Yönetmen: Tony Kaye Oyuncular: Edward Norton, Edward Furlong, Beverly D’Angelo
Edward Norton’ın dört dörtlük yazılmış karakteri, babasının henüz hayatta iken ortaya koyduğu felsefeye boyun eğişinde, onun ölümünden hemen sonraki ruh durumunu kameralar önünde açık edişinde, kontrolünü kaybedip zulmettiği kız kardeşinden af dileyişinde, sinir krizi geçiren kardeşinin kendisini defaten kepenklere yapıştırmasına göz yumuşunda görülebileceği üzere yumuşakbaşlı, duygulu birisi. Akıllı olması ise zaten filmin çıkış noktası... Ne var ki gözlerinin açılması, aklıselimine kavuşması için, acı ama, zoraki becerilmesi icap ediyor. Irkçılık öyle fena bir ruh yarası, insanın varoluşunu, kişiliğini, zihnini kemiren öyle beter bir rahatsızlık ki, ‘erkekliğinden olmak’ yegâne çıkış yolu gibi duruyor; alkoldeki detoks tedavisinin yerini tutuyor.” Sinema Mayıs 1999 / Sayfa 26 –Cem Altınsaray
Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Uma Thurman, Lucy Liu, David Carradine
Tarantino’nun gerek ‘hikâye etme’ biçimi gerekse sahneleri birbirinden ayıran eklektik reji tarzı, birçok genç sinemacıyı derinden etkileyebilir. Önümüzdeki yıllarda sinema yapmaya sıvanan genç yönetmenler, inandırıcılık, sahicilik meselelerini bir yana bırakarak, kendi sinemasal fetişlerinin peşine düşen filmler çekmekte çok daha cesur davranabilirler. ‘Kill Bill’in bu yönüyle öncü niteliği taşıyan bir film olabileceğini düşünüyorum. Lakin, böyle bir nitelik taşımasa da, öneminden bir şey kaybedeceğini sanmam. Bu öyle bir film ki, seyrettiğimiz her şey tanıdık ve bildik ama film bir bütün olarak tek kelimeyle eşsiz...” Sinema Şubat 2004 / Sayfa 101 –Mehmet Açar
Yönetmen: James McTeigue Oyuncular: Natalie Portman, Hugo Weaving, Stephen Rea
Filmin kitap kadar çok karakteri, kitap kadar ayrıntılı bir şekilde ele almaması birçok uyarlamada karşımıza çıkan, artık alışılmış ve uyarlamanın niteliğine çok da etki etmiyormuş gibi görülmeye başlanmış bir durum. Oysa V for Vendetta gibi bir distopya öyküsünde bu, görsel olarak çizilen topluma gerçekten ‘hayat veriyor’. Moore’un anlattığı gelecek hakkında zihnimizde çok net bir his ve net resimler kalıyor- film ise anlatıyı ‘seyreltmek’ zorunda kaldığı için, kahramanının mücadelesini ve ana karakterlerini unutulmaz kılmada güçlük çekmese de, tam anlamıyla yaşayan ve unutulmaz bir gelecek yaratamıyor. Moore’un ‘totaliter kâbus’u genel motifleriyle filminkinden çok daha ‘standart’ olsa da, insanları ve sokakları anlatmaya daha çok yer ayırdığı için, daha canlı görünüyor.” Sinema Mayıs 2006 / Sayfa 92 –Kutlukhan Kutlu
Yönetmen: Fernando Meirelles ve Kátia Lund Oyuncular: Alexandre Rodrigues, Leandro Firmino, Phellipe Haagensen
Brezilya; Arjantin gibi, Güney Amerika’nın sessiz sedasız kaynayan kazanlarından biri. Kıtanın bu iki lokomotif ülkesi ekonomik olarak dökülüyor. Son yıllarda bu iki ülkeden gelen filmler bozuk ekonominin toplumlarını çok feci örselediğini haykırıyor. Sınıflar arası gelir uçurumunun iki yakası biraraya gelmeyen hâli varoşları sokağa salıyor ve kendince son çözüme yönlendiriyor: şiddete... Bizi Brezilya’nın o kirli varoşundan hiç çıkarmayan ‘Tanrı Kent’, karakterleriyle aynı kaderi paylaşmamızı istiyor: o tekinsiz sokaklardan hiç çıkmamamızı ve zenginlerin tarafına asla geçmememizi...” Sinema Ağustos 2003 / Sayfa 16 –Burçin S. Yalçın
