Sene 1907 yılını gösterdiğinde renkleri sarı-beyaz olan bir takım kuruldu. Milyonlarca taraftar kimi zaman bu takım için hıçkıra hıçkıra ağladı kimi zaman da boğazları yırtılırcasına destekledi. Kim derdi ki bir zamanların kadro kurmakta zorlandığı bu takım bir gün yıldızlar topluluğu haline gelecek. İşte ezeli rakipleri Beşiktaş ve Galatasaray ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinden bile daha uzun bir geçmişe sahip olan Fenerbahçe'nin başarılarla dolu geçmişi... 1895 yılında Moda'da oturan İngilizlerin modern futbolu oynamaya başlamaları, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kurulmasının ilk adımları olacaktı. Deniz öğrencisi Fuat Hüsnü Kayacan'ın, 1899 yılında Fenerbahçe Stadı'nın bulunduğu çayırda meşin yuvarlağa yaptığı vuruşlar sırasında arkadaşları Reşat Denyal, Mehmet Ali ile dile getirdikleri 'Ah biz de bir futbol takımı kurup oynayabilsek' özlemi, Türk gençleri arasında Black Stocking FC kurulmasına sebep oldu. Fakat daha sonra, kulüp monarşi rejiminin engellenmesini önlemek amacıyla hemen dağıtıldı. Bir kaç gencinde katılımıyla, 1902 senesinde Kadıköy Futbol Kulübü adı altında toplandılar. Ancak daha sert hafiye baskını bu girişimi de engellendi. 1907 yılının bir bahar gününde, sıcak bir 5 Mayıs günü, yine bir maç dönüşü Ziya, Ayetullah ve Necip evlerinde çay içerken sönmeyen ideallerini bir kez daha başarmaya yöneldi. Monarşi rejimi artık gevşemiş ve bu girişim bu kez tutunmuştu. Ve Fenerbahçe Futbol Kulübü bir daha kapatılmamak üzere kurulmuş oldu. Fenerbahçe Futbol Kulübü'nün ilk yönetim kurulu şöyle idi: Ziya Bey 'Başkan', Ayetullah Bey 'Genel Sekreter' ve Necip Bey de 'Genel Kaptan ve Veznedar'. Fenerbahçe Kulübü'nün ambleminin anlamı ise bir hayli ilginç. Fenerbahçe Kulüp Rozeti 1910 yılında, kulübün 33 numaralı azası ve devrinin Penaltı Kralı olarak bilinen sol açık Topuz Hikmet tarafından çizildi. Rozetin klişesi o tarihlerde Manchester'de bulunan Tevfik Taşçı Bey'e yollandı. İlk rozetler 1910 yılında İngiltere'de yapıldı. Beş renkten oluşan rozette Fenerbahçe Spor Kulübü 1907 yazısını taşıyan beyaz çerçeve temizlik ve açık yürekliliğin , kırmızı ton sevgi ve bağlılığın ifadesini sembolize eder. Ortada bulunan sarı lacivert kalp şeklindeki sarı, Fenerbahçe'ye duyulan gıpta ve kıskançlığı, lacivert ise soyluluğu tasvir ediyor. Bu iki renk arasından yükselen palamut dalı ise, Fenerbahçelilik'in kudret ve kuvvetinin ifadesidir. Yeşil renk ise yükselen bu kudret için başarının mukadder oluşunu gösterir. Topuz Hikmet rozetimizin hikayesini şöyle anlatır : Kulübümüzün rengi sarı-beyazdan sarı-laciverte çevrildikten sonra bu yeni renklerimizle bezenmiş bir rozet yaptırılması işi bahis mevzuu oldu. Arkadaşlarım bu rozetin çizilmesini bana bıraktılar. İlk önce bayrağımızın renkleri kırmızı ile beyazı bir araya getirdim. Sonra kırmızı üzerine bir kalp