Oyuncu Hasan Küçükçetin, Günaydın'ın YouTube kanalında 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'in konuğu oldu. "Yaprak Dökümü" döneminde sosyal medya olsa çok büyük linç yiyebileceğini belirtip, "O kadar aradan girdim ve o kadar aceleyle oldu ki... Şimdi tekrarlarına bakıyorum. İlk girdiğim dönemler çok tökezlemişim" ifadelerini kullandı. "Yaprak Dökümü" dizisinde oynamanın aklında olmadığını dile getiren Küçükçetin, "Niyetim Ezel'de Cengiz'i oynamaktı, kendimi birden Şevket olarak buldum" itirafıyla ses getirdi. Şimdilerde rol aldığı "Sustalı Ceylan" dizisinin senaryosu geldiğinde role zor ikna olduğunu belirtti, "Şu ana kadar oynadıklarım içinde en zoru diyebilirim" sözleriyle dikkatleri üzerine çekti. İşte Hasan Küçükçetin röportajından satır başları...
-Nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?
Hayat güzel gidiyor. İşte set koşturmaca. Bir yandan evi idare ediyoruz, bir yandan seti idare ediyoruz. Öyle arada gelgitli geçiyor.
-Biraz çocukluğunuzu dinleyerek girizgah yapsak…
Yani... Çok güzel bir çocukluk geçirdim. Babam emekli astsubay. O vesileyle bütün Türkiye'yi gezdik. Kıbrıs'a da gitmiş olduk. Yani mesela kışım Sarıkamış'ta geçiyordu, (Balıkesirliyim ben Burhaniyeli) yazım Burhaniye'de. Yani bir kışın en soğuğunu yaşıyordum, yazın en güzelini yaşıyordum. Sürekli gezdik. En fazla 3-4 yıl kaldık bir yerde. O yüzden sürekli yeni insanlar, yeni bir çevre, yeni bir coğrafya, yeni bir dil. Yani dil derken yeni bir şive. Bambaşka yörelere gidiyorsun, geziyorsun.
-Sürekli il değiştirmek zor olmadı mı?
Yok. Onun içinde doğduğum için zor gelmiyor. Şöyle zor oldu; babam emekli olduktan sonra İstanbul'a geldim konservatuvar için. O zaman zor oldu. Hep aynı yer. Hiçbir şey değişmiyor. Hiç kimse değişmiyor. Sürekli aynı, aynı, aynı. O biraz zor olmuştu. Sonra da öğrencilik, sürekli ev taşıyorsun. Her sınıfta başka bir evde oturdum. Öyle alıştım. Şimdi de normal, sabit bir hayata alıştım.
FİLM SETİNİ GÖRÜNCE AKLIMI YİTİRECEĞİM SANDIM, MESLEK OLARAK OYUNCULUĞU HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM
-Oyunculuğa giden yolculuğunuzdan da bahsedebilir miyiz?
Oyunculuk, yani sanat diyeyim bence; içte hissedilen bir duyu, bir form yani, o senin vücudunun içinde yaşıyor. Yani müzik yapan birisine sorsanız, hep zaten bebeklikten beri bir müzikle ilgili bir şeyi vardır. Filmleri çok dikkatli izlerdim. Oyunculuğu gözlemlemek çok hoşuma giderdi. Hatta bir gün bir filmin içinde şey vardı, başka bir film setini göstermişlerdi, aklımı yitireceğim zannetmiştim. İlk defa ışıkları gördüm, kamerayı gördüm, hatta bizde Panther diye bir sistem vardır bilirsiniz; raylar kurulur üstünde, kamera şey yapılır. Ben onu gördüğümde şey dedim, "Allah'ım, keşke bizim evde olsa da ben binsem, ablam ittirse" falan böyle ayrı bir şey. Yani oyunculuk hep hayatımın içinde bir yerde vardı benim. İlkokulda müsamerelerde aktif rol alırdım, halk oyunları ekibinde sürekli çalıştım. Lisede de öyle, yani liseye kadar bir sosyal aktivite sürekli oldu hayatımda. Ama profesyonel olarak, meslek olarak oyunculuğu hiç düşünmemiştim. Hiç aklıma gelmedi, çünkü çevremde yoktu öyle bir şey. E babam emekli olduktan sonra Burhaniye'ye taşındık, orada teyzem bana şey dedi, "Hasan, anlatırken gerçekten bir anlatıcı gibi anlatıyorsun." Çok da gevezeydim ben o zaman, sürekli bir şeyler anlatırdım. "Ya bir meslek olarak düşünür müsün oyunculuğu?" dedi Bedia teyzem. "Yok teyze ya ne alaka" dedim. Bir de o zaman oyuncular sefalet içinde yaşıyor, kiralarını ödeyemiyorlar, çok zor durumdalar, şöyleler böyleler algısı da çok vardı. "Bir 9 Eylül'e gidersin yakın İzmir, oranın sınavına girersin" falan dedi. O benim kanıma girdi yani aklıma girdi. Sonra bir baktım ki evet bir merakım var benim. Bu merakı döndürebilirim, bu benim mesleğim olabilir. Yani o teyzemin sözüyle merakım, serüvenim başladı.
-Projelerinize gelelim… Sustalı Ceylan'dan bahsedeceğiz ama öncesini de biraz konuşmak isterim. Mesela bu ilk kötü rolünüz değil, "Menekşe ile Halil" dizisinde de sizi kötü bir karakter olarak izledik. Kötüyü canlandırmak daha mı zevkli, zorlu olduğu için haz mı veriyor?
Yani aslında haz demeyeyim de... Normal hayatımda çok kurallara sadık, çok sakinim; hani böyle bir uçlarda yaşayan bir insan değilim. Yani gayet kuralcı bir insanım aslında. E şimdi onların kuralı olmayınca biraz böyle keyif alıyorsun. Yani birisini dövmek, öldürmek, değil de o kurallara uymama kısmı biraz cazip geliyor bana. Bir de okuyorum mesela senaryoyu, iş onu oynama kısmına geldiği zaman önce kendimi sinirlendiriyorum. Daha sonra sette de hemen onun reaksiyonunu anlık görebiliyorsun. Mesela Necmi'de bir sahne çekiyorduk, Burak beni dövüyor. Bizim ses operatörümüz o kadar mutlu izliyordu ki sahneyi… Böyle ses masasının arkasından gözlerini gördüm sadece. Gittim yanına, "Ağabey bir saattir dayak yiyorum, niye yardıma gelmedin?" dedim "İçimin yağları eridi ağabey" dedi, "O kadar mutluyum ki dedi şu anda senin dayak yemenden." Ha tamam dedim o zaman; iş, maya tutmuş yani doğru bir yerden gidiyoruz şu anda.
-O alınan tepkilerden de anlıyor insan zaten…
Önceden sosyal medya yoktu tabii. Şimdi sosyal medyadan küfürler, belalar, ölüm tehditleri, değişik değişik şeyler.
YAPRAK DÖKÜMÜ ZAMANI SOSYAL MEDYA OLSA BEN AYVAYI YEMİŞTİM!
-Eskiden olsa sizce sosyal medya şu anda farklı olur muydu bazı şeyler?
Hayır, yani o zaman da çok kötü olurdu. Ben şu an sosyal medyanın %90'ını pek sağlıklı bulmuyorum. Mesela bir güruh var; fake profiller, hani isim yok, takma bir isim, fotoğraf bazılarında yok, bazılarında çok alakasız resimler. Ve bana küfür ediyor, yani hani Necmi'den önce yani hiçbir şey yokken ortada. Giriyor, "Allah belanı versin" iyi tamam diyorsun. Anlamıyorsun yani. Hani önceden olmuş olsa, kendi adıma diyorum mesela ben Yaprak Dökümü'ne aradan girmiş bir oyuncuyum. Caner'le biz tam iki buçuk yıl o oynadı, iki buçuk yıl ben oynadım. O zaman şu anki sosyal medya olsaydı ben ayvayı yemiştim yani.
