Ünlü popçu Yalın önümüzdeki hafta Kuruçeşme Arena’da bir konser verecek. Konser öncesi Yalın’la aşk üzerine yazdığı şarkıları ve bu şarkılara ilham olanları konuştuk.
İSTANBUL Kuruçeşme Arena’da, 25 Haziran akşamı Yalın rüzgârı esecek. O rüzgâra Yalın’lı altı yılımıza sığan sözler karışacak. Yalın, “Zalim, oyunbozan, gelip de bir tanem olmaya ne hakkın var,” diye haykıracak. Belki de, “Bir bakmışın ben yokmuşum, üzülmeye doymuşum,” diyerek sitem edecek. Souçta en içli, en aşk dolu şarkıların yazarı ve söyleyeni misyonunu severek üstlendiğine göre, konser de tam bir aşk havasında geçecek. Yalın’la şarkılarını, onların kendinde yarattığı hissi konuştuk.
Üzerinize yapışan, aşk şarkıları yazarı, duygusal, naif bir kişi imajı var. Sürekli aşkla anılıyor olmaktan hoşnut musunuz?
Aşktan hoşlanmayan birini duymadım hiç. Bundan tabii ki hoşnutum. Çok güzel bir his. Çünkü insanlara çok başka şeyler vadediliyor. Gündemdeki gelişmelerden, gün içinde okuduklarımızdan aşkın dışında her şeyi var eden bir hayat var aslında. Bu bence aşkı daha önemli kılıyor. Aşkı ufacık yaşadığımız, hatırlamaya çalıştığımız ama
gündemin bizi yorduğu günler yaşıyoruz. Böyle günlerde aşka daha çok ihtiyaç var. ben de aşkla anılıyorsam ne mutlu bana.
Şarkılarınızı dinleyince çok huzurlu bir insan olduğunuz izlenimine kapılıyor insan, öyle misiniz?
Huzurlu olmayı isteyen ve arayan biriyim. Çok huzurlu birinin bir şeyler yaratamayacağına inanıyorum. Dolayısıyla çok huzurlu olduğumu söyleyemeyeceğim.
Niye, huzur ve yaratıcılık birbirini iten kutuplar mı?
Yaratıcı olan insanlar huzursuz tiplerdir, sürekli arayış içindedirler. Arayış halinde olan birinin huzurlu olma ihtimali yok. Bir şeyler arıyorsanız, demek ki durumdan memnun değilsiniz.
Etkili bir baba figürü var galiba, bir röportajınızda ‘Babam bana Gipsy Kings’den şarkılar çalardı,’ demişsiniz...
Tabii babam çok etkiliydi ama arkadaş çevresinde de çok iyi müzisyenler vardı. Müzik, hayatımın hep bir parçasıydı. Yani ‘Ben bu işi beceriyor muyum, beceremiyor muyum?’ sorusu, çok küçük yaşlardan beri hayatımdaydı. Bir noktadan sonra evde duran o gitara doğru çekilmeye başlıyorsunuz. Elime alıp, bir şeyler çalmaya başlayıp, beste yapabildiğimi gördüğüm zaman farkına vardım, 13-15 yaşlarındaydım.
Lisenin, elinde gitarı, romantik çocuğu muydunuz, yoksa popüleri mi?
Benim ekibim çok fırlama bir ekipti, çok popülerdik, ama ben derslerimin iyi olmasına çalıştığımdan dolayı biraz daha aklı başında durmaya çalışıyordum. O yaşlarda şarkı yapıyordum, gitar çalıyordum, başka hobilerim de vardı. Müziğe yönlenmiştim zaten, okuldakiler de bilirdi. Okul çaylarına gidip, gitar çalar şarkı söylerdim (gülüyor).
Sıkıntılar içinde yaşamış, fakirlik çekmiş yaşıtlarınız arabeskçi oldu, sizin gibi orta sınıf ailelerden gelen çocuklar popçu... Bu genellemeye katılıyor musunuz?
Ya aslında bu genellemeye katılamayacağım. Böyle mi bilmiyorum. Bunun yoksullukla, zenginlikle ilgili olduğunu sanmıyorum. Sıkıntı herkese göre farklıdır, görecelidir. Fakirliğin sıkıntısı ayrıdır, hayatta bir şeyleri başaramamış olmanın sıkıntısı ayrıdır, aşk sıkıntısı başkadır. Herkes bunları kaldırabildiği ölçüde algılar ve mutsuz olur. Daha iyi aile çocukları popçu olur düşüncesine katılamayacağım. İnternet çağında, yabancı müziğin bu kadar içinde olan ve kendini geliştirmek isteyen, geliştirir ve kendini bulur. Arabesk de pop da rock da insanın içinden gelir.
St. Michel Lisesi’nden mezunsunuz. Fransız ekolünün üzerinizdeki etkisi nedir?