şekli çizerek bunu sarı-laciverte boyadım ve üzerine de metanet, kuvvet ve sağlamlığın ifadesi olan meşe dalını resmettim. Beyaz kısma da kulübümüzün ismini ve tesis tarihini yazdım. Rozetimizi çizerken, ona şu manayı vermeye çalıştım; 'Kalpten gelen bir bağımlılıkla bu kulübe hizmet etmek'. Çizdiğim şekil arkadaşlar tarafından beğenildi ve yeni rozetlerimiz o tarihlerde Almanya'da bulunan arkadaşımız Tevfik Haccar'ın delaletiyle orada yaptırıldı. Yeni harflerin kabulünden sonra aynı şekilde muhafaza edildi. Sadece 'Fenerbahçe Spor Kulübü - 1907' yazısı yeni harflerle tebdil olundu. Fenerbahçe, 1909 yılı sonbaharında Asaf-Ziya, Hasan Sami-Ayetullah, Mazhar, Necip-Fethi, Galip, Huseyin, Hasan, Nevzat'tan kurulu ilk futbol takimi ile İstanbul ligine katıldı.Bu arada kulübun renkleri sarı-laciverte çevrildi. Tabii Fenerbahçe'nin kuruluş yılları çok da kolay olmadı çünkü zaman zaman futbolcu bulmakta zorlandı. Hatta ve bir çok defa gemilerden ödünç futbolcu alarak ligdeki mücadelesini sürdürdü. 1909-1911 yılları Fenerbahçe için çok zor geçmiş bir ara dağılma noktasına bile gelinmiş ancak Elkatipzade Mustafa adlı üye, kulübü kurtaran adam oldu. Lokali dahi olmayan kulübün takımları çok kötü durumdayken St. Joseph, Robert College ve Kadıköy Numune Mektebi'nden toplanılan genç futbolcularla, kulübün genç takımları kurulmuş, bir nevi alt yapısını oluşturuldu. Bu atılım, başarısız geçen 2 yılın ardından Fenerbahçe'ye hiç yenilmeden ilk şampiyonluğunu getirdi. EN ÇOK ŞAMPİYON OLMA UNVANI Bu şampiyonluk ise Fenerbahçe'ye yaşama gücü aşıladı ve kulübü Altıyol ağzında 2 odalı bir lokale kavuşturdu. Balkan Savaşı nedeni ile yapılmayan 1912-1913 lig maçlarından sonra üst üste ve yenilmeden kazanılan 2 şampiyonluk, Fenerbahçe camiasını oluşturmaya başladı. Fenerbahçe aynı zamanda 1914 senesinde tertiplenen Genç takımlar şampiyonluğunu da kazanmış ve 10 yıl içinde en çok şampiyonluk kazanmış takım olma unvanını alarak İngilizler tarafından verilen tarihsel ödülü de almaya hak kazandı. TÜRKLER FUTBOLLA TANIŞIYOR Kadıköy halkı ikindi sularında ayaklanır, günlerden cuma ve pazar değilse, yani Kurbağalıdere'nin kenarındaki salaş tiyatroda Komik Hasan'ın tuluat kumpanyası oynanmıyorsa Kuşdili Çayırı'na doğru yola koyulurdu. Günlerden cuma ya da pazar ise, Moda'ya doğru ya da şimdiki Fenerbahçe Stadyumu'nun bulunduğu Papazın Çayırı'na doğru gelirlerdi. Sucusu, dondurmacısı, kağıt helvacısı, simitçisi, baloncusu, Eyüp oyuncakçısı, satıcıların her çeşidi burada arzı endam eyler, burayı panayır yerinden farksız kılardı. Ortadaki saha olacak alanda ise, kapı gibi gövdeli, başları açık, renk renk gömleklerinin kolları sıvalı, göğüsleri fora, bacaklarından dizkapaklarına kadar şortlu bir alay adam soluk soluğa koşuşur, birbirlerine çarpıp çarpıp, alt alta üst üste becelleşirler, güya da top oynarlardı. Oynanan bu futbollardan örnek alan bazı gençler, Kadıköy'deki arsalarda ya da geniş çayırlarda onlar gibi top oynamaya heveslenir, karman çorman bir biçimde, bir harradır bir gürradır gider, topa en çok vuranla onu en havalara yükselten erbab sayılırdı. 