Safir'in Yaman'ı Burak Berkay Akgül, Sabah TV'de Yasemin Döngel'e birbirinden çarpıcı itiraflarda bulundu. Partneri Özge Yağız ile uyumu çok beğenilen Akgül, "Özge ile birbirimizin alınacağını düşünmeden, birbirimizin eksiklerini kapatabilmemiz bizim en büyük avantajımız oldu" dedi. Karakteri Yaman'dan da bahseden oyuncu, "Tam olarak beyaz atlı prens gibi bir aşık değil Yaman. O kadar kusursuz değil" İfadelerini kullandı. "İmkansız aşkı yaratanın koşullar olduğunu ben Yaman'ı oynarken anladım" sözlerini ise şöyle sürdürdü: İki insan o imkansız aşkı yaratmıyor. Hayatın içindeki bütün çevresel faktörler o kadar devreye giriyor ki, onlarla mücadele ederken iki insanın birbirini sevmesi durumu imkansız aşkı yaratıyor! İşte röportajın tüm detayları…
-Nasılsın, nasıl geçiyor Kapadokya'da set günleri, biraz genel başlayalım…
Teşekkür ederim, çok iyiyim. Her şey çok güzel gidiyor.
-Masalsı bir şehirde masalsı bir aşk hikayesi… Senaryo ilk geldiğinde neler hissettiniz?
Yaman'ın okuduğum zaman tutkusu ve daha önceki oynadığım karakterlere nazaran kendimde keşfedebileceğim şeyleri, her insanın kendinde bulduğum zaafları, güçlü yanları vardır ya, ben de Yaman'ı okurken aslında Burak'ın geliştirmesi gereken ve aslında o kendinden kaçtığı, üzerine gitmesi gereken yerleri gördüm. Bunun üzerine gidebileceğimi düşündüm. Katabileceğim çok şey olduğunu gördüm. Ve genel olarak hikayenin gidişatı, ritmi çok hoşuma gitti ve bu işin içinde olmak istedim. İyi ki de olmuş.
YAMAN O KADAR KUSURSUZ DEĞİL
-O tutkulu aşık rolünü gerçekten çok güzel yansıtıyorsunuz. Bir de 'Yaman' ismi karaktere çok iyi oturmamış mı sizce de?
Çok. Çünkü güçlü bir isim. Zaten güçlü, mücadele eden gibi bir anlamı var. O yüzden de tam oturuyor. Karşısına da o kadar zorluklar çıkıyor ki; koşullar, içinde bulunduğu durumlar ve bununla mücadele etme biçimi de çok hoşuma gidiyor benim. Tam olarak beyaz atlı prens gibi bir aşık da değil Yaman. O kadar kusursuz değil. Ama kendi sevgi yöntemi çok hoşuma gidiyor benim. Karşısındaki kişiye bunu hissettirmesi, ne uğruna mücadele ettiğini görmemiz… Ne kadar ona kızsak da haklı olduğu bir tarafı hissetmemiz ve benim de bunu hissedip oynayabilmem benim de hoşuma gidiyor. Çünkü haksız bir yerden yapmıyor bunları. Gerçekten o çok güçlü tutkusuna sahip çıkıyor. Ve Feraye'ye (gülüyor).
İMKANSIZ AŞKI YARATAN İNSANLAR DEĞİL, KOŞULLARDIR
-Aşkın önünde hiçbir engel duramaz diye düşünürüz ama yaşadıkları onu imkansıza sürüklüyor… Peki, sizce var mıdır imkansız aşk?
İmkansız aşkı yaratanın koşullar olduğunu ben Yaman'ı oynarken anladım. İki insan o imkansız aşkı yaratmıyor. Hayatın içindeki bütün çevresel faktörler o kadar devreye giriyor ki, onlarla mücadele ederken iki insanın birbirini sevmesi durumu imkansız aşkı yaratıyor. İlişkilerde de vardır ya; biri kendini daha geri çeker sevse de 'hayır duralım, durmayalım' işte orada 'sevgiyi gayret devam ettirir' dedikleri nokta bu oluyor. Orada da imkansız aşkın ne kadar imkansız olduğunu görüyoruz.
-Bundan sonra Yaman'ı neler bekliyor?