Yönetmen: Danny Boyle Oyuncular: Dev Patel, Saurabh Shukla, Anil Kapoor
Milyoner’, zeki bir numarayla sağlam bir yapı kuran senaryosu sağ olsun, gayet iyi başlıyor. Yarım saat sonra söz konusu numara cazibesini yitirmesin diye senaryo keskin bir viraj almak zorunda kalıyor. Tamam, normal. Fakat o virajla en demodesinden bir aşk hikâyesi olma yoluna giriyor ki sonu uçurum. ‘Ama Bollywood filmiymiş gibi yapıyor, Bollywood’da aşk hikâyeleri böyledir’ demesin kimse. Bunun adı sığlıktır, ‘homage’ değil.” Sinema Nisan 2009 / Sayfa 22 –Uygar Şirin
Yönetmen: Alejandro González Iñárritu Oyuncular: Gael García Bernal, Emilio Echevarría, Goya Toledo
Etkileyici bir senaryonun ve keskin bir yönetmen gözünün yanısıra sağlam bir ekip oyunculuğuna da sahip olan ‘Paramparça Aşklar Köpekler’, bütün bu özellikleriyle 2000’lerin başında Latin Amerika popüler sinemasının yükselişinde çok önemli bir role sahip oldu. Iñárritu ve Arriaga sonra tematik ve yapısal açıdan benzer iki başarılı film daha çektiler ama içlerinde ilk günkü tazeliğini, enerjisini ve gerçeklik hissini en iyi koruyanı, üçlemenin bu ilk ayağı.” Sinema Temmuz 2009 / Sayfa 85 –Kutlukhan Kutlu
Yönetmen: Roberto Benigni Oyuncular: Roberto Benigni, Nicoletta Braschi, Giorgio Cantarini
Benigni’nin esas başarısı trajik olanla komik olanı son derece özgün bir şekilde verebilmesi. Yakın geçmiş de dâhil şu ana kadar gördüğümüz onlarca ‘Yahudi soykırımı’ filmine nazaran, bu trajediye yalnızca ‘acı acı gülebileceğimiz şekilde’ yaklaşıyor Benigni. (...) Belki ‘Hayat Güzeldir’le komedide bir çığır açmıyor Benigni, fakat elindeki evrensel temayı özgün bir biçimde (işliyor). (...) Affınıza sığınarak doğru olduğuna inandığım bir tespitte bulunmak istiyorum Benigni’ye ilişkin olarak: Chaplin filmlerinde ‘güldürürken düşündürürdü’, Benigni ise ‘Hayat Güzeldir’de ‘düşündürürken güldürüyor’.” Sinema Nisan 1999 / Sayfa 22 –Burçin S. Yalçın
Yönetmen: David Fincher Oyuncular: Brad Pitt, Cate Blanchett, Taraji P. Henson
Brad Pitt, Cate Blanchett ve Tilda Swinton’ın nefis performansları, Claudio Miranda’nın tablo görüntüleri ve Alexandre Desplat’nın kalbe seslenen notalarıyla birleşip, filmi gerçekten hafızamıza hapsediyorlar. İnsan, Pitt ve Swinton’ın otel lobisi ve mutfağındaki incelikli sahnelerini saatler boyu izlemek isteğine kapılıyor. Upuzun sinema tarihinde, Wong Kar Wai’nin ‘Aşk Zamanı’ ile birlikte perdeye yansıyan en unutulmaz nezaket ve hassaslık anları belki de bunlar. Tesadüfen uğradığımız yerkürede, ne denli önemsiz, bir o kadar da önemli olduğumuzu yeniden anımsamak ve hayat denen armağanın, o tarifsiz mucizenin değerini bir kez daha kavramak adına tanık olunması gerek bir film Fincher’ınki... Oya gibi işlenmiş ve şairin deyimiyle ‘hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak’ bir film...” Sinema Şubat 2009 / Sayfa 27 –Murat Erşahin
Yönetmen: Roman Polanski Oyuncular: Adrien Brody, Thomas Kretschmann, Frank Finlay
Polanski içinse son derece kişisel bir proje söz konusu olan. Yönetmenin Szpilman karakteriyle belli bir özdeşleşme yaşadığını iddia etmek yanlış olmaz. Tıpkı filminin başkahramanı gibi, ailesi toplama kampındayken (hatta annesi ölürken) yaşama mücadelesi veren Polanski, çoğu kişinin yapacağının aksine duygu sömürüsünden uzak, asla ağlak olmaya çalışmayan bir soykırım filmine imza atıyor. Savaşı ve savaşın içindeki şiddeti filminde öne çıkartmasa da, benzerlerine kıyasla çok daha sarsıcı ve şoke edici kimi sahneler yaratıyor.” Sinema Mart 2003 / Sayfa 63 –Engin Ertan
Yönetmen: Jean-Pierre Jeunet Oyuncular: Audrey Tautou, Mathieu Kassovitz, Rufus
Açıkçası ‘Amélie’nin tüm dünyada gördüğü yoğun ilgi ve topladığı övgüler hiç şaşırtıcı değil. Belki de karşımızdaki Frank Capra’nın ‘Şahane Hayat’ından bu yana çekilmiş en iyi ‘kendini iyi hisset’ filmi. ‘Amélie’nin izleyici ile kurduğu sıcak iletişimden nasibini almamak veya salonu kötü duygularla terk etmek neredeyse imkânsız. Büyük ihtimalle hemen herkesin yüzünde bir tebessümle ve yer yer ufak gözyaşları dökerek seyredeceği ‘Amélie’, bir filmin belki de en büyük avantajı olan izleyiciye iyi hisler vermeyi dürüst, yaratıcı ve son derece iyi şekilde beceriyor. Dolayısıyla pek çok kişinin hayatının filmlerinden birisi olması da muhtemel.” Sinema Aralık 2001 / Sayfa 51 –Engin Ertan
Yönetmen: Yavuz Turgul Oyuncular: Şener Şen, Uğur Yücel, Sermin Şen
Eşkıya’nın temelinde, kâh kendi başlarına kâh birbirleriyle iç içe geçerek karşımıza çıkan üç öğe bulunuyor: Masalsı anlatım, Doğulu tema ve aşk (mâlumu ilan etmek pahasına ‘Doğu’nun, Türkiye’nin değil dünyanın doğusunu ifade ettiğini belirtelim). ‘Eşkıya’, Turgul’un yazdığı ve/veya yönettiği filmlerin iki belirgin özelliğini (değişim teması ile mistik, masalsı öykü/üslup), ilk kez bu kadar ‘eşit’ ve yetkin biçimde biraraya getiriyor. Turgul, ‘Züğürt Ağa’dan bu yana ‘değişim’i el alıyor; filmlerindeki ana karakterleri değişim karşısında aldıkları tavırları ile tanımlamak mümkün: Değişime karşı bilinçli bir şekilde direnen ‘Muhsin Bey’, değişime uyum göstermeye çalışan ancak başaramayan ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ Haşmet Asilkan ve ‘Gölge Oyunu’nun, değişimin farkında bile olmayan, giderek bir çığ halini alan bu kartopunun altında kalmaya mahkûm görünen kahramanları Abidin ile Mahmut... Bu tema ‘Eşkıya’da da ön planda… Sinema Eşkıya Özel Sayısı / Sayfa 26 –Uygar Şirin
Yönetmen: Darren Aronofsky Oyuncular: Ellen Burstyn, Jared Leto, Jennifer Connelly
"Pi" ile bağımsız sinema içerisinden sağlam bir çıkış yapan Darren Aronofsky, ikinci filmi “Bir Rüya İçin Ağıt” ile lig atlamış ama benzer bir bağımsız ruhu korumayı becermişti. “Pi”nin yer yer deneysel sinemayı anımsatan siyah/beyaz görsel yapısına kıyasla daha ‘renkli’ olan film, hızlı kurgusu ve yoğun şekilde kullanılan müziğiyle benzer şekilde seyircinin algısını zorlayan bir etkiye sahipti ve tam anlamıyla ‘görsel ve işitsel bir deneyim’ idi. Hubert Selby Jr.’ın romanından yapılan bu uyarlama, her biri farklı şekillerde dibe vuran karakterleriyle bağımlılığın her şekline değiniyor, olabildiğince karamsar bir finale doğru ilerliyordu. Özellikle filmin sonu yaklaşırken hem biçim, hem de içerik açısından manipülatif bir tarz benimseyen Aronofsky, kimilerine göre bir başyapıta, kimilerine göreyse seyirciyi ani duygusal yükseliş ve alçalışlarla oradan oraya çalan acımasız bir duygu sömürüsüne imza atmıştı. Hayranlar veya mesafeli kalmayı tercih edenler bir yana, gerçekten de özgün bir biçime sahip olan “Bir Rüya İçin Ağıt” kısa zamanda son yılların en beğenilen filmlerinden birisine dönüşmüştü.
Yönetmen: Steven Spielberg Oyuncular: Tom Hanks, Matt Damon, Tom Sizemore
Er Ryan’ı Kurtarmak’, sağ kanat Amerikan sinemacılarının savaşa olan yaklaşımlarının ne kadar içi boş, kof olduğunu kanıtlayan sarsıcı bir film. Bu filmin ve tuhaf hikâyesinin bize anlattığı tek şey de bu galiba: savaş, ahlaki ya da politik dersler çıkarılamayacak kadar korkunç, tuhaf ve gerçeküstü bir durum. Yüzbaşının dediği gibi ‘Adam öldürdükçe evimden daha çok uzaklaşıyorum’. Yani hedef kutsal bile olsa savaş insanı insanlıktan çıkaran bir olay ve sonuçta o trajediyi yaşayanların kazanacağı hiçbir şey yok. Spielberg, ABD toplumu için -hele onun gibi Yahudi kökenli biri için- anlamı hiçbir zaman tartışılamayacak, Avrupa’daki faşizmi sona erdiren bir savaşı anlatırken bile anti-militarist olmayı beceriyor ya, işte bu önemli bir erdem.” Sinema Ekim 1998 / Sayfa 19 –Mehmet Açar
Yönetmen: Çağan Irmak Oyuncular: Çetin Tekindor, Fikret Kuşkan, Hümeyra
Küçük arızalarına karşın ‘Babam ve Oğlum’ yılın en iyi filmlerinden biri. Irmak’ın önceki yapıtı ‘Mustafa Hakkında Her Şey’den farkı ise sinemasındaki yetkinlik kadar tavrında yatıyor: Irmak ‘Mustafa Hakkında Her Şey’de sükunetle yaklaşılabilecek kişi ve şeylere bile nefretle saldırıyordu, bu filmde ise nefretle saldırılabilecek şeylere bile ağırbaşlı bir öfke beslemekle yetiniyor, hatta çoğu zaman onları anladığını hissettiriyor. Böyle bakınca ‘Babam ve Oğlum’un mutlu sonla bitmesi de bana son derece doğal görünüyor. Büyümeye dair tüm öyküler mutlu sonla biter.” Sinema Aralık 2005 / Sayfa 25 –Uygar Şirin
Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Hugh Jackman, Christian Bale, Michael Caine
Nolan insan algısıyla oynamayı seviyor. Sihirbazlık aldatmacalarını hikâyesine hizmet eden bir unsur olarak kullanıyor sadece. Böylece, anlık, geçici etkileri olan ve şaşkınlık yaratan sürprizlerden ibaret bir film (zanaat) yerine, tam anlamıyla bir sanat eseri ortaya koymuş oluyor. Alfred Borden’ın da filmde dediği gibi ‘karşındaki senin sırrını öğrenirse gözünde hiçbir değerin kalmaz’. Nolan, filmdeki sırlar açığa çıktıktan sonra bile izleyicide bir iz bırakmayı biliyor. Bunu bir kavramın etrafına ördüğü öyküsüyle, müthiş görselliği ve harikulade kurgu anlayışıyla yaparak, numaralar üreten bir hokkabaz değil, gerçek bir büyücü olduğunu bizlere kanıtlıyor.” Sinema Ocak 2007 / Sayfa 19 –Murat Emir Eren
Yönetmen: Frank Darabont Oyuncular: Tom Hanks, Michael Clarke Duncan, David Morse