Fransızca kesinlikle başka bir algı ve ufuk bence. Farklı bir şeyler getiriyor bu dil insanın hayatına. Çok iyi dostluklar kazandım, şarkı söylemeyi ilk, Fransızca şarkı söyleyerek öğrendim. Başka bir okulda okusaydım böyle şarkılar yazabilir miydim bilmiyorum ama yazdığım şarkılara okulumun etkisi olmuştur. Bolca Fransızca şarkı dinlerdik. Hayat görüşü ve disiplin olarak da çok katkısı oldu. Liseden sonra ekonomi eğitimi aldım.
Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu biri olarak, Türkiye’nin ekonomisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ekonomi mezunu oldum, matematikle aram çok iyidir ama Türkiye’nin ekonomisini değerlendirmek bana düşmez.
Kendi ekonominiz üzerinden değerlendirin o zaman...
Ben de para kazanan biri olduğum için elbette ekonomiyi takip ediyorum. En azından paramı nasıl değerlendiririm, diye plan yapıyorum. Benim değerlendirme yöntemim çok basit; ‘Çok kazanıp, az harcamak,’ üzerine... Şaka yapıyorum tabii. Zor bir devirdeyiz, daha dikkatli harcamaya çalışıyorum elbette. Çünkü kriz ortamı kimine göre ufak, kimine göre büyük devam ediyor bence.
Aşk uzun değildir, en azından benim yaşadıklarım değil
Bu kadar aşk şarkısı yazmış biri olarak, çözdünüz mü aşk mevzusunu?
Aşkın en güzel tarafı herkesin üzerine bir şey söyleyebilmesi bence. Herkes kendine göre yorumlayıp, tarif edip, yaşayabiliyor aşkı. Aslında aşk da bu. Aşkın bir tane, herkesin anlayıp kabulleneceği bir tanımı yok. Ben aşkı huzurlu yaşayabilen biri değilim. Aşkın biraz savaşçı ruhlu olduğuna inanıyorum, karşılıklı iki egonun çatışması
gibi olabileceğine de inanıyorum. Ama bir taraftan da insanın tüm kimyasını değiştiren bir şey. Kesinlikle çok ani olan bir şey. Uzun ömürlü de değil.
‘Mutlu aşk yoktur,’ diyenlerden gibisiniz...
Mutlu olmadığına inanıyorum tabii. Yaşadığınız an mutlu hissediyorsunuz ama özünde bence savaş barındırıyor. Biraz kavga dövüş olması gerektiğini düşünüyorum. Bundan haz duyabilirsiniz ama sükunet arayan biriyseniz bundan haz etmezsiniz.
Ama ‘Eninde sonunda biter,’ diyorsunuz galiba.
Çok uzun ömürlü olacağını sanmıyorum, kendi tecrübelerimle anlatıyorum ama edebiyatta sonsuz aşk tarifleri var.
Yok edebiyattakiler de vuslat anına kadar anlatılıyor, sonrasında neler yaşandığı yazmaya değmiyor...
Benim sonsuz aşka inancım yok.
Tüm bu şarkıların çıkış noktası olan bir ilk aşk var sanırım.
Var tabii, bunca şarkı başka türlü yazılamaz zaten. Platonik aşklarım da oldu, doya doya yaşadığım aşklar da oldu. Bunlar 10’ar 20’şer tane değiller elbette, çoğul kullanıyorum diye yanlış anlaşılmasın. Ortaokuldaki aşk hikâyelerimden itibaren şarkı yazmaya başladım ama ilk, lisedeki ciddi aşka yazıldı birçok şarkı.
Biliyor mu karşı taraf bu şarkıların kendisine yazıldığını?
Söylemedim, ama yazdıklarımı takip ediyorsa anlamıştır.
Twitter’a karşı hevesim kaçtı
Twitter’la aranız nasıl? Malum Demek Akalın, Twitter’dan bir hışımla ayrıldı...
Çok yazamıyorum ama aram iyi. Her yazdığıma bir cevap geliyor. Gelen bir soruya cevap yazıyorum, bir sonrakine cevap yazmadım diye alınıyorlar, kızıyorlar. Atıyorum, ‘Burası güzel Samsun,’ yazıyorum, biri çıkıp ‘Bizim burası da güzel,’ diyor. Çok hevesim kaçtı Twitter’la ilgili. İlk başta girdiğimde, çok özgür olabileceğim, istediğimi yazabileceğim bir ortam olarak düşündüm. Hiç öyle değilmiş, egosal saçmalıkların olduğu bir yer haline gelmiş. Dünyada Twitter’ı çeşitli şekilde kullanan ünlüler var. Coldplay sadece haber veriyor Twitter üzerinden. Şarkı söyleyen birinin, müzisyenlerin, fikirlerini zaten albümlerde anlatma şansı var. Bu ortam sayesinde haber verebilirim, ama günlük bir dille chat ortamı gibi kullanmamalıyım diye düşünüyorum. Basın sektörü için çok verimli bir ortam ama müzisyenler için sanırım değil.
Lost dizisinin fanısınız, finali nasıl buldunuz?