Gittikçe duygu durumu ağırlaşıyor ve zor bir yere gidiyor ya, onu anlamak ve tahammül etmek… Ben bazen okuyorum böyle sahneleri, o gün gerçekten modum çok düşük oluyor. Mutsuz oluyorum ya. Ve diyorum ki, "Yaman buna nasıl tahammül ediyor günler boyunca? Nasıl uyuyor bu adam?" Çok zor yani. O yüzden bundan sonrası için de eminim ki hep aradığı şey ümit Yaman'ın. Zaten onu hayatta tutan şey buydu. Bir ümit. Bence bunu görebilir.
ÖZGE İLE EN BÜYÜK AVANTAJIMIZ…
-Özge Yağız ile sahneleriniz büyük ilgi görüyor sosyal medyada. Siz nasıl bir uyum yakaladınız sizce?
Çok güzel yorumlar var. Her zaman iki insan arasındaki o iletişim, kimya hissedilse bile doğru yansımayabiliyor. Herkes bunu hissetmeyebiliyor. Burada ikimizin Özge ile çok doğru bir iletişim kurması, şeffaf bir şekilde her an her şeyi konuşuyor olabilmemiz. Birbirimizin alınacağını düşünmeden, birbirimizin eksiklerini kapatabilmemiz bizim en büyük avantajımız oldu. Tabii ki Feraye ile bu kadar yakışıp, sevip, oynayabilmesi benim Yaman'la birlikte kurduğum ilişkinin aynı şekilde yansıması çok güzel. İyi bir şeyler yaptığımızı gördükten sonra bu bize çok büyük motivasyon sağlıyor ve daha da ilerisine gitmek istiyoruz. Hep de "Daha iyi neler yapabiliriz?" diye konuşuyoruz. Bu da tabii güzel geri dönüşler sağlıyor, mutlu oluyoruz.
-Nasıl bir set ortamınız var? Biraz kamera arkasında neler yaşanıyor onları dinlesek…
Sette de çoğunlukla aynısı, dizideki gibi. Hep beraberiz yani İlhan ile, Can ile de öyle. Can ile küçük kardeş ilişkimiz gerçek hayatta da aynı. Özge'yle nasıl iyi bir şeyler çıkarabildiğimizi düşünüyorsak, Can'la da öyle oluyor. O yüzden onu da seviyorum yani. Ah Can yok mu Can! (gülüyor.)
-Kapadokya'da günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz? Repo günlerinde neler yaparsınız?
Kapadokya'da vakit manzarasının tadını çıkararak geçiyor. Vaktiniz varsa sabah kalkıp balonu gün doğumunda izlemek, Kızılçukur'da gün batımını izlemek, arkadaşlarınızla bir arada böyle. Bizim İstanbul'da yaşadığımız gibi "O mekana gideyim, şu mekana gideyim" gibi değil de, daha böyle buranın doğal ambiyansının, büyüsünün keyfini çıkararak vakit geçirmeye çalışıyoruz. Bu da bizi dinlendiriyor açıkçası. O kaostan uzak olmak avantajımıza.
"BU BENİM MESLEĞİM OLMALI" DEDİM
-Biraz da sizi tanımak isterim… Bu mesleği ne zaman, neden tercih ettiniz?
Aslında liseden itibaren hep izlediğim tiyatrolarda filan hep etkileniyordum. Ve kendimi onların yerine koyarak o karakteri oynadığımı hep hayal ederdim. Sonra bu dürtü benim gelecekte ne yapmak istediğime dair bir ipucu verdi ve dedim ki "Mesleğimi de böyle seçmeliyim. Evet, bu benim mesleğim olmalı." Çünkü o zaman ben çalıştığımı hissetmiyorum. Zaten yapmak istediğim ve kendimi geliştirdiğim bir şeyi yapıyorum. Bundan sonra da üniversiteye giderken İstanbul'da kalmak istedim. Sonra bir yandan da oyunculuk eğitimleri aldım ve sürecim o şekilde başladı.
-Çocukken de oyuncu olmak istiyor muydunuz?
Çocukken oyuncu olmak istediğimi şöyle fark ettim; dedim ya hani, birini görüp kendimi onun yerine koyup oynardım. Dolmuşa bindiğimde dolmuşçu ağabey olmak istiyordum. Öğretmen bir ders anlatırken kendimi orada hayal edip öyle anlatıyordum. Yani insanların deneyimini yaşamak hoşuma gidiyordu. Ve "O deneyimi acaba ben nasıl yansıtırım"ı düşünüyordum. Bu da zaten oyuncu olmak demekmiş. Sonra zamanla bunu anladım.