1900'lü yıllara yaklaşılmasıyla, Moda'da oturan İngiliz gençlerinin modern futbolu oynamaya başlamaları, kendilerini hayran hayran seyreden Kadıköylü gençlerin yüreklerinde kıpırdanmalara sebep oluyor, onlar gibi organize bir takım kurma isteklerini vazgeçilemez bir tutkuya dönüştürüyordu. 1890'lı yıllarda İstanbul Moda'da yaşayan İngiliz ailelerinden La Fontaine, Giraud, Whittall, Charnaud, Pears, Armitage aileleri Kadıköy ve Moda'nın çayırlarında kendi aralarında bu oyunu yeni yeni oynamaya başladıklarında, İzmir'de yaşayan İngiliz aileleri, Bornova çayırlarında bu oyunu çoktan oynamaya başlamıştı. Sosyal ve idari bakımdan payitaht İstanbul'a uzak ve rahat iki şehir olan Selanik ile İzmir, 1870'li yıllarda Osmanlı'nın futbol oyunu için ilk taraftar bulduğu toprakları oluyor, futbol oyunu o dönemlerde dini inançların da etkisi ile Müslüman Türkler arasında gelişemediğinden, ilk defa gayrimüslim ve Levanten vatandaşlar tarafından oynanıyordu. Kadıköy Football Association Moda'da futbolla tanışan ilk ailelerin İstanbul'da İngiltere elçiliği personeli görevlileriyle yaptıkları maç rekabetini, 1894'te İzmir'de Football Club Smyrne'nin kurulmasıyla birlikte İstanbul - İzmir rekabeti izlemeye başlıyordu. İzmir'de futbolun öncülüğünü yapan James La Fontaine, 1889'da İstanbul'a yerleştiğinde, Kadıköy'de İngilizlerin futbol-rugby karışımı bir oyun oynadıklarını görmüş ve onlarla kısa zamanda dostluk kurarak, daha iyi bildiği futbol oyununu onlara kabul ettirmişti. Black Stocking FC Ne var ki, Sultan 2. Abdülhamid'in padişahlığının sürdüğü o dönemde, monarşi rejiminin korunması amacıyla Türk gençlerinin dernek kurması yasaktı. Bu durum, yabancılarla azınlıkların top koşturmalarını gıptayla seyreden Kadıköylü Müslüman Türk gençleri arasında, sadece üzüntü değil öfke ve hırs da uyandırıyordu. Her tehlikeyi göze alan gençlerden, deniz öğrencisi Fuat Hüsnü (Kayacan), eski hariciyecilerden Reşat Danyal ve Mehmet Ali ile, Kuşdili'nde Papazın Çayırı adı verilen topraklarda meşin yuvarlağa vuruşlar yapan arkadaşları bu özlemin sona ermesini amaçlıyordu. 1897 yılında, James La Fontaine ve arkadaşları Kadıköy yakasında ilk kez bir futbol takımı olarak Kadıköy Football Association adı altında toplanıyor, takımı oluşturan İngiliz, Rum, Ermeni gençleri, genellikle İstanbul'a sefere gelen İngiliz gemicilerle oynadıkları oyunlarını Kadıköy'ün çayırlarında sürdürüyordu. Bu müsabakalar halkın o kadar ilgisini çekmişti ki Football Association takımı, iki yıl içinde İzmir Karması ile futbol maçları yapmaya başlamıştı. 1899 yılında, devrin hafiye ve jurnalcilerinin dikkatlerinden kaçmak amacıyla bir İngiliz adı altında Black Stocking FC'yi (Siyah Çoraplılar Futbol Kulübü) kuruyorlardı. Ancak siyah çorap ve kırmızı üst ormalarıyla Türk gençlerinin oluşturduğu bu ilk Türk spor ve futbol topluluğu daha ilk maçlarında hafiyelerin baskınına uğrayıp hemen dağıtılacaktı. Kadıköy Futbol Kulübü 'Zamanın musiki üstadı Sine Kemani Nuri Bey'in anlatışına bakılırsa, futbola meraklı ilk Türk gençleri bir kulüp kurmaya, daha bir derli toplu birleşmeye karar vermişler. Çok geçmeden arzularını yerine getirmiş, elbiseyi de seçmişler; gömleğin göğsü, yakası, kol kapakları beyaz; öbür tarafları kırmızı, pantolon keza beyaz. Kuşdili Papazın çayırlarında kendi aralarında maçlara girişmişler. Moda'daki İngilizlerden, Rumlardan mürekkep takımın derecesine erişmek, onları yenmek baş emelleri (en büyük arzuları). Eski jimnastikçi ve idmancılardan Sine Kemani Bay Nuri'nin rivayetine göre, ilk oynayanları sayalım: Kendisi (Nuri Bey), Emced Bey, Mehmet Ali ve kardeşi Neşet Beyler, Reşat Danyal Bey, Hafız Mustafa, Topçu zabiti Cevdet Bey, Eşref Bey, Hüsnü Paşazade Bahriyeli Fuat Bey, Mekteb-i Sultanili Daniş, Tahsin Bey (Şair Tahsin Nahit), Sarı Şevki. Haftalık Malumat Mecmuası sahibi Baba Tahir'in yevmi (günlük) Fransızca Servet Gazetesi, bu maçlara dair teşvik yollu bir yazı neşretmiş. Fırsatı kaçırmayan namlı hafiyyelerden (gizli polis) biri, Sultan Hamid'e hemen jurnali uçurmuş: 'Kadıköy gençleri, Veliahd-i Saltanat Reşat Efendinin (Sultan Reşat) himayesinde bir cemiyet teşkil eylemişlerdir. Beray-i ubudiyet (kulunuz olarak), nazar-ı dikkat-i hümayunlarınızı celp ederim (padişahımın dikkatlerini çekerim).' I.Dünya Savaşı I.Dünya Savaşı başlangıcıyla genç nüfus silah altına alındı. İngiliz takımları İstanbul'da yaptığı maçları bıraktı.1914-1915 yılında Fenerbahçe ve Galatasaray'ın arasında çıkan anlaşmazlıktan dolayı lig, iki ayrı küme halinde oynanmıştır.İstanbul Şampiyonluğu Ligi'ni kazanan Fenerbahçe ile İstanbul Futbol Birliği Ligi'nde birinci olan Galatasaray takımları, gerçek İstanbul şampiyonunun belirlenmesi amacıyla 11 Şubat 1916 günü İttihatspor sahasında (bugünkü Şükrü Saracoğlu Stadı) karşılaştılar. Muzaffer’in golüne karşılık Said Selahaddin’in 2, Galip Kulaksızoğlu’nun da 1 golüyle ezeli rakibini 3-1 yenmeyi başaran Fenerbahçe, hem 1914-15 sezonu şampiyonluğunu hem de İngiltere’den özel olarak getirtilen ve 10 yılın sonunda en çok şampiyon olacak takıma verilecek olan tarihi şildi kazandı. I.Dünya Savaşı sonrası kulübü ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa'nın stadyumdaki resmi 1910 yılında Galatasaray'a kardeş kulüp olarak kurulan Progress International, 1914 yılında Altınordu Spor Kulübü adını almıştır. Dahiliye Nazırı'ni başkanlığa getirerek hem mali destek sağlamış hem de hükümetten destek alarak cepheye asker yollamayan tek kulüp oldu. .Mali olarak gelişmesine paralel olarak