Mutfak Bahane'nin güzel sunucusu Derya Taşbaşı, Yasemin Döngel'e dikkat çeken itiraflarda bulundu. "20 yaşıma kadar belki 20 meslek değiştirmişimdir" diyen Taşbaşı, "En keyif aldığım iş şu an kesinlikle 'Mutfak Bahane' programı" ifadelerini kullandı. Programdaki her duygunun gerçek olduğunu dile getiren ünlü sunucu, "Ben orada yalandan gözyaşı dökmüyorum, dökmek de istemiyorum" dedi. Programa ilk başladığında gelen yarışmacıların bazılarının hayat hikayelerine çok üzüldüğünü de belirten Taşbaşı, "O süreci zor atlattım, hatta psikolojik destek bile aldım" itirafında bulundu. İşte röportajın tüm detayları…
-Nasılsın, nasıl gidiyor hayat?
Çok iyiyim. Çok iyi gidiyor. "Mutfak Bahane"de ikinci sezona başladık. Reytinglerimiz güzel, program çekimleri çok eğlenceli geçiyor. Konuklar almaya başladık, bolca yemek var, sohbet var, heyecan var yani baya güzel gidiyor.
-Almanya'dan Türkiye'ye uzanan bir hayat hikayesi. Nasıl başladı senin yolculuğun?
Annem ve babam 70'li yıllarda gitmişler Almanya'ya. Oturduğumuz binadan dolayı çok farklı kültürlerle büyüdüm ben. Bizim böyle iç avlusu olan bir evimiz vardı. Annem Türk, üst komşumuz Alman, onun karşısı Yunan, İspanyol, İtalyan… Ve bütün bu kadınlar bu orta avluda otururlardı. Ben de aralarında tek küçük çocuk olarak böyle cici kız gibi yanlarında otururdum. Biraz onlar tarafından ilgiyle şımartıldım. Güzel bir çocukluktu.
20 YAŞIMA KADAR 20 MESLEK DEĞİŞTİRDİM
-Meslek seçimine o yaşlarda mı karar verdin?
Hayır. Ben ikizler burcuyum, çok kararsızım, çok değişkenim. 20 yaşıma kadar belki 20 meslek değiştirmişimdir (gülüyor).
-İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Endüstri Ürünleri Tasarımı okuyorsun. Bundan önce başka bir girişimin oldu mu?
Evet. Aslında benim bir sunuculuk girişimim var. Almanya'dayken büyük bir müzik kanalının seçmeleri vardı. Ben oraya başvurdum, kabul edildim. Son birkaç kişi arasında kaldığımda annem "Hayır" dedi.
1 YILLIĞINA GELDİM, TÜRKİYE'DEN KOPAMADIM
-Neden?
Annem çok despot ve çok kuralcı bir kadın. Ve uygun görmedi o dönem, "Biz seni orada görmek istemiyoruz" dedi. O yüzden orada onu ben askıya aldım ama aklımda da hep vardı. Sonrasında ben bir Avrupa Birliği projesinde çalışmak için ilk Türkiye'ye geldim. Niyetim sadece 1 yıl kalmaktı. Türkiye'yi o zaman macera olarak gördüm, buraya geldim. Anneannemle beraber yaşıyordum. O 1 yılın sonunda burayı o kadar çok sevdim ki… Çalıştığım vakıf da beni sevince 1 yıl daha teklif ettiler. Sonra bir Almanya'ya gittim geldim yine buradan bir iş teklifi geldi. Git gel derken artık dedim ki, "Kopamıyorum buradan, hadi üniversiteyi de bari burada okuyayım." Yine üniversite tercihim biraz daha annemin yönlendirmesiydi. Tercih yaparken, "Anne konservatuvara gitmek istiyorum" diyorum, "Hayır." "Anne resim okumak istiyorum" diyorum, "Hayır." İşte "Git mühendislik oku, tıp oku" filan derken Endüstri Ürünleri Tasarımı okudum ve hiç o işi yapmadım. Zaten üniversite okurken de ilk televizyon kariyerim başladı.
-"Var Mısın Yok Musun" değil mi?
Evet. İlk televizyona çıkışım "Var Mısın Yok Musun" programıydı, yarışmacı olarak katıldım. Sonrasında "Recep İvedik 2"de oynadım.
ACUN ILICALI BENİ SEYİRCİLERİN ARASINDAN FARK ETTİ
-"Var Mısın Yok Musun" programına nasıl dahil oldun?
Oraya kuzenim başvurmuştu yarışmacı olarak, ben de ona eşlik ettim. Yarışmada seyircilerin arasında otururken Acun Bey (Ilıcalı) beni arka gözüyle, (arkasında gözü var herhalde) orada görmüş. Program bittiğinde de birini yanıma yolladı ve sorular işte "Katılmak ister misin?" diye. Ben de tabii ki "Evet" dedim çünkü o dönemin en çok reyting alan yarışma programıydı. Programa katıldım, 1,5 ay kaldım orada. O dönem için tatlı da bir rakam kazandım.
-Ne kadardı?
14 bin TL. Öğrenci halimle çok iyiydi. "Var Mısın Yok Musun"dan sonra "Ben okula dönüyorum" dedim. Bu işlerle hiç alakam yok. Ama ondan sonra bir tane menajer kadınla tanıştım. Recep İvedik'te oynamamı sağladı. Sonra yine dedim, "Derya bir dur. Burada senin önceliğinin okul olması gerekiyor." Ama bu işleri de sevdiğim için yanı sıra çalışayım diyorum. Seslendirme yapmaya başladım. Birol Güven'in stüdyosuna gidip geliyordum. Bir gün orada Birol Güven beni bahçede köpekle oynarken görüyor. Sonra yanıma geliyor "Sen kimsin?" diyerek. "Ben burada seslendirme yapıyorum" filan diyorum. "E gel seni bizim diziye alalım" diyor.
-Hangi dizi var o dönem?
"Arka Sıradakiler." Öyle de Arka Sıradakiler'e girmiş oluyorum. Aslında ünlü olmak, oyuncu olmak gibi bir niyetim yoktu ama seviyorum da yani. Sahnede olmayı seviyorum, konuşmayı seviyorum, kameraları seviyorum ama çok da hırslı değilim aslında. Arka Sıradakiler'den sonra da sunuculuk teklif edilince oradan devam ettim.
-Oyunculuk içinde ukde kalmadı mı?
Ay çok kaldı hem de. Ara ara yapabildikçe yine dizilerde oynadım.
-Son olarak bir "Kırmızı Oda" macerası var. Nasıldı o proje?
Güzel bir hikayeydi, güzel bir karakterdi. Güzel oyuncularla oynadım. Keyifliydi benim için kesinlikle.
-Sonra sunuculuk… Nasıl oldu ilk program?
Hafta içi her gün spor branşları tanıtan bir program yapıyordum. 3 yıl gitti neredeyse, 20'lü yaşlarımın ortasında çok keyifliydi. Edirne'den Ardahan'a bütün Türkiye'yi geziyorum.
-Bir de gezi programı var…
Evet. Sonrasında gezi programı da var. Hep aktüel programlar, elimde mikrofon her yeri gezdim. Halk oyunlarıyla ilgili bir program yaptım. Gezi programında 48 ülkeye gittim.
-Gerçekten göründüğü kadar keyifli mi gezi programı sunmak?
Bir yere kadar keyifli. Bir süreyi doldurman gerekiyor, bir sorumluluğun var. Bir konu var, bir konuk var. Oraya keyfi gitmiyorsun. Bir sürü aksilikle karşılaşabiliyorsun.
BUGÜN OLSA YAPAMAM!
-Bir süre sonra yorucu da geliyor değil mi artık?
Tabii ki de. Çünkü belli bir süre doldurman gerekiyor orada. Birçok yer mesela aklımda kalmıştır. İşte gidemediğim yerler vardır. 48 saat kalıp program çekip dönmek zorunda kalıyordum bazen. Bir hafta içinde iki ülke değiştiriyordum, koştur koştur böyle. Ama keyifli tabii ki de öyle ofiste oturup bilgisayar başında çalışmaya benzemez. Fakat bugün olsa yapamam. O zaman 20'li yaşlarımdaydım, taş üstünde yatıyordum. Hiç konfor aramam, uyku aramam, yemem içmem falan sınırsız bir enerjiyle her yere koşturabiliyordum. O enerjiye sahip değilim artık.
-Hepsini deneyimlemiş biri olarak, en keyiflisi hangisini sunmaktı sence?
Uf, çok zor bir soru! Her şey kendi döneminde güzeldi. En keyif aldığım iş şu an kesinlikle "Mutfak Bahane" programı. Çünkü bambaşka bir kitleye ulaşıyorum. İnanılmaz kalabalık bir kadro var. Çok güzel insanlarla beraber çalışıyorum. Çok heyecanlı, çok gerçek. Daha önce ufak tefek tematik kanallarda çalıştım ama bu kadar çok insana ulaşmıyordum.
-Madem topu attın derinlemesine konuşalım. Bu sezon neler yaşanıyor Mutfak Bahane'de? Nasıl gidiyor?
Hayatımın tam merkezinde şu anda 'Mutfak Bahane' var. O yüzden sen bana ne sorarsan sor kafam direkt oraya gidiyor (gülüyor). Hayatım oldu gerçekten. Bu sezon artık konuk almaya başladık. Şeflerimiz geliyor, yemek tarifi veriyorlar. Dışarıdan da tadım için insanlar alıyoruz daha tarafsız bir yorum için.
-Eleştiri mi geliyordu taraflı yorum yapıyorsunuz diye?
Kayınvalide ve gelin yemek yapıyor, eşler de tadım yapıyor ya, ay o eşleri bir topa tutuyorlar. Onun damak zevkine güvenmiyor. "Sen anlamıyorsun, taraf tutuyorsun" diyor. Dışarıdan tarafsız biri gelince dengeler biraz değişiyor. İzleyici de bunu görmek istiyor. O yüzden biraz daha renkli oldu.
BİZİM PROGRAMDAKİ HER ŞEY GERÇEK
-Bu tarz yarışma programlarına en sık gelen yorumlardan biri de kurgu olduğunun düşünülmesidir herhalde. Mutfak Bahane'de izlediğimiz her şey gerçek mi, kurgu olan durumlar da var mı?
Büyük bir gururla şunu söyleyebilirim ki; bizde hiçbir şey yalan yanlış değil. Çiftlerimiz gerçek, hikayeleri gerçek, duyguları gerçek, her şey o kadar gerçek ki… Hatta benim tepkilerim de gerçek. Şimdi başka taraflarda görüyorum ben büyük tepkiler veriliyor, gözyaşları dökülüyor vs. ama ben mesela oyuncuyum ama bir sunucu olarak bunu yapmak istemiyorum ve yapmıyorum da. O yüzden birine üzüldüğümde, ağladığımda, bunların hepsi gerçek. Ben orada yalandan gözyaşı dökmüyorum, dökmek de istemiyorum. Doğrucu Davut diye de kızarlar bana ama ben öyleyim.
O SÜRECİ ZOR ATLATTIM, PSİKOLOJİK DESTEK ALDIM
-Peki, programda var mı unutamadığınız bir bölüm, bir anı?
Geçen sezon yeni başladığımda gelen yarışmacıların bazıları hayat hikayelerini anlatmaya başladıklarında inanılmaz üzülüyordum. Çok üzücü hikayeler var gerçekten. Şiddet gören kadınlar, ailesi tarafından terk edilenler, yalnız bırakılanlar, çocuklarından ayrı tutulanlar vs. o kadar içerliyordum ki… Günlerce aklımdan çıkmıyordu. Ağlıyordum, üzülüyordum, bir şey yapmak istiyordum ama yapamıyordum. Tek yapabildiğim o an o insanın elini tutup hikayesini dinlemekti. O süreci zor atlattım, hatta psikolojik destek bile aldım ben bunun için. O duyguyu bitirmem, kapatmam gerekiyordu.
Çok etkilendiğim bir olay mesela, yarışmacılarımızın çocuklarıyla gelmesi. Çok tatlı bir ortam var. Sevgili yapımcım Sultan Önem, hem o koca ekibi yönetiyor hem de yarışmacının bebeğini kucağına almış onu pışpışlıyor. Sesçi bir bakmışım bebek arabasını gezdiriyor. Ya da iki tane çocuk bir baktım tadım masasından yemekleri çalmışlar daha tadıma gelmeden. Gerçek bir aile ortamı var. O yüzden de evime giriyor gibiyim stüdyoya girdiğimde.
-Sosyal medyada nasıl dönüşler alıyorsun? Geliyor mu acımasız eleştiriler?
Çok fazla geliyor. Sonuçta ekranda olunca eleştiri de alırsın. Saçıma takıyorlar, dili dönmüyor konuşamıyor diyorlar. "Burnun estetik daha güzel yaptırsaydın bari" diyorlar (gülüyor).
KORKUNÇ YEMEKLERLE KARŞILAŞTIĞIM OLDU
-Yarışmada o kadar yemek deneyimliyorsun… Yiyemediğin, damak tadına uymayan yemekler oldu mu hiç?
Neredeyse iki sezon geçti, öyle yemeklerle karşılaştım ki… Tuzlu baklava mı dersin, çiğ tavuk mu dersin, içi pişmemiş mumbar mı dersin… Sonuçta yarışıyorlar, uzman değiller, süre kısıtlı, kazalar oluyor, yanık yemekler çıkabiliyor ve mecbur yiyorum. Korkunç yemeklerle karşılaştığım oldu.
-Kısa Sorular'a geçmeden son olarak hayallerinizi, hedeflerinizi sormak istiyorum… Mesela oyunculuğu tekrar düşünür müsünüz? Yoksa sunuculuk ile kendinizi mi buldunuz mesela? Bundan sonrası için neler hedefliyorsunuz?
Şu an için tek hedefim bu programın uzun soluklu devam etmesi. Ama oyunculuğu da sevip özlediğim için yanı sıra da bir yerde bir karakter olsa hoşuma giderdi. Burada vakit kısıtlı, çok zor olur ama keşke olabilse. Sunuculuk ile oyunculuk birbirinden çok farklı. Birinde başkasını oynuyorsun diğerinde tamamen kendinsin. Başkasını oynamak, oyuncu olmak da bambaşka bir haz. O yüzden onu da özlüyorum.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
İşim. Çünkü ben normal bir iş yapmıyorum. İşimi hayatımdan çıkardığında geriye hiçbir şey kalmıyor.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
Geç kalırım. Zaman planlamam çok kötüdür.
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Düzen. Evimin düzenli olması gerekiyor. Çıldırıyorum bir şey yerinde olmasa.
-Günlük yaşantınızda totemleriniz var mıdır?
Bir şey yüzde 100 sonuçlanana kadar kimseyle paylaşmam. Çok zor tutuyorum kendimi ama öğrendim artık. Kimseyle paylaşmıyorum.
-Harika bir özellik. Ne zaman öğrendin tam olarak?
Ne zaman öğrendim biliyor musun? Anlatıp da işin olmadığını görüp hayal kırıklığına uğradıkça. Çünkü kıskançlığa ve nazara inanıyorum ben. İnsanların enerjisi senin hayatını yönlendiriyor olumlu/olumsuz.
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Yalan. Benim için abartı bir şey anlatmak da yalana giriyor. Hiç tahammülüm yok. Bunu insanlarda yakaladığım an onlarla tekrar görüşmek istemiyorum.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
İşkembe.
-Kıskanç biri misiniz?
Değilim. Düşündüm çünkü eşim gidip de başkasıyla daha fazla vakit geçirirse onu kıskanırım. 10 üzerinden 3 veririm.
-Cimri biri misiniz?
Hiç değilim.
-En çok neye para harcarsınız?
Kıyafete. Dolabıma baktığımda da giyecek bir şeyim yok (gülüyor).