SONAT BAHAR
Ahmet Sargın, Vedat Atasoy, Murat Toy ve Coşkun Aral tarafından beş yıl önce kurulan İz TV, Türkiye’de bir ilke imza atıyor. Ama tüm bunları yaparken ellerindeki tek güç samimiyetleri. Yayıncılık bakış açısının daha çok diziler ve yarışmalardan ibaret olduğu bir sektörde, tam da belgesellerinde yaşadıkları gibi çetin koşullarda mücadele ediyorlar. Son olarak Digiturk için hazırladıkları üç boyutlu belgesellerle adından söz ettirecek İz TV’nin kahramanlarıyla konuştuk. Kanalın kurucularından Vedat Atasoy, beş yıl önce günde dört saat yayın yapan bir kanaldan bugün 24 saat yayın yapan ve 3D belgesel çeken bir kanala uzanan yolu anlattı.
- Beş yıl önce, aklınıza nereden geldi belgesel kanalı kurmak? - Televizyon yayıncılığına baktığınız zaman, tekdüze, aynı tip yayıncılık anlayışı var. Bu yayıncılığın içine biz kendimizi ne izleyici olarak, ne de yapımcı-yönetmen olarak yerleştirebiliyorduk. Türkiye’de okuyanaraştıran binlerce insan var, reyting getiren şeyleri değil de, başka kaygıları güden programları izlemeyi tercih eden bir kitle olduğunu da biliyorduk. Ama bunun için yapacağımız projeleri yayınlatacak mecralar bulamıyorduk. En sonunda bu mecrayı aramaktansa, kendimiz yaratmaya karar verdik. Digiturk’le diyaloğa geçtik, onlar da çok sıcak baktı.
KAZI ALANLARINI EVLERE SOKTUK
- Belgesel, herkesin farklı yorumladığı bir kavram, sizin belgesel anlayışınız nedir? - Öncelikle teknik şartlarımız var. Yayına uygun kalitede olacak. Ama 1900’lerin başında çekilmiş bir İstanbul görüntüsü elime geçerse, bunda kalite arayacak değilim. Bize çok görüntü geliyor böyle; turistik gezi için Norveç’e gidiyorlar, yaptığı çekimi bize gönderiyorlar. Kaliteliyse kullanıyoruz, ‘Maceranı Yarat’ diye bir bölümümüz var, böyle görüntülerden oluşuyor. Bizim aslında burada yarattığımız ortak bir dil var. Bu hem kendi ekibimizle hem de izleyiciyle oluşturduğumuz bir dil. Türkiye’de bizim gibi düşünen bir sürü insan var ve biz onlarla bir kanal sayesinde buluştuk.
- İş, bir noktadan sonra sosyal sorumluluk haline de dönüştü mü? - Toplumda bazı hassas noktalara da dokunmaya başladık. Savaş Karakaş, Flipper’ı Kurtarmak diye bir belgesel yaptı, ortalık ayağa kalktı. Arkeoloji programı yapmaya başladık, Türkiye’de arkeolojinin ne olduğunu bilmeyen insanlara izlettik. Kazı alanlarını evlerinin içine soktuk. Kangalla ilgili bir belgesel yapmıştık, kangalları dövüştürenlerle ilgili bir bölüm vardı, onları eleştiren bir bölüm... İnsanlar bunu izleyip, ellerinde bu görüntülerle suç duyurusunda bulunuyor, bakanlığa şikâyet ediyor.
Dünyadaki örneklere bakıldığında, adamlar gidip üç yıl bir kaplanı izleyebiliyor. Sizde sanırım bu ütopik bir durum... - National Geographic, 120 yıllık bir kurum. Ellerinde 1800’lerin Türkiye fotoğrafları var. Bu işin ne kadar önemli olduğunu 100 küsur yıl önce fark etmişler. Biz önemli olduğunu, insanlara daha yeni yeni anlatabilmeye başladık. 100 yıl sonra biz de üç yıl kaplan izleyebiliriz (gülüyor).