. bunlarla ilgileniyorsun. Bir yandan aksiyon çekerken bir yandan o sahnenin duygusu da aynı zamanda seyirciye projekte etmek zorundasın. Dönem işleri bence günümüz işlerine göre çok daha zor ve çok daha detaylı. Ama ben her zaman yani zoru yapıp başarmayı sevdiğim için bunu da yapıp eğer başarabiliyorsam bana ayrı bir haz veriyor.
-Peki, en zor sizce hangisi? Ata binmek mi, kılıç kullanmak mı, balta kullanmak mı, ok atmak mı?
Benim için artık hepsi çok kolay (gülüyor). Çünkü bedenin ya da vücut dilin onlara çok müsait değil ama dönemin işte beden dilini, üslubunu falan anladıkça ve özümseyip kendi vücuduna onu entegre ettikten sonra aslında her şey akmaya başlıyor. Mesela tekrardan Diriliş'ten Kuruluş'a dahil olduğumda… Her şey çok hızlı gelişti. Sahneye girdim, çektik. Dediler ki "Abi sen ne yaptın?", "Ne yaptım? dedim. "Abi sanki hiç gitmemişsin gibi" dediler. Bana diyorlar "Bunu nasıl yapıyorsun?" Ben bunu kelimeyle anlatamam. Kelimelerle gerçekten anlatabilecek bir şey değil. Bir şekilde ruhla mı alakalı bilmiyorum ama sahnenin içerisine ben girdiğimde o su gibi akıyor bende. Ben artık sanki kılıçla balta ile dans ediyormuş gibi hissediyorum. Yani öyle bir enerji var. Öyle olunca da izlenmesi çok keyifli, görsel bir şölen oluyor. Seyirci de bunu takdir ediyor. Bu da tabii ki benim için çok büyük bir motivasyon kaynağı.
İMKANLAR KISITLI OLDUĞU İÇİN ÇOK ZORDU
-"Dağ" projesi de bir dönem değil fakat aksiyon işi. Çok da sevilen, hatta herkesin üçüncüsünü dört gözle beklediği bir iş. Nasıl bir deneyimdi sizin için?
Dağ da güzel bir projeydi. Zaten bu tip işlerin aslında ilklerinden bir tanesi. O da çok keyifli bir işti. Zor da bir işti. Çünkü imkanlar çok zordu. İmkanlar o dönemde yapılırken kısıtlıydı. Kısıtlı olduğu için tabii ki daha da zordu. Orada da -20/25'lerde falan onu çekmek çok da kolay değil. Çok da kolay değil ama o imkansızlıklara rağmen gerçekten güzel, başarılı bir iş ortaya çıktı. Ben aslında şeye çok inanıyorum; amatör ruhla yapılan her şey aslında çok daha başarılı oluyor gibi geliyor bana. Eğer her işi gerçekten kendi ruhunla, bütün olarak eğer kendini ona adarsan bambaşka bir şey çıkıyor ortaya.
-Bir de Survivor serüveniniz oldu... Neden Survivor'a gitmek istediniz, sizi cezbeden neydi ve nasıl bir deneyim oldu?
Katılma sebebim aslında kendimle bir challenge yapmaktı. İmkansızlıklar içerisinde hayatta kalma mücadelesini aslında tecrübe edebilmekti. Kendimi daha iyi tanıyabilmekti. Bunları orada gerçekten deneyimledim diyebilirim. Gerçekten çok zorlu bir süreç. Hem fiziksel hem mental olarak. Tamamen bir kere zaten orada dijitalden uzaklaşıyorsunuz. Ne telefonunuz var ne sevdiklerinizle ulaşabiliyorsunuz. Dış dünyayla tamamen iletişiminiz kesiliyor. Kendinizle baş başasınız ve oradaki yarışmacı arkadaşlarla berabersiniz. Hiçbir şekilde besine ulaşamıyorsunuz. Besini sadece doğada bulduğunuz... İşte balık tutarsan balık yersin. Ağaçta bir meyve sebze bir şey bulursan onu yersin. Çünkü o zaman biz Panama'da çekiyorduk. Panama'da okyanusun ortasında ıssız bir adada çektik. Çektik derken orada kalıyorduk. Orada da hindistan cevizi yoktu, sadece okyanus var. Eliminde bir zıpkın var, bir olta var. Oltayla birkaç defa denedik ama başaramadık. Ben uzun zamandır zaten bunu yapmayı, tecrübe etmeyi istiyordum. Fakat orada bunu yapmak kısmet oldu. Dedim "Verin bakayım şu zıpkını bana. Ben bir deneyeceğim bu işi." Girdim ve ilk girişimde 3 tane falan şöyle balık vurdum. Ondan sonra adananın ve bizim takımın balıkçısı ben oldum. O dönemde herhalde yaklaşık 500-600 kilo balık vurmuşumdur. Zaten denizi seviyorum, doğayı seviyorum. Deniz altındaki dünyayı zaten çok merak ediyordum. Yaşamak için de bazen işte maalesef böyle avlanmak gerekiyor.