iyi futbolcuları kadrosuna katmıştır.Bunlar içinde 7 tane Fenerbahçeli futbolcu da bulunmaktaydı.Fenerbahçe bunun üzerine genç ve hırslı futbolcuları kadrosuna katmıştır.Genç Fenerbahçe ilk lig maçına 17 Kasım 1916'da Anadolu Üsküdar'a karşı oynadı. Kulübün kurucusu ve başkanı olan Burhan Felek tecrübesiz,toy Fenerbahçe takımına alınan 7-0'lık hezimetten sonra istifa etti. Fenerbahçe, Çanakkale Savaşları boyunca birçok oyuncusunu kaybetti. Kulüp 3 Mayıs 1918 tarihinde çok önemli bir misafiri ağırladı: Mustafa Kemal Atatürk.Atatürk kulübün Kuşdili'ndeki lokaline ziyarette bulundu.Bu tarih daha sonraları kulübün kuruluş günü olarak görülmüş ve kuruluş tarihi 3 Mayıs 1907 olarak kabul edilmiştir.Atatürk kulüp şeref defterine şunları not düştü: “ Fenerbahçe Kulübünün her tarafa mazhar-ı takdir olmuş bulunan asari mesaisini işitmiş ve bu Kulübü ziyaret ve erbab-ı himmeti tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim. Futbolun ruhu Lefter Küçükandoniadis Onu izleyenlerin kimseyle karşılaştırmaya yanaşmadığı, bu girişimi bir günah gibi ördüğü, yeni bir binyılın ilk yüzyılında, tümüyle farklılaşmış bir zamanda da anlatılmaz bir saygıyla kutsanmış, ülkenin biricik futbol değeriydi o. Futbolun Ordinaryüs'ü deniyordu ona. Üzerinde yaşadığımız topraklarda nice büyük yetenek, parıltılı yıldız top koşturdu, oyunuyla takdir edildi, unutulmazlar arasına adını yazdırdı. Ne var ki bir futbolcu vardı ki önünde eğilmeyen bir futbolsevere ya da taraftara rastlanmadı. Onu izleyenlerin kimseyle karşılaştırmaya yanaşmadığı, bu girişimi bir günah gibi gördüğü, yeni bir binyılın ilk yüzyılında, tümüyle farklılaşmış bir zamanda da anlatılmaz bir saygıyla kutsanmış, ülkenin biricik futbol değeriydi o. Futbolun Ordinaryüs'ü deniyordu ona. Taçsız Kral Metin Oktay'la birlikte ulaşılmaz bir enginliğin ifadesi olarak onu görme kıvancına erişememiş kuşakların bile baş tacıydı. Futbolun ruhuna dair ne bilip düşünüyorsak hepsini üzerinde toplamış zamandışı bir anıttı Lefter Küçükandoniadis. Kendini tüm verili gerçekliğin ötesine öyle sessiz ve derinden taşımış bir futbol bilgesidir ki Lefter, onun bir gayrimüslim, bir 'öteki' olarak gördüğü kabulü, toplumun istisnasız tüm katmanlarında uyandırdığı saygıyı tek olay anlatmaya yetişir. 6-7 Eylül 1955 tarihlerinde korkunç bir kışkırtmayla İstanbul'daki gayrimüslimlerin ev ve işyerlerine saldırılar düzenleniyordu. Aşırı milliyetçi gruplar mavnalara doluşarak Adalar'a da akın ediyorlardı. Büyükada'da birçok evi basıp, zarar verdikten sonra kalabalık grup yeni bir eve dalmıştı. Ancak kapının önünde hiç ses çıkarmadan dikilen adamı gördüğünde öfkeli kalabalık taş kesilerek geri çekilmişti. Efsane futbolcu Lefter Küçükandoniadis'in evinden hızla uzaklaşmışlardı. Ertesi gün adaya gelen Fenerbahçe taraftarı intikam almak için Lefter'e yağmacılardan tanıdığı olup olmadığını sormuş, ancak 'Ordinaryüs', öfkeli taraftarı sakinleştirerek adadan uğurlamıştı. O, köklerine, yaşadığı topraklara eksilmeyen bir sevgiyle bağlıydı. Diğer Rum futbolcular gibi Yunanistan'a göçmeyi hiç düşünmemişti. 