AYŞE'Yİ BANA ANLATMAYI ATLAMIŞLAR
-Her oyuncu için geçerli ama bu bence, ikinci karakterler genelde sevilmiyor ve benimsenmiyor…
Şimdi bir vücut olmuş o iki buçuk yılda ve mesela muhteşem izlenen bir diziydi. Külk bir iş olmuş ve ben aradan girdim, bir bölüm Caner oynuyor, ertesi bölüm ben çıkıyorum. Caner'le bizim alakamız yok, yani kast olarak hiçbir alakamız yok. E bir de oyunculuk olarak çok farklı bir şey. Şimdi beni şirkete çağırdılar, toplantı yaptık, konuştuk, şu rol bu, bu karakter bu… İzlememi istemediler, etkisinde kalırım hani onun tekrarını getiririm diye. E şimdi bir haftada beni Şevket yaptılar. Ben bir hafta sonra sete geldim, biz başladık çekime. Bir tane ufak bir kız var, kim o kız? Ben merakla ona bakıyorum böyle, Ayşe, tanımıyorum, bilmiyorum, sormaya da utandım hani settekilere kim bu çocuk falan diye. Bir sahne çekiyoruz, karşımda oturuyor ama kim olduğunu bilmiyorum böyle. Eve geldik, beni oyuncu yapan teyzem bizdeydi, "Bedia teyze sen bilirsin, evde bir çocuk var. Ben sormaya utandım, kim bu kız?" dedim. "O senin kardeşin" dedi, "Nasıl kardeşim ya, benim üç tane kardeşim yok." dedim. Kızcağızı o kadar atlamışlar ki bana anlatmaya...
ŞİMDİ TEKRARLARINI İZLİYORUM, İLK GİRDİĞİM ZAMANLAR ÇOK TÖKEZLEMİŞİM
- Ya dizide de çok yok gibiydi aslında...
Yani ben işte Gökçe (Bahadır) var, Fahriye (Evcen) var, Bennu (Yıldırımlar) var falan zannediyorum. Şuna gelmek istiyorum; o kadar aradan girdim ve o kadar aceleyle oldu ki… Şimdi tekrarlarına bakıyorum. İlk girdiğim dönemler çok tökezlemişim. Bilmiyorum çünkü ne yapacağımı bilmiyorum. Hani hikaye ne, konu ne?
O ZAMAN SOSYAL MEDYA OLSAYDI LİNÇİN ÇOK BÜYÜĞÜNÜ YEMİŞTİM!
Ben mesela Ferhunde'yi diziye başladığımda çok gaddar, çok kötü bir insan zannediyordum, o kadar da kötü değilmiş. Benim kardeşlerim daha büyük kötülük yapmışlar birbirlerine yani. O onun kocasını çalmış, o onun sevgilisini çalmış falan. Hiç bunları bilmiyordum. O zaman mesela şu anki sosyal medya olsaydı linçin çok büyüğünü yemiştim yani.
HER TEKRARI YAYINLANDIĞINDA BEDDUA ALIYORUM
Mesela hala tekrarı oluyor. Caner'den sonra ben girdiğim zaman bana mesajlar geliyor. "Allah belanı vermesin, şöylesin, böylesin." Ama şey de enteresan, hala 20 yaşındaki, 19 yaşındaki gençler hala Yaprak Dökümü'nü izliyor yani. Ellerinin altında da artık internet üzerinde izleme şansları var.
-Caner (Kurtaran) Bey ile de konuşmuştuk değişiklik konusunu, "Canım Hasan benim okul arkadaşım, iki alt sınıfım. Ben o rolde oynamasaydım, o rolde başka biri oynasaydı ve üzerine ben gelseydim benim için de aynı şeyi söyleyeceklerdi. Çünkü o göz alışıyor. Benim oyunculuğumun iyi kötü olmasıyla bir ilgisi yok." demişti…
Yok, oyunculuğu da iyi. Tekrarına da bakınca, gayet güzel oynuyor. Bir de bir şey oynamaya çalışıyordum. Şey deniyordu, "Şevket onu yapmaz, sakın yapma." Şevket ne yapar onu bilmiyorum ki ben. Deniyorum işte sürekli, bir çabalıyorum falan. Anca ben de bir yılın sonunda oturmaya başlamıştı mesela. Bir yılın sonunda evet, izleyince de belli oluyor. Hikayeyi biliyorum yani artık, ne olduğunu biliyorum. Kim olduğunu biliyorum. Zordu yani. Ama şimdi olsa çok daha başa çıkılmaz olurmuş yani.
YAPRAK DÖKÜMÜ'NÜN İLK BAŞLARINDA YIPRANDIM, DEPRESİF BİR DURUMUM OLDU; HİÇ BİLMEDİĞİM BİR HİKAYENİN İÇİNE GİRDİM, BECEREMEDİM
-"Yaprak Dökümü" sizin için 'iyi ki' bir proje mi?
Yani evet, güzel bir projeydi. Şeyi orada tattım mesela, çok prime bir ünlü olmanın ne demek olduğunu orada fark ettim. Çünkü mesela dublaja giderdim, taksiye binerdim. Taksi falan durdurulurdu yolda. Ve şeydi mesela, ben Şevket değildim, yeni Şevket'tim. Herkes bana 'yeni Şevket' diyordu. İkinci Şevket, yeni Şevket. A yeni Şevket, a yeni Şevket. Ya hani yıpratıcı tarafı çoktu. Hani o psikolojik olarak yıpranma kısmı çoktu. Çünkü çok böyle topun ağzında kaldım gibi hissettim o ara. Hani olmadı, beceremedim. Yani beceremedim demekten kastım; anlattığım gibi hiç bilmediğim bir hikayenin içine girdim. O biraz beni zora soktu. Ama onun haricinde şimdi yıllar geçti mesela. O her değişimde küfürler olmasa tekrar iyi ki yani çok güzel bir iş benim için. Gençtim bir de yani. Nereden baksanız bir 15 yıllık süre var. E tabii biraz yıprandım o zaman, bir depresif bir durumum oldu Yaprak Dökümü'nün ilk başlarında.
NİYETİM EZEL'DE CENGİZ'İ OYNAMAKTI, KENDİMİ BİRDEN ŞEVKET OLARAK BULDUM!
-Bir de "O dönem çok paralar kazandım" diye bir açıklaması olmuştu Caner Beyin, siz de çok paralar kazandınız mı?