HİÇBİRİMİZ BU BAŞARIYI BEKLEMİYORDUK, GUINNESS REKORLAR KİTABINA GİRDİ
-Ve gelelim sizi herkesin tanıdığı 'Turgut Alp', şuanda da 'Turgut Gazi' olan karakterinize. Diriliş Ertuğrul ile başlayan yolculuğunuzu sizden biraz dinlemek isterim…
Ya hiçbirimiz bunu tahmin etmiyorduk. Ama hepimiz çok büyük bir inançla bu işe başladık. Birçok kişi hatta o dönemlerde "Bu işi yapamazlar, edemezler." dedi. Bana da çevrenden bir sürü kişi söyledi ama ben hikayeyi okuduktan sonra çok inandım. Ben çünkü öyle bir adamım. Yani ya hep ya hiç. Bir şeye inanıyorsam tam inanırım ya da hiç inanmam. Bende arası yok. Ben de o işe inandım. Hepimiz çok inandık. İnandık ve başladıktan sonra inanılmaz bir geri dönüş aldık. Yani hiçbirimiz bu başarıyı açıkçası beklemiyorduk bu kadar olduğunu. İnanın yani o iş hatta Guinness Rekorlar kitabına dahi girdi, dünya çapında en çok izlenen drama dizisi olarak. Ve en çok dile çevrilen iş olarak. Orada tabii ki çok uzun bir hazırlık sürecimiz oldu. Turgut Alp'e hazırlanma, onu araştırma vs. Tabii ki onun hakkında çok fazla detaylı bilgi yok ama bulabildiğim kadar onları araştırdım. Kendimden katmak istediğim şeyler de oldu tabii ki onları da kattım. Daha işte duyarlı olması vs. gibi. O süreçte aşağı yukarı 3-4 ay kılıç pusat için eğitimler aldık, atlara bindik falan. Bu arada baltayı da ben seçtim. Dedim bu adam farklı olmalı. Ben çünkü oynadığım her karaktere farklı bir özellik katmayı seven bir adamım. Yapabildiğim kadar, elimden geldiği kadar. O da dedim farklı olsun. Herkes kılıç kullanıyor, bu adam o zaman balta kullansın. Baltayla acaba neler yapabilirim diye araştırmaya başladım. O dönemdeki koreograf ekibimiz onlar da yardımcı oldular. Birtakım şeyler izledik beraber. Onun üzerinde çalışmaya başladık. Sonradan ben bunu, bu hareketleri nasıl geliştirebilirim'e dönmeye başladı iş. Her seferinde, her bölümde, her sezonda daha fazla üzerine koymaya gayret ettim. Ve bunu yapabildim ki seyirciden çok güzel geri dönüşler aldım. Bundan dolayı da tabii ki çok mutluyum. Tabii ki bu sevgi seliyle, bu ilgiyle karşılaşmak üzerinde daha da bir sorumluluk yüklüyor. Ve onlara layık olmaya çalışıyorum yaptığım şeylerle. Ve sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
Tabii önceden Turgut Alp daha ateşli, daha fevriydi. Gençti o zamanlar. Ondan dolayı daha fevri, daha ateşli ama korkusuz bir savaşçıydı. Şu anki Kuruluş Osman'a gelen Turgut Gazi tabii ki daha yaşamışlıkları olan, daha olgun, daha stratejik hareket eden, daha lider ruhlu, aynı zamanda ayakları daha yere sağlam basan ve ne yaptığını bilen, ne istediğini bilen ve yapacağı hareketlerde düşmanın vereceği reaksiyonları, yapabileceklerini önceden daha çok kestirebilen bir karaktere dönüştü. Benle beraber aslında ben olgunlaştım, Turgut da olgunlaştı.