1925 yılında dünyaya gelen Lefter, Büyükada'da çok genç yaşta oynadığı futbolla dikkatleri çekti. 1941 yılında, ağabeyi Beyoğluspor'da oynarken, Taksim Kulübü'nün lisanslı oyuncusu olmayı seçti. Bunun için yaşı büyütüldü. İstanbul Mahalli Ligi'nde fırtına gibi eserken bir anda askere alınma durumuyla karşı karşıya kaldı. 17 yaşında Diyarbakır'da askere alındı. Tam dört yıl sürecek uzun mu uzun askerlik görevinin ardından 1946 yılının aralık ayında İstanbul'a döndü. Döner dönmez Fenerbahçe'ye geçme teklifi alan Lefter, sarı-lacivertli kulübün yolunu tuttu. 1951-52'de İtalya'da Fiorentina, sonraki sezondaysa Fransa'da Nice formalarını giyse de, kendi deyişiyle 'memleket hasreti' onu Fenerbahçe'ye geri getirdi. Toplam 17 sezon formasını taşıdığı sarı-lacivertli takımda 125 takıma karşı, 615 maçta tam 423 gol kaydetmişti. Bu rakamlar bugün bile kırılamamış bir rekoru işaret etmektedir. Fenerbahçe'yle profesyonel ligde üç Türkiye şampiyonluğu ve bir kez gol krallığı yaşadıktan sonra, 1963'te 38 yaşında yaptığı jübilesiyle futbolculuk dönemini noktaladı. Milli Takım formasını 50 kez giyerek Futbol Federasyonu'nun 'Altın Şeref Madalyası'nı alan ilk futbolcu oldu. Lefter Küçükandoniadis, 1963'ten sonra Yunanistan'ın Egaleo ve Güney Afrika'nın Johannesburg takımlarında zaman zaman top da koşturarak teknik direktörlük yaptı. Türkiye'ye dönünce Samsunspor, Orduspor, Boluspor ve Mersin İdman Yurdu'nun başında sahaya çıktı. Mersin'de bir taraftar tarafından iki yerinden bıçaklandı. Bir süre spor yazarlığı yaptıktan sonra Büyükada'daki köşesine çekildi. Oyunculuğu sırasında 'Ver Lefter'e, yazsın deftere' tezahüratıyla özdeşleşen Ordinaryüs, futbolumuzun yaşayan son efsanesi. Unutulmayan yıldızlardan birkaçı ERCAN AKTUNA (Savunmanın belkemiği) 1940 doğumlu olan Ercan Aktuna futbola 17 yaşında İstanbulspor'da başladı. 1965 yılında Fenerbahçe'ye transfer oldu. Uzun boyu ve güçlü fiziğiyle savunmanın ortasında oynadı. Sarı-lacivertli formayı kaptan olarak da giyen Aktuna iki Türkiye Kupası şampiyonluğu, üç lig şampiyonluğu yaşadı. 1968 yılında beş kupa birden kazanan kadroda yer aldı. A Milli Takım formasını 39 kez giydi. Futbolu 1974'te bırakıp Fenerbahçe'de menajerlik ve yöneticilik yaptı. OGÜN ALTIPARMAK (O golü o attı) 1942 doğumlu olan Ogün Altıparmak 1963'te Karşıyaka'dan transfer edildi. Ayağının kırık olduğu dönemde transfer edildiği için transferine tepki gösterilse de kısa zamanda yeteneğini kanıtladı. Sağ açık ve santrfor mevkilerinde oynadı. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası ilk tur ilk karşılaşmasında Manchester City ile deplasmanda 0-0 berabere kalan Fenerbahçe 2 Ekim 1968'de oynanan rövanş maçında Abdullah Çevrim ve Ogün Altıparmak'ın golleriyle maçı 2-1 kazanıp ikinci tura çıktı. Fenerbahçe formasıyla dört lig şampiyonluğu yaşadı, resmi karşılaşmalarda 120 gol kaydetti. 1970-1971 sezonunda 16 golle gol kralı oldu. Milli formayı 32 kez giydi, 6 gol attı ve iki kez kaptanlık yaptı. Ogün Altıparmak 1968-1969 sezonunda ABD'de Washington Whips takımında üç ay içinde oynadığı 10 karşılaşmada 6 gol attı. Futbolu bıraktıktan sonra teknik adamlık ve spor yazarlığı yaptı. Bir süre Fenerbahçe'de teknik menajerlik görevinde bulundu. SABİH ARCA (Efsane forvet) 1901 doğumlu olan ve sol iç mevkiinde oynayan Arca, 1922-1923 sezonunda hiç gol yemeden ve 58 gol atarak şampiyon olan takımın Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar'la birlikte forvetini oluşturuyordu. Fenerbahçe'de 215 maçta 64 gol attı, 9 kez milli oldu. 15 Mayıs 1925'te, Ankara İstiklal Stadı'nda Sovyetler Birliği'ne 2-1 yenilen Milli Takım'ın tek golünü attı. Kulüpte çeşitli görevlerde bulunan Arca, 1981 yılında öldü ve Fenerbahçe'nin sembol isimleri arasına girdi. Fenerbahçe, ilk şampiyonuluğunu 1959 yılında Can Bartu, Lefter Küçükandonyadis ve Naci Erdem gibi dev isimlerin yer aldığı kadro ile tattı. Sarı-lacivertliler, son şampiyonluğunu ise 2007 yılında Roberto Carlos, Alex gibi ünlü futbolcuların yer aldığı ekip ile ipi göğüsledi. Fenerbahçe en farklı galibiyetini 1994 yılında Samsunspor ve Kayserispor karşısında 8-1'lik skor ile aldı. Zeki, çevik ve ahlaklı sporcunun portresi Can Bartu Türk spor tarihinin farklı dallarda milli olma düzeyine erişecek denli başarılı olmuş tek sporcusudur Can Bartu. 1953-58 yılları arasında salonlarda kendisini izleyenleri şaşkına çeviren oyunuyla beş kez basketbol A Milli Takımı'nın formasını giyen Bartu, eşzamanlı olarak sürdürdüğü futbolculukta profesyonelliği seçince basketbola veda etmek durumunda kaldı. İki farklı spor dalını uzunca bir süre birlikte götürse de, futbola odaklandıktan sonra o alanda da adını Avrupa'da duyurmuş ve birçok 'ilk'e imza attı. Avrupa'ya profesyonel dönemde transfer olan (1961), bir Avrupa Kupası finalinde (Fiorentina - Glasgow Rangers, 1 Ocak 1961) oynayan ilk Türk futbolcu oldu. Ayrıca 2 Kasım 1958'de Milli Takım'ın Romanya ile deplasmandaki karşılaşmasında kaleci Turgay Şeren sakatlanınca son yedi dakikada kaleye geçmiş ve ağlarında bir gol gördü. İtalya'da geçirdiği altı sezonda Fiorentina, Venezia ve Lazio takımlarının formasını giymiş ve 100'ün üzerinde maça çıktı. 1970 yılında faal futbol yaşamını noktalayınca üzerinden çıkardığı Fenerbahçe formasıyla 330 maç oynamış ve 167 gol kaydetmiştir. İlklerin adamı Can Bartu, hem Türk sporunun hem de sarı-lacivertli kulübün unutulmazları arasına girdi. 