İlk uzun metraj filmi “Esaretin Bedeli” ile büyük bir başarıya imza atan Frank Darabont, 5 yıllık bir aradan sonra seyirci karşısına çıkan ikinci yönetmenlik denemesinde de benzer bir formül uyguluyarak, garantici olmayı seçmişti. Söz konusu olan yine bir Stephen King uyarlamasıydı ve ana mekân yine bir hapishaneydi. Fakat görünürdeki bu benzerlikler bir yana, “Yeşil Yol” kimi yönleriyle de “Esaretin Bedeli”nden açıkça ayrılmaktaydı. Her şeyden önce filmin gerçeküstü ve masalsı yönleriyle gelen, daha plastik ve stilize bir görsel yapısı vardı. Diğer yandan, masalsı boyutu bir yana, “Yeşil Yol” yer yer hem görüntüleri, hem de hikâyesi açısından çok daha karanlık olabilen bir filmdi. İşin doğrusu, kimi yönleriyle tipik bir Hollywood yapımı, kimi yönleriyleyse bağımsız yapımlardan beklenecek ölçüde cüretkâr olan “Yeşil Yol” belki kusursuz bir film değildi ama bu garip ve alışılmadık hâline rağmen sayısız izleyiciyi tavlamayı becermişti.
Yönetmen: Michel Gondry Oyuncular: Jim Carrey, Kate Winslet, Mark Ruffalo
Filmi bitirip ikinci bir kez izlemeye başlarsanız, ilk izleyişte pek de göze batmayan birtakım şeylerin aslında sandığınızdan farklı kaynaklara sahip olduğunu görüyorsunuz ve karşınızdaki öykü, başka bir öyküye dönüşüyor. ‘Akıl Defteri’ ve ‘Dövüş Kulübü’ gibi filmlerin maharetle oynadığı bir bilmece oyunu bu. Charlie Kaufman da bu oyunu oynuyor ama tabiri caizse oyunun şehvetine kapılmıyor; bilmeceyi filmin çekirdeği, hatta konusu hâline bile getirmiyor. Bunun sonucunda da ‘Sil Baştan’, bir polisiye gibi matematiksel bir düzlemde, bilmece çözme tutkusuyla işleyen bir film değil... Tamamen duygusal bir düzlemde işliyor. Kaufman ile Gondry’nin bu filmdeki muazzam başarısı - ve filmi diğer hafıza öykülerinden bir çırpıda ayıran yanı- da bu zaten.” Sinema Aralık 2005 / Sayfa 102 –Kutlukhan Kutlu
Yönetmen: Christopher Nolan Oyuncular: Guy Pearce, Carrie-Anne Moss, Joe Pantoliano
Akıl Defteri’nin en dikkat çekici ve seyirciyi en çok çarpan özelliği, hikâyeyi geriye doğru anlatma meselesi... Hikâyenin geriye giderek anlatılan kısmı çok karmaşık olmamasına rağmen, bu ‘basit’ hamle seyirciyi şaşkına çeviriyor ve ciddi algılama sorunlarıyla başbaşa bırakıyor. ‘Zaman’la ilişkimizin çok sorunlu olduğunu göstermesi açısından, hayli öğretici bir deneyim... Daha önemlisi: Nolan, laf olsun ya da ilginçlik olsun diye değil, hikâyesi gerektirdiği için zamanı tersine çeviriyor. (...) Bunlar, ‘Akıl Defteri’nin, kara film/polisiye tarihinde bir köşetaşı olmasına yetiyor...” Sinema Eylül 2001 / Sayfa 15 –Uygar Şirin
Yönetmen: Peter Jackson Oyuncular: Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen
Peter Jackson ikinci filmde de sinemanın eldeki bütün imkânlarından doğru orantıda yararlanmış. Gene aynı harikulade Yeni Zelanda mekânlarında, rollerine cuk oturmuş oyuncularla, ustaca bilgisayar efektleri, makyaj ve maket bileşimiyle, daha da mükemmel bir film yapmış... Peter Jackson ve ekibi, ‘Yüzüklerin Efendisi’ni sevgiyle yoğurarak yapmış, filmin her ânında bunu hissetmek mümkün. En büyük, akıl durdurucu savaş sahnesinde bile, filmin odak noktası bu dünyanın insanları, onların duyguları, istekleri.” Sinema Ocak 2003 / Sayfa 15 –Sevin Okyay
Yönetmen: Luc Besson Oyuncular: Jean Reno, Natalie Portman, Gary Oldman