-Peki, çocukluk dedik merak ettim, nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Çok güzel bir çocukluk geçirdim. Ben Aydın'da doğup büyüdüm liseye kadar. Son kez sokakta oynayıp, çamurla eve giden o çocukluğu yaşadım. Çok da güzel yaşadım yani. Eve girmiyordum, sürekli oynuyordum arkadaşlarımlaydım. Okula giderdik hiç telefon muhabbeti yok, sadece birbirimizle iletişimdeyiz. Böyle çok güzel bir çocukluk geçirdim aslında. Tamamen kendimi tanıyarak, görerek.
-Daha önce rol aldığınız diziler oldu fakat en pik yaptığınız iş bu desek yalan olmaz sanırım. Hayatınızda neler değişti "Safir" ile?
Bu değişikliklerle yaptığınız işin ne kadar fazla kitleye ulaştığını görüyorsunuz. Ne kadar fazla kişinin kalbine dokunduğunuzu… Çok güzel tepkiler veriyorlar, tabii ki de hoşuna gidiyor insanın. Çünkü doğru bir şey yaptığını hissetmek çok güzel bir duygu.
-Hayatınızın bir dönüm noktası var mı?
Tabii ki de her insanın böyle dediği bir an vardır. Benim için bunlar sanırım birden fazla hissettiğim değişimler. İlk işime girdiğim andaki değişim benim hayatımın, hayallerime gideceğim zamandaki kendime olan inancımın en çok arttığı ve bana motivasyonu veren olaydı. Ama onun yanında buna arkadaş ilişkileri de, diğer özel hayat ilişkileri de hepsi bir yön veriyor ve hepsinden sonra biraz daha değişiyoruz ve farklı ilerliyoruz ya, hepsinden biraz biraz almaya çalıştım aslında.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
İşim. Çünkü bununla çok besleniyorum. Kişisel olarak da kendimi geliştirebildiğimi gördüm. Biz yaptığımız işte oynadığımız karakterlerle her şeyini anlayıp öğrenmeye çalışıyoruz ya, en basitinden bir sürü şey öğrenebiliyoruz. Mesela bu işte sürat teknesi kullandım. Hiç kullanmamıştım ama öğrendim. Ya da daha önce ata bindim, kılıç kullandım, ok attım. Bunlar hayatınızın her anında deneyimleyebileceğiniz şeyler değil. Ve bu her an öğrenebilme motivasyonu çok hoşuma gidiyor. Sanırım evet o yüzden işim.
-Karşı cinste ilk dikkat ettiğiniz şey genellikle ne olur?
Gözleri. Nasıl baktığı. Çünkü çok şey anlattığını düşünüyorum. Konuşmadığımız anlarda da sadece baktığım zaman, özellikle ben çok sevdiğim insanlarla zaten gözlerine bakarak anlaşırım. Bir ortamda 5 kişiysek filan sadece onunla hiç konuşmadan cümle kuruyoruz birbirimize yani.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
Çok iyi niyetli görünüp bazen şey diyorlar böyle, "Bu kadar iyi görünme ya, insanlar seni kullanır." gibi bir durum vardı. Bazen yine söylüyorlar.
-O zaman karşılıksız iyilik yapmaktan mutlu olanlardansınız…
E tabii. Bilmiyorum, mutsuz olan var mı karşılıksız iyilik yapmaktan? Vardır illaki de, ben mutlu oluyorum. Ama sadece o da değil, ben onların demek istediği yeri anlıyorum. Onu da zamanla gördüm. Çünkü herkes aynı olmadığı için gereksiz anlamsız samimiyetsizliklere gelemiyorum ve bu konuda aşırı bir ön yargım oluşmuştu. O yüzden birkaç arkadaşım mesela bu ön yargım için çok şikayet ediyordu benden. Dedim ki, "Anlıyorum. Merak etmeyin."
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Şimdi Yaman ile karşılaştırırsak yok. Onu gördükten sonra… (gülüyor). Benim onu bu kadar iyi anlayabilmem kendimde şunu düşündürtüyor bana; demek ki ben de bazı konularda aşırı takıntılı olabiliyorum. Tabii ki de var. Özellikle sevgi ve arkadaşlarımın paylaşımı konusunda takıntılı olduğum yerler var ama bunu işte insan törpüler ya, nereye ne kadar olduğunu ben belirleyebiliyorum artık. Ve bunu durdurabiliyorum. Ama evet, çok sevdiğim insanları iyi olmaları ve o ortamda iyi hissetmeleriyle ilgili takıntım var.
-Günlük yaşantınızda totemleriniz var mıdır?
Var. Her sabah kalktığımda pozitif olumlamalarla başlamayı çok seviyorum. Bunu unuttuğum günlerde gerçekten bir şeyler ters gidebiliyor. Bunu kodladığım için de değil böyle, sadece böyle gördüm ve o yüzden bu totemi hep yaparım.
SAMİMİYETSİZ İNSANDAN DİREKT UZAKLAŞIRIM
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Samimiyetsizlik. Samimi olmayan insanların bir de kendini samimi gibi göstermesi. Direkt uzaklaşıyorum, 5 km öteye atarım kendimi. Vücuden orada dururum ama düşünce olarak tamamen orada olmam artık.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Bakla ve bamya. Hiç yemek ayırt etmem ama bu ikisi benim kırmızı çizgim. Yiyemiyoruım. Ve annemle anneannemin çok güzel yapmasına rağmen. Öyle iddia ediyorlar yani.
KENDİMİ YAKIŞIKLI BULUYORUM
-Kendinizi yakışıklı buluyor musunuz?
Bu belki de bir 6 ay öncesine kadar sorulsaydı çok da cevap vermek istemezdim. "Yani insanlar öyle görüyor" gibi şeyler söylerdim ama zamanla şunu anladım; buna "Evet" dememenin kendini egosal gösteren bir tarafı yok, aslında kendini sevdiğini gösteren bir tarafı var. Bunu kabul etmek de güzel bir şey. Biz kendimizi bazen o kadar kendimizden uzaklaştırıyoruz ki iyi yanlarımızı hiç görmüyoruz ve mütevazı olmaya çalışıyoruz. Bu mütevazılık da iyi değil. Kendimizi olmamız gibi görmemiz lazım. Yani, evet. Ama kim ne kadar görüyordur bilmiyorum.
-Bir de "Çok güzelsin ya da çok yakışıklısın dediklerinde 'sen daha güzelsin, sen daha yakışıklısın'" filan dememek lazımmış. "Teşekkür ederim" gibi bir yerden yaklaşmak gerekirmiş. İnsanın kendini sevmesiyle alakalı bir durum…
Evet, katılıyorum.
-Kıskanç biri misiniz?
Kişiye göre değişiyor. Genel olarak kendimi böyle ifade etmem. 10 üzerinden puan versem yarı yarıya derim. Ama yaşanılan durum ve koşula göre kabul edemediğim bir şey olursa da çok pik yapabilir. Ama genel olarak "Çok mu duygusuzsun bu duruma karşı" gibi bir sürü yorum da aldım.
-Bir Yaman kıskançlığı yok diyorsunuz yani…
Yok, hayır (gülüyor). Onu ben durdurabiliyorum Allah'tan. Biraz tehlikeli olurdu yoksa.
-Cimri biri misiniz?
Değilim.
-En çok neye para harcarsınız?
Yemeye. Arkadaşlarıma ve kendime güzel yemek yedirtmeye bayılıyorum. Genel olarak da kendim için eğitimler almaya para harcıyorum.
-Bize programın adına yakışır bir itirafta bulunur musun?
Ben İstanbul Üniversitesi'nde Jeoloji Mühendisliği okudum. Zaten ben birinci sınıftan itibaren sürekli oyunculuk veya dansa giderdim.
İNSANLAR BANA HİÇ İNANMADI!
-Niye tercih ettiniz peki o bölümü?
İstanbul'da kalmam gerekiyordu (gülüyor). Oradayken insanlar hiç inanmazdı. "Bu çocuk da geliyor gidiyor tiyatroya, aman!" O zamanlar bir tane sıraya şey yazdığımı hatırlıyorum, "Buradan bir Berkay Akgül geçti ve bunu bir gün hepiniz görecek." Bunu da kimseye söylemedim. O zamanlar inancınızı tutmaya çalışıyorsunuz filan, inanmıyorlar o gözlerindeki bakışı görüyorsunuz. Böyle bir durum var, manifestlemişim oraya.