1950'li yılların başında, henüz yeni kurulmuş olan Fenerbahçe Basketbol Şubesi'nin genç takımında sol elini kullanan ve hayli kıvrak bir delikanlı dikkat çekti. Gerek kalburüstü yeteneğiyle gerekse gelişkin oyun zekâsıyla takımın yıldızı haline gelen bu oyuncu Can Bartu'dan başkası değildi. Aynı dönemde Fenerbahçe'nin genç futbol takımının çalıştırıcısı Reşat Ertem'in keşfiyle Bartu'nun yıldızı futbol sahalarında da parlamaya başladı. Basketbol takımının müthiş solağı, futbol takımında da sol ayağını konuşturmakta, sahada sergilediği performansla adından söz ettirmektedir. Artık iki alanda da varlık gösterip efsaneleşmesi kaçınılmaz oldu. Can Bartu'nun 18 Şubat 1956 günkü ikiye bölünmüş yaşam serüveni Türk sporunda benzersiz bir deneyim olarak kayda geçti. İnönü Stadı'nda Fenerbahçe'nin Vefa karşılaşmasında 90 dakika forma giyen 'muhteşem solak', bitiş düdüğüyle, teri kurumadan, soluğu Spor ve Sergi Sarayı'nda almıştı. Fenerbahçe basketbol takımı ezelrakibi Galatasaray'la çok önemli bir maça çıkacaktı. Sarı-Lacivertlilerin sol forveti Can, iki kez uzatmaya giden ve son uzatmada kendisinin attığı 12 sayıyla Fenerbahçe'nin galibiyete uzandığı maça kaydettiği toplam 20 sayıyla damgasını vurdu. Bir fotoğraf karesi gibi ânın ölümsüzleşmesine tanık olan şanslı sporseverler, bir daha böylesi efsanevi bir başarı öyküsüne rastlayamadı. 'ALİ ŞEN BAŞKAN FENERBAHÇE ŞAMPİYON' 1981-1983 ve 1994-1998 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığını yapan Ali Şen, Sarı-Lacivertli kulübü iki kez şampiyonluğa taşıyıp, birçok kupalar kazandırmıştı. Ayrıca, 'Ali Şen başkan, Fenerbahçe şampiyon' sloganı ile de özleşmişti. PAPAZ ÇAYIRInı SADECE 17 ALTIN İLE SATIN ALINDI Fenerbahçe'nin ilk başkanı olarak tarihe geçen Ziya Songülen Kadıköy Elmas Doğan Lisesi'nden mezun oldu Songülen sarı-lacivertli ekipte futbolcuyken sağ bekte oynadı. . Başkanlığı döneminde (1907-1908) Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nu, o zamanki adıyla 'Papazın Çayırı'nı, 17 altın karşılığında satın aldı.. 1936 yılında beyin kanaması sonucunda vefat etti. Başkan Ziya Songülen ilk başkan olduğu için bugün dahi unutulmadı. FENERBAHÇE TARİHİNDEN NOTLAR Dinamo Bükreş'te oynayan Ilıe Datcu 1969 yılında Fenerbahçe'ye transfer oldu. Sarı-lacivertli ekip ile 1975 yılına kadar tam 220 karşılaşmaya çıktı. Fenerbahçe'de 5 sezon yer aldı ve 2 lig şampiyonluğu yaşadı. 1978'de Türk vatandaşlığına geçti ve İlyas Datça adını aldı. 1992 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin temsilcisi olarak 200 jandarma ile İstanbul'a gelen Rafet Belen Paşa Fenerbahçe şampiyonluğunu işte böyle kutladı. Fenerbahçe Futbol Takımı'nın unutulmaz futbolcularından Alaattin Baydar. Fenerbahçe Kulübü kül eden büyük yangında Zeki Rıza Sporel ve diğer Fenerbahçeliler üzüntü içinde yangından arda kalanları seyrediyorlar. Fenerbahçe ile Galatasaray tarihi kupa maçlarından birinde o devrin İstanbul Merkez Komutanı Selahattin Adil Paşa sporculara hatıra madalyası dağıtıyor.