TURGUT ALP AÇIK ARA EN SEVDİĞİM KARAKTERDİR, ONUNLA BİR ARAYA GELMEK YILLAR SONRA ESKİ BİR DOSTLA BULUŞMAK GİBİ
-İlk teklif geldiğinde ne hissettiniz peki? Aynı karaktere yıllar sonra hayat verecek olmak duygulandırdı mı?
Turgut Alp benim hayatımda çok önemli bir yere sahip. Yani bugüne kadar oynadığım karakterler arasında açık ara en çok sevdiğim karakter diyebilirim. Bana çok şey kattı. Seyirciyle olan aramdaki bağı daha da kuvvetlendirdi. Dolayısıyla benim için çok özel. Yani açıkçası benim için sürpriz oldu diyebilirim. Her şey de çok çabuk gelişti. Mehmet Bozdağ bana geldi dedi ki "Böyle böyle bir şey düşünüyorum. Sen ne düşünüyorsun?" "Yani üzerinden baya zaman da geçti nasıl olacak bilmiyorum ama" dedim. "Neden olmasın?" dedi. Ben de "Evet, neden olmasın?" dedim. "Olabilir." Ondan sonra beraber oturduk konuştuk. Birlikte karakteri detaylandırdık. Nasıl bir karakter çizeceğimizi birlikte konuşup istişare edip karar verdik. Ve daha sonrasında başladık.
Yani aslında Turgut'la, Turgut Gazi olarak yıllar sonra bir araya gelmek aslında benim için çok eski bir dostla tekrardan buluşmak gibi bir şey. Geçmişe doğru manevi bir yolculuk benim için. Dolayısıyla bu çok keyifli bir durum. Onu da tekrar tecrübe etmek istedim. Çok da iyi oldu. Çünkü hem Türkiye'den hem yurt dışından inanılmaz büyük bir sevgi seriliyle karşılaştım. Bunun için gerçekten çok müteşekkirim.
-Bunca yıldır bu karaktere hayat veriyorsunuz, bunun hayatınızda bir yansıması oldu mu?
Karakterler evet, çekim sürecinde falan illaki seni etkiliyor bir şekilde. Sonuçta belli bir yerde bazen kalman gerekiyor. Ama bunu çok da fazla hastalık durumuna getirmemek gerekiyor. Normalde tamam orada savaşçısın, kahramansın vs. Ama bir de kendi normal hayatımız var. Yani size şöyle bir örnek vereyim; düşman karakter, normalde kötü adam, normal hayatında kötü mü? Hayır değil. Ama tabii ki beni manevi olarak da etkilemedi desem yalan olur. Beni gerçekten etkiledi.
GERİ DÖNDÜĞÜMDE DUYGUSAL ANLAR YAŞADIK, UZUN SÜREDİR AYRI KALDIĞIM AİLEME DÖNMÜŞ GİBİ HİSSETTİM
-Bozdağ Platoları büyüklüğüyle ve gösterişliliğiyle nam salmış bir plato artık. Dünya çapında da ziyaretçi çekiyor… Siz ilk girdiğinizde neler hissettiniz? Ekip sizi nasıl karşıladı?
Bizim başladığımız dönemde bu kadar büyük değildi. Böyle plato falan yoktu. Ama daha sonrasında Mehmet Bey (Bozdağ) çok güzel bir iş yaptı. Burayı büyük bir plato haline getirdi. Turizme de açıldı burası ve inanılmaz olmuş her şey yani. Orada bence Türkiye'ye kattığı çok büyük bir değer. Ondan dolayı tabii ki çok harika ve büyüleyici.
Ekipteki birçok arkadaş zaten benim Diriliş Ertuğrul'da birlikte çalıştığım arkadaşlardan olduğu için onlar da beni gerçekten çok büyük bir özlemle karşıladılar. Ciddi bir duygu paylaşımı oldu, duygulananlar oldu. Gözleri yaşayanlar oldu. Tekrardan döndüğüm için "İyi ki geldin" dediler. Aslında uzun süredir ayrı kaldığım aileme dönmüş gibi hissettim kendimi. Dolayısıyla hiç yabancılık çekmiyorum. Tekrardan yuvaya geri döndüm.
-Bu aksiyon dolu işlerin arka planından bir set anısı dinlemeyi isterim. Çok zorlandığınız bir an oldu mu mesela?
Zorlandığım tabii ki oldu. Mesela Diriliş'in ilk sezonunda bana zulmettikleri, işkence ettikleri sahneler vardı. Ya kışın ortasında dışarıda kar yağarken benim üzerim çıplak, işte bana bir tane düzenek yaptılar böyle dönen oraya bağladılar ve sürekli çıplak üzerime soğuk su atarak beni orada döndürüyorlar. Bir bu, bir de tabii ki kısıtlı zamanımız olduğu için ve bölümleri yetiştirmemiz gerektiği için bir hafta içerisinde çekmemiz gerekiyor her şeyi. Öyle bir bölüm vardı ki, bir hafta boyunca sürekli ormanın içerisinde, karın içerisinde, çamurun içerisinde aksiyon çektim. Tek başıma. O çok zorlu bir süreçti. Beni gerçekten o zaman çok zorladı. Ama sonucunda çok güzel bir şey çıktı ortaya. Sonucunu aldıktan sonra, seyirciden de yani bunun karşılığını gördükten sonra, beğenildiğini gördükten sonra tabii ki o zorluklar böyle güzel anılar olarak anlatılıyor. Ve hafızalarda kalıyor.
-Soğuk su atılma sahnesine takıldım ve merak ettim; sonuçta o suyun derecesini biz ekrandan göremiyoruz. Yine de soğuk su mu kullanılıyor çekim esnasında?
Ya ben hiçbir zaman oyunculuk kariyerimde -mış gibi yapmadım. Yani onun soğuk olmasını tercih ettim ki, benim aynı zamanda oyunculuğuma da katkı sağlasın. Dolayısıyla ben özellikle soğuk atılmasını istedim. Çünkü o bambaşka bir gerçeklik katıyor sahneye.
-Hiç yaralandığınız falan oldu mu peki?
Oldu, olmaz mı? Ellerimde bir sürü iz var mesela. Hepsi kılıçlardan, kılıç darbesinden vs. Attan da düştüm. Belimde kırık oldu iki tane. Ama yıllardır spor yaptığım için, doktora gittiğimde bana dedi ki, "Normal bir insan gelse normalde sizi ameliyat etmemiz gerekiyor ve çivi çarpmamız gerekiyor. Ama spor yaptığınız için, şu an gayet iyisiniz" dedi. O yüzden ben de sürekli sporuma devam ediyorum. Yani vücudumu, sırtımı, karın kaslarımı, bacağı kaslarımı, kalça kaslarımı vs. güçlü tuttuğum sürece hiçbir sıkıntım yok, gayet iyiyim.
-Burak Özçivit ile sahneleriniz de dikkat çekiyor. Nasıl bir uyumu oldu sizce Ertuğrul Bey'den sonra bu ikilinin?