Caner'in ne kadar kazandığını bilmiyorum bir onu bilmek lazım. Ona kaç verdiler bana kaç verdiler diye yani (gülüyor). Aslında bizim orada planımız çok farklıydı. Biz Menekşe ile Halil bittiğinde Kerem Çatay bana geldi, "Bak biz başka bir işe başlayacağız. Seni kaptırmak istemiyoruz. Gel sen bizle devam et" dedi. "E iyi tamam" dedik biz de. Hani senaryo geldi okudum. Çok da güzel bir senaryo, Ezel. Orada ben Cengiz'i oynayacaktım. Yiğit Özşener'in rolünü oynayacaktım. E şimdi ekip kuruldu, teaser'lar çekildi. Bütün her şey hazırlandı. Birden işte ekonomik kriz olacak falan filan söylentisi… Kerem dedi ki "Ben yapmaktan vazgeçtim bu işi. Ertelemek istiyorum. Bir problem olur mu?" Yani dedim olan olmuş artık hani, iş erteleniyor. Ama dedi "Böyle böyle bir durum var, sen Şevket'i oynamak ister misin? 12 veya 13 bölüm oynarsın, ondan sonra dizi bitecek. Bizim öngörümüz bu. Ondan sonra tekrar Ezel'e başlarız. Okey mi?" dedi. Ben de "Tamam" dedim. Aslında kabul etmemin hikayesi oydu benim. 15 bölüm 12 bölüm bir şey çekecektim; batsam da batarım, çıksam da çıkarım. Yani unutulacak ve bitecekti. 2,5 yıl çektim üstüne. Kanal kabul etmedi, bir şekilde devam etmesini istediler. Hatta en son kaç yıl giderse gitsin kanal kabul etti yani. Şirket de "Artık bu iş çok güzel bir yerde gidiyor. Ve çok güzel bir yerde bitsin." istedi. Hani yavaş yavaş böyle tökezleyip, tökezleyip, tökezleyip gözden düşüp de biz bunu kaldırırsak bu sefer "Ha bak tutunamadı artık. Kaç yıl geçti. Kaldıralım." gibi bir şey olacaktı. Ona mani olmak için böyle yaptılar. Yani benim planım Cengiz'i oynamaktı Ezel'de. Birden kendimi Şevket olarak buldum kapıda.
YAPRAK DÖKÜMÜ YERİNE EZEL'DE OYNAMAK İSTERDİM
-Şimdi bir fırsatınız olsa; Yaprak dökümünde oynamak mı, Ezel'de oynamak mı?
Ezel'de oynamak. Tabii tabii. Çünkü her oyuncunun da bir tarzı var, bir üslubu var, bir kalıbı var. Şevket şey bir karakterdi, hımbıl; yapamıyor, başaramıyor. İzliyorum sinirleniyorum. Hala işte "Başaracağım. Ben inşaatı kurtaracağım." Yapamayacaksın ağabey belli işte yani hani (gülüyor). Öbür türlü entrika var, intikam var, bir dünya şey var. Ve ilk bana çizilen Cengiz profili, ultra zengin bir dünyanın içinde, arkadaşının attığı kazık sayesinde. Ve bende o zaman şey merakı vardı; hiç zengin adam oynamamıştım. Nasıl bir şey? Gariban oynuyordum sürekli o zamanlar. Sokakta yatan adam oynuyordum. Ve o çok merakımdaydı yani. Kısmet, gerçekten kısmet yani.
Bir de yani düşün hem Şevket'i oynuyorsun. Biraz topun ağzındasın. Olmadığını düşünüyorsun. Öbür tarafta Ezel başlamış. Bomba gibi başlamış yani hani. Kapı çerçeve kırıyor. Ve sen Yaprak Dökümü'nde "Yine ay doğuyor." falan böyle. Şu an var ya hani flashback gibi hatırlıyorum da. Zormuş yani o dönem. Hımbıl bir Şevket. "Yapacağım baba. Başaracağım baba." Ama başaramıyor (gülüyor).
-Sonrasında "Muhteşem Yüzyıl" var, hatta aralarda başka işler olsa da birkaç dönem işi daha var kariyerinizde; "Diriliş Ertuğrul", "Bir Zamanlar Kıbrıs", "Barbaros Hayreddin", "Mavera" gibi. Bu tarz işlerin tadı da bambaşka olsa gerek. Nasıl deneyimlerdi sizin için?
Yani kışın biraz konforlu oluyor kostümler konforlu olduğu için. Yazın sıkıntılı, yani çok sıkıntılı. Bir de dönemin içinde at var. Hani dönem işi hiç kolay değil. Sizin gördüğünüz, seyircinin gördüğü böyle atlar gelir dururlar. Hiç durmuyorlar ağabey yani. Hiç öyle bir dünyası yok onun. E bir de kılıç var elinde sürekli. Hep bir aksiyon içindesin, hep bir belanın içindesin.
SENARYOYU OKUDUĞUMDA "BENİ NASIL İKNA EDECEKSİNİZ?" DEDİM
-Gelelim "Sustalı Ceylan" dizisine… İlk teklif geldiğinde neler hissettiniz?
İşte hani koca alkolik, karısını dövüyor falan. "Ha tamam" dedim, biraz daha böyle bir basmakalıp bir tip herhalde. Senaryoyu bir okudum, "Ya böbrek satmak ne yani?" dedim. Çocuğunun böbreğini nasıl bir adam bu, nasıl satabilir? Zaten Volkan'la toplantıya gittiğimizde, "Beni nasıl ikna edebileceksiniz? Bir şekilde beni inandırın bu adamın böbreğini satabileceğine" dedim. Şimdi ben de yeni babayım. Kızım iki yaşında. Mümkün değil öyle bir şey. Bir adamın doğumuna şahit olduğu, büyüttüğü bir yaratığın bir şeyini satması yani. O kısımda çok zorlandım, gerçekten çok zorlandım. Volkan da, "İki tane böbreği var. Birini satsa birini yaşar. Öyle düşün" dedi. Hani "Öyle bir açıdan bakarsan yakalayabilirsin karakteri." Ve hakikaten o açıdan baktım. Zaten senaryoda da tefeci, "Benim amcamın oğlu var. Tek böbrek yaşıyor. Problem olmaz" diyor. O da orada ikna alıyor. Yani çok acayip bir adam, bambaşka bir adam. Çok tehlikeli bir adam. Şu ana kadar oynadıklarım içinde en zoru diyebilirim yani Necmi.
O SAHNE ÇOK ZORDU
-Zorlandığınız sahneler oldu mu? Unutamadığınız bir an?
Bakarsan hepsi zor sahnelerin. Ama en çok şey kısmında zorlandım; çocuğu dışarıya çıkarıyor, "Hadi git sen" diye tefecilerin kucağına, organ mafyasının kucağına attığı sahne. Orada da zaten ufaklıkla sarılıyorsun, o zordu yani, o kısım çok zordu.
-Biraz da size dair konuşmak isterim… 11 yıllık evliliğiniz var. Öncelikle nedir uzun birlikteliğin sırrı diyeyim?
Yani saygı. Eşim hiç ne oynadığım bir rolle ilgili bir sıkıntı çıkarttı, ne set çalışma koşullarımla ilgili… Hani bazen şeyi duyuyorsun, arkadaşların eşleri falan "Oo kaç saattir sette." E ne yapalım, meslek bu. Yapacak bir şey yok. Hatta Nazlı ile ilk evlendiğimizde Kaçak'ı çekiyorduk. İnanılmaz set sürelerimiz vardı. Biz hemen balayına falan çıkamadık. Ben üç gün izin aldım, hemen evlendim, hemen Beykoz'a, Platoya gittim yani koşa koşa. O ara gördü yani çalışma koşullarının ne olduğunu. Karşılıklı saygı ve sevgi yani hani uzun süreli evliliğin sırrı, bizim sektörde özellikle. Güven. Başka bir şey yok bence.
BABA OLDUKTAN SONRA BANA SABIR YÜKLENDİ
-Bir de kızınız var, Allah bağışlasın. Baba olmak sizde neleri değiştirdi?
Hayatıma çok büyük sabır kattı. Önceden sete gittiğim zaman paydos kaçta olur diye düşünürdüm, hemen navigasyona girerdim. Ev, trafik… O sahne niye uzadı? Bu sahne niye böyle oldu? Hayatımda da bu böyleydi. Hani günlük hayatımda da beklemekten nefret ederdim. Baba olduktan sonra her şey artık hani beklemek, uzun süreler, hiç artık umurumda değil. Çok büyük bir sabır yüklendi bana.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
Yani herhalde sanatla ilgili olan düşüncemi, beynimin o kısmını alırsanız benden bir şey kalmaz. Çünkü dedim ya o oyunculuk sürekli hayatımın içindeymiş. Evet, oyunculuğu alırsanız benden geriye bir şey kalmaz. O oyunculuğu yarattığım o duygu ve düşünceyi alırsanız benden bir şey kalmaz.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
Erteleme. Buradan karıcığıma çok selam söylüyorum (gülüyor). Pek tez canlı bir insan değilim. Mesela bana bir görev verin. O görevi mesela deyin ki saat 5'e kadar bitir. 4.55'te anca bitiririm. Hani bitireyim hemen o aradan çıksın falan yoktur bende. Sakin sakin, uzun uzun. Eşim de bu konudan mutlu değildir. En ufak bir şey olur mesela, bir ayı alabilir onu yapıp yapmam.
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Yok.
-Günlük yaşantınızda totemleriniz var mıdır?
Var. Sabah mesela evde en önce ben kalkarım. En erken ben uyanırım. Çünkü kızımız kaçta kalkacak belli değil. Kalktığında da biraz karnı aç uyanıyor. Hemen onun kahvaltısını hazırlamam lazım. Ondan bir yarım saat önce falan kalkıyorum. 6.30-7 gibi falan sabahları. Bir gözümü açtığımda muhakkak "Bugün çok güzel. Her şey çok güzel." diyerek bir kendimi motive ederim yatağın içinde. Enerjimi toplarım öyle kalkarım. Totemim odur yani gün içinde.
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Saygısızlık. Yok, mümkün değil.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Yani kokusuna tahammül edebilirim de kerevizi yiyemem. Küçükken annem çok baskı yaptı o konuda. Hatta bir ara patates diye yedirdi bana kerevizi. Ben de fark ettim onun patates olmadığını. Bir o gün kötü oldum böyle; bir karnım ağrıdı, bir kendimi kötü hissettim falan.
-Kıskanç biri misiniz?
Değilim.
-Cimri biri misiniz?
Değilim.
-En çok neye para harcarsınız?
Parfüme. Yani aklıma ne düşerse o an... Onu biraz takip ederim. İşte üst nota ne, orta nota ne, alt nota ne. Kışlık parfümler ayrı, yazlık parfümler ayrı. Tabii parfüm biraz severim.
-Sayısını biliyor musunuz?
16 tane falan var. Ama şöyle düşünüyorum. O gün mesela kalkıyorum, kendimi motive ediyorum. Aynanın karşısına geçiyorum, dişlerimi fırçalıyorum. Hemen gidiyorum gardırobumu açıyorum. "Bugün ne kokmalıyım?" diye. Kendime öyle bir menüm var mesela, "O gün ne giyeceğim, ne kokayım, nasıl kokayım?" falan. Hoşuma gidiyor değişik değişik şeyler kokmak yani.
KÜÇÜK TATLI BİR YALAN SÖYLEDİM…
-Bize programın adına yakışır bir itirafta bulunur musun?
Şimdi yıllar önce bir işte şey çalıştım, isim vermeyeyim. O çok zor bir gündü. O çok zor bir günde ben bayıldım sette güneşten. Çünkü aşırı sıcağın altında takım elbiseyle koş koş ve hani bir 500 metre koşuyorduk, geri geliyorduk. 500 metre koşuyorduk, geri geliyorduk. Artık en son küt diye düşmüşüm ben hani, çekemedik. Hastaneye falan kaldırdılar. Sonra İstanbul'a geldim, dublajı yaptım. Tekrar şey gideceğim. O kadar gitmek istemedim ki. Bir böyle gözüm korktu. Ya dedim "Ben iki gün nasıl geç gidebilirim, nasıl geç gidebilirim oraya?" diye. Küçük tatlı bir yalan söylemiştim. "Çarpıntım var, doktor holter taktı, şöyle yaptı, böyle yaptı" falan diye. Takmamıştı aslında. Ben evde dinlenmiştim o iki gün.