“Fransız sermayesiyle çekilen filmin İngilizce olarak ve Amerika’da kotarılmasının, yapımın içerdiği Avrupalı yanı bastırdığını söylemekse mümkün değil. Her karesinde Avrupa kokan ‘Léon’, bu arada en baba Amerikan ‘action’ filmlerinin ötesine geçen hareketli sahneleriyle de bir tür ustalık gösterisine dönüşüyor. Luc Besson, her yapıtının merakla beklendiği yönetmenler arasında artık. Onu ‘yaratıcı yönetmenler’ sıralaması içinde ayrıcalıklı bir yere oturtmak da mümkün. Kusursuz bir ‘zamanlama’ duygusuna sahip. Avrupa sinemasıyla kendisini sınırlandırmıyor. Yerel olmanın ötesine geçip evrensel olmayı başarıyor. Anlattığı şeyler, insanın temel sorunları üzerine kafa yoran herkesin ilgisini çekmeye aday... Ve ‘Léon’ da onun sinemasını bire bir yansıtan, insana özgülüğüyle zirveye tırmanan önemli bir sinema sanatı yapıtı.” Sinema Haziran 1995 / Sayfa 18 –Murat Özer
Yönetmen: Park Chan-wook Oyuncular: Choi Min-sik, Yu Ji-tae, Kang Hye-jeong
“İçerdiği tüm biçimci numaralara ve aşırı estetik hâline rağmen, hikâyesinin önemli bir parçası olan şiddeti olanca çıplaklığıyla veren bir film ‘İhtiyar Delikanlı’. Chan-wook’un filmde yakaladığı gerçeklik duygusu da büyük ölçüde buradan geliyor. Şiddet sahnelerinde eylemin kendisi sömürülerek grafik şekilde gösterilmese bile, rahatsız edici şekilde perdeye yansıyor. Kamera küçük suçluların dünyasına girdiği sahnelerde güzel görüntüler yakalamak kadar, çirkin, gerçek ve acı olanı da göstermek zorunda olduğunun bilincinde.” Sinema Ekim 2004 / Sayfa 54 –Engin Ertan
Yönetmen: Ridley Scott Oyuncular: Russell Crowe, Joaquin Phoenix, Connie Nielsen
“Scott, Antik Roma’yı ne kadar ‘rüya’ gibi sunuyorsa, savaş alanını ve arenayı da o kadar gerçekçi ve sert sunmaya çalışıyor. Bilgisayar ürünü seyircilerle doldurulmuş o göz alıcı Colosseum’un ortasında, gladyatörler birbirlerine girdiğinde, bize sürekli değişen kamera açılarından sunulan kısa kısa görüntülerden bu adrenalin yüklü, kanlı aksiyonda kaybolmamaya, ayağımızı basacak sağlam bir yer bulmaya çalışıyoruz. Scott’un elde ettiği sonuç gerçekten baş döndürücü ve heyecanlı. (...) ‘Gladyatör’ hem 90’lardaki işleri pek beğenilmeyen Ridley Scott’ın ismini yeniden zirveye taşımış, hem de ‘kılıç ve sandalet’ türünün bir anlamda yeniden doğuşuna önayak olmuştu. Bugün Hollywood’un ‘Truva’ ve ‘İskender’ gibi yapımlara çok büyük bütçeler ayırabilmesinde, Scott’ın bu görkemli tarihsel aksiyon filminin önemli payı var.” Sinema Ocak 2006 / Sayfa 89-91 –Kutlukhan Kutlu
Yönetmen: James Cameron Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Gloria Stuart
“Titanik’ aşk, cesaret, adelet, dürüstlük, fedakarlık, azim gibi çok temel insani erdemlerin üzerinde dolaşan öyküsü, 3 saati aşkın süresi, ihtişamı, bir ‘dönem filmi’nin özelliklerini de taşıması, etkileyici resimleri ve hatta ‘dokunaklı’ müziği ile ‘Rüzgar Gibi Geçti’den bugüne gelen bir Hollywood geleneğinin dört dörtlük bir temsilcisi. (...) James Cameron, seyirciyi koltuğundan yaka paça alıp götürüyor ve en klasik öykülerden çattığı, en sağlam yöntemlerle inşaa ettiği ve en popüler türlerle süslediği öyküsünün içinde, 3 saat boyunca soluk bile almasına izin vermeden dolaştırıyor. (...) Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, 3 saat boyunca bir tek plan bile aksamıyor. İşte bu yüzden, Cameron, yetenekli, deneyimli, ne yaptığını bilen ve işini nakış işler gibi yapan bir zanaatkâr; filmi ise, hem insanı kendine hayran bırakacak, hem de asabını bozacak kadar mükemmel...” Sinema Nisan 1998 / Sayfa 24 –Uygar Şirin
Yönetmen: Bryan Singer Oyuncular: Gabriel Byrne, Kevin Spacey, Benicio Del Toro
“Olağan Şüpheliler’, sadece başdöndürücü bir hikâyeye, garip ve alışılmadık bir dramatik yapıya sahip olduğu için iyi bir film değil. Hiçbirisine uzun uzun rol kesme imkânı verilmemiş de olsa, sadece oyuncularının performanslarıyla bile övgüye değer bir film. Ayrıca çok iyi bir kurgusu ve görüntü yönetimi var. Anlatım üslubu olarak bakıldığında Bryan Singer’ın kara filme yeni bir şey kattığını söylemek mümkün değil... Fakat tek başına bir film olarak bakıldığında ‘Olağan Şüpheliler’in son yıllarda gördüğüm en çarpıcı hikâyelerden birine sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle Keyser Soze motifindeki o irkiltici suç metafiziği, -sonradan alaycı bir ironiye de dönüşse- hayli etkileyici... Etkileyici, çünkü kara film geleneği açısından yeni bir tema ve farklı bir yaklaşım.” Sinema Ocak 1996 / Sayfa 13 –Mehmet Açar
Yönetmen: Yönetmen: Robert Zemeckis Oyuncular: Tom Hanks, Sally Field, Robin Wright
O vakte değin ekseriyetle büyük bütçeli, hemen hepsi özel efekt ağırlıklı ve tür sinemasına meyleden, kimilerince sadece ‘eğlencelik’ şeklinde nitelenen gişe filmlerinin yönetmeni olarak tanınıyordu Robert Zemeckis. Winston Groom’un romanından, Eric Roth’un senaryosu aracılığıyla sinemaya uyarladığı “Forrest Gump”daysa farklı bir yöne doğru gitmeyi tercih etti. İşin içinde yine büyük bir bütçe ve çarpıcı özel efektler vardı ama “Forrest Gump” için ‘eğlencelik’ deyip geçmek pek mümkün değildi. Zemeckis filminde IQsu düşük bir adamın hayatı üzerinden yakın dönem Amerikan tarihini ele alıyor, komediden ziyade drama ağırlık veriyordu. Filmin Amerika’ya bakışı zamanında epey tartışılmış, kimileri “Forrest Gump”ın ülkenin tarihini yeniden yorumlarken eleştirel bir tutum takındığını, kimileriyse bildik mitlerin ve ‘Amerikan Rüya’sının bir çeşitlemesinden fazlası olmadığını savunmuştu. Film eleştirmenleri iki kutba bölse de seyirci tarafından büyük ölçüde beğeniyle karşılandı. Tüm dünyada yüksek bir hasılat elde eden “Forrest Gump”, 6 dalda da Oscar ödülü kazanarak Amerikan sinemasının modern klasiklerinden birisine dönüştü.