Tabii şu an çok daha yeni ama güzel bir uyum yakaladığımızı düşünüyorum ben. Bu ilerleyen sahnelerde, ilerleyen bölümlerde daha da derinleşecek diye düşünüyorum. Gayet iyi gidiyor. Ya bir de şöyle bir şey var. Yani sonuçta ben oynadığım sahneleri her zaman içselleştirmeyi tercih eden bir adamım. Dolayısıyla Osman, Turgut'un elinde büyüdü ve Ertuğrul'un emaneti. Dolayısıyla Turgut ona hem bir babalık olmasa da amcalık diyelim, ve aynı zamanda bir mentorluk, akıl hocalığı yapmaya çalışıyor. Ve onu çok değerli görüyor. Dolayısıyla onu sürekli bir koruma içgüdüsü var. Bunları da mümkün olduğu kadar sahnelerde seyirciye aktarmaya çalışıyoruz. Bunlar yavaş yavaş zaten daha da gelişecek. Birlikte çektiğimiz sahnelerin bir çoğunda da çok güzel geri dönüşler oldu. Bence güzel sahneler de oldu. Ama çok daha iyi ve çok daha yoğun bir sinerji yakalayacağımızı düşünüyorum ilerleyen bölümlerde.
SÜREKLİ EVLİLİK TEKLİFLERİ ALIYORUM!
-Rol aldığınız işler dünya çapında yayınlandığı için çok fazla da mesaj ve yorum geliyordur. Var mı unutamadığınız spesifik bir şey?
Yani herkes inanılmaz teşekkür ediyor döndüğüm için. Sürekli dua ediyorlar. Teşekkür ediyorum. Çok mutlular döndüğüm için, ben de çok mutluyum döndüğüm için. Onlardan tabii ki böyle bir sevgi seliyle ve özlemle karşılaşmak benim için gerçekten çok büyük bir motivasyon kaynağı.
-Spesifik bir şey yok yani…
Ya birçok var, mesela evlenme teklifleri geliyor sürekli. Çok enteresan, evet. "Evlisin ama yine de evlenmek istiyorum." diye mesajlar…
-Biraz da sizi tanımak adına birkaç özel soru sormak isterim. Set yokken bir gününüzü nasıl geçirirsiniz?
Genelde spor benim olmazsa olmazım. Hayatımda her şey set olmadığı zamanlar tamamen spor düzenime göre ayarlıyorum. Eğer setim yoksa benim için öncelik her zaman yapacağım antrenman, o günkü antrenmanım. Ona göre toplantımı vs. görüşmelerimi ve günlük hayatımda yapacağım şeyleri ona göre ayarlıyorum. Zaten spora girdiğimde 2,5-3 saat sürüyor benim antrenmanlarım. Onları yapıyorum. Ondan sonra ailemle, eşimle beraber vakit geçirmekten tabii ki çok keyif alıyorum. Eşimle köpeğim. Aslında ben biraz daha sakin bir hayat yaşıyorum. Zaten şehirden de uzaktayım. Doğa içerisinde yaşamayı daha çok tercih ediyorum. Daha sakin bir hayatım var. Onun dışında işte kitap okuyorum. Biraz finansla ilgileniyorum. Onlarla ilgili araştırmalarım oluyor. Dünyada neler oluyor neler bitiyor onları araştırıyorum sürekli. Bu tip şeyler.
-2022 yılında evlenmişsiniz, daim olsun. Nedir sizce mutlu bir birlikteliğin sırrı?
Ya en büyük sırrı birbirini sevmek, saygı duymak, anlayış göstermek ve birlikte eğlenebilmek. Bunlar çok önemli.
AYAKLARI YERE SAĞLAM BASAN BİR CENGİZ ÇIKTI ORTAYA
-40'lı yaşlarınızdasınız şimdilerde. İnsan 20'lerinde başkadır, 30'larında başka, 40'larında başka derler… Nasıl bir Cengiz çıktı şu anda ortaya?
Aslında daha kendinden emin, daha tecrübeli, daha ne istediğini bilen ve ayakları yere sağlam basan bir Cengiz çıktı ortaya. Yani eğer bana sormuş olsan ki hangi yaşında olmak isterdin, bu yaşında olmak isterdim. Yani 40 ama bence yaş sadece bir rakamdan ibaret. Aslında içinde nasıl olduğun çok önemli. Fiziksel olarak mesela önceden yaptığım şeyleri çok daha iyi yapabiliyorum şu anda. Nasıl baktığımla alakalı, nasıl beslendiğinle alakalı, dünyaya nasıl baktığınla alakalı, yani psikolojini nasıl yönettiğinle alakalı, enerjini nasıl kontrol ettiğinle alakalı her şey aslında. Aslında bu süreç bana çok şey öğretti. Yani kendimi keşfetmeyi, zihnimi aslında nasıl kodlayacağımı ve aynı zamanda enerjimi nereye yönlendireceğimi çok daha anladım ve öğrendim diyebilirim. Dolayısıyla bu da bana çok şey kattı. Gereksiz eforlar sarf etmiyorum artık.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
Spor. Çok değerli benim için. Üç gün spor yapmazsam eğer benim devreler yanmaya başlıyor. Cızırtı başlıyor ufak ufak. Çok değerli. Çünkü benim 30 yıllık spor geçmişim var. Yani 10 yaşımda basketbola başladım. 20-21 yaşına kadar oynadım. Ondan sonra fitness, crossfit, fonksiyonel antrenmanlar, kickboks, boks, jiu jitsu. Yani sürekli hayatımda benim spor hep var.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
"Çok spor yapıyorsun abi." Yani insanlar mesela gidip sağda solda bir yerde kahve falan içerken, yemek yemeyi birlikte oturmayı tercih ederken "Abi ben bir spor yapayım sonra size dahil olurum" diyorum her zaman. Çünkü eksik hissediyorum kendimi yapmadığım zaman. Yani benim için artık spor su içmek yemek yemek gibi bir şey oldu. O beni dinç tutuyor ve aynı zamanda benim için bir terapi gibi.
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Yok aslında. Yok.
-Günlük yaşantınızda totemleriniz var mıdır?
Sabahları kalkarım. İlk başta bahçeye çıkarım. Ve gelecekte yapmak istediğim hedeflerimi hayallerimi düşünürüm. Ve onlar üzerine olumlamalar ve dualarımı yaparım. Böyle başlarım güne. Yani aslında dünyaya nasıl bakarsan, nasıl düşünürsen ve hangi kelimeleri kullanırsan hayat da sana bir şekilde öyle gelmeye başlıyor. İnsanlar da, öyle insanlar gelmeye başlıyor. Eğer o tip insanlar senin hayatında yoksa onlar da ufak ufak sessizce kendiliğinden hayatından çıkmaya başlıyor. Bunu ben deneyimledim. Yani son 10 yılda bunu deneyimledim. Ve bana çok iyi geldi.
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Samimiyetsizlik ve burnu havada olan insanlar. Tahammül edemiyorum. Hepimiz insanız. Hepimiz etten kemikten bir ruhtan üretildik, yaratıldık. İnsanların statüleri farklı olabilir ama neden yani insanları aşağıda görmek? 'Ben şöyleyim, ben böyleyim' tavrında gezmek… Bilmiyorum. Bana değişik geliyor.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Düşünüyorum şu anda ama aklıma gelen bir şey yok açıkçası.
-Kıskanç biri misiniz?
Yani tadında. Tadında yani gereksiz şeyler yapmam kıskançlıkta.
-Zaten tadında olunca keyifli oluyor…
Tabii zaten o da olmazsa… Yani zaten o da tuzu biberi aslında ilişkilerin.
-Cimri biri misiniz?
Cimri değilim ama tutumluyum. Yani gereksiz harcamalar yapmam mesela. Fuzuli şeyler almam. Eğer gerçekten ihtiyacım varsa ama bir şeyi de çok istediysem, evet alırım. Daha çok yani kazançlarımı yatırımlara yönlendirme taraftarıyım her zaman. Öyle hareket ettim hayatımda.
-En çok neye para harcarsınız?
Yani şu an soruyorsan eve harcıyorum. Tadilatlarla ilgili. Ama genel olarak soruyorsan saatler, araba ve ayakkabı.
-Bize programın adına yakışır bir itirafta bulunur musun?
Sana samimi olacağım... Aslında çok fazla röportaj verme sevdalısı bir adam değilim. İtirafım bu olabilir. Çünkü kendimi anlatmayı çok fazla sevmiyorum. Yani insanlar benim yaptığım işlerden, beni gördüklerinden, bildiklerinden, tanıdığı kadar kendi kafalarında bir şeyler oluştursunlar. Çok da fazla insanları ikna etme çabasında hiçbir zaman olmadım yani.