İlk başta cevaplarımı niye alamadım diye hayal kırıklığına uğradım ama sonra düşündüm de, biz bu diziyi zaten bunun için seyrediyoruz. Cevapları kâğıda yazıp vermedikleri için merak ediyoruz. Altı sezon boyunca her aşamasında bir soruyu cevaplarken bile üstü kapalı cevaplayan bir tarzı var dizinin, finalinin de böyle olması normal. Ticari bir hamleyle de sonra yayınlanacak bir DVD olacakmış, bu da akıllıca geldi bana.
Ekşisözlük’te hakkınızda yazan bir maddeye çok güldüm, diyor ki; ‘Genç kızları ağına düşürmek için, söz sanatlarıyla antik kuntik şarkılar yazıp, ortalıkta dolaşıyor.’ Bu yolla kız tavlanıyor mu?
Bilmiyorum. Sadece şarkı yazıyorum diye peşimden gelecek birileri varsa, onlarla çok iletişimimiz olamaz. Bu işe kız tavlamak için girilmez ama ekşisözlük’teki bu yorum komikmiş. Çok okuyorum onları, oradaki yorumlara ben de çok gülüyorum ve okuyorum. Zeki insanlar tarafından yapılmış her tür şaka, eleştiri ciddiye alınmalıdır. İçinde zekâ pırıltısı olan her şey değerlidir.
Şarkılarımı sabah erken saatlerde, yeni uyandığımda yazıyorum
Fotoğraf çekimini bir profesyonele yaptırıyorsunuz, albümde dünyanın en iyi gitaristiyle çalışıyorsunuz, hep böyle mükemmeliyetçi bir yapınız mı var?
Profesyonel olmak gerekir ki, karşı tarafa sunduğunuz işten emin olun, gurur duyun. Ben gurur duyabileceğim işler yapmaya çalışıyorum. Yaptığımız şeye çok özenerek, üzerinde düşünerek yapıyoruz. Türkiye’de her müzisyenin hayalidir yabancı bir stüdyoda kayıt yapabilmek, yabancı müzisyenlerle çalışabilmek. Bunlar benim kişisel hayallerimdi.
Tarkan İngilizce albüm ha çıkardı, ha çıkaracak diye beklediğimiz bir dönem vardı yıllar önce. Oysa siz daha o yıllarda Shaggy ile sessiz sedasız bir düete bile imza atmışsınız. Neden bu sessizlik?
Bunu bilen bildi, duyan da duydu. Aslında çok büyük beklentilerimiz var, benim de var, bir dinleyici olarak söylüyorum. Şu an Avrupa’da birçok ülkenin şarkıcıları tüm Avrupa’ya müzik yaparken, hatta Amerika’da bile dinlenirken, bizim hâlâ bir şey çıkaramamış olmamızı anlayamıyorum. Bunun sadece müzisyenlerle ilgili olduğunu da sanmıyorum. Sektörün bir ayıbı bence. Bir şekilde buradan biri çıkacak, çıkmalı. Çünkü komşularımızın hepsinden çıkıyor, bizde niye çıkmasın? Bizim kültürümüz müthiş bir kültür. Herkesin bir şeyden esinlenmeye çalıştığı bir kültür, hepsinin önüne geçebilmemiz gerekiyor, ben bunun için çabalayacağım.
Shaggy’yle yaptığımız düet bir adımıydı sadece.
O zaman bir özeleştiri yapın, neden olmuyor, bizim popçularımız niye Avrupa ve Amerika’da dinlenmiyor?
O kadar çok günlük telaşa düşülüyor ki, kendimden örnek verebilirim; burada yapılacak konserleri ve albümü düşünmekten yurtdışında yapılacakları düşünmeye vakit kalmıyor, çünkü o bambaşka bir şey. Ben şarkı yazarı olarak başkasının İngilizce şarkısını tabii ki söyleyebilirim ama kendim yazmak isterim, bunu yazmak için de zaman ayırmam gerekiyor. Nasıl yapılacağını öğrenmem ve eksik taraflarımı kapatmam gerekiyor. Biraz tembellik mi ediyoruz, zaman mı ayıramıyoruz bilmiyorum. Burası o kadar büyük ki, yetiyor insana. Ama bunun yetmemesi lazım.
Son dönemde bir Ezel rüzgârı var, dizi konusu kadar içindeki aforizmalarla da konuşuluyor, sizin şarkı sözleriniz de böyle... Büyük lafları seven bir ülkeyiz, nasıl geliyor
içinizden böyle sözler?
Çok takip ederim, insan da takip ederim, durum da... Dünyada neler olduğunu takip ederim, kitap da okurum tabii ki. Biraz gözlemle ve durumu anlatabilme yeteneğiyle alakası var. Bu yeteneğe sahip insanlarla arkadaşlık etmeyi çok severim mesela. Çevremde böyle insanlar var. İlla şarkıcı olması, yazar olması gerekmez, bazı insanlar vardır ya durumu, olayı öyle bir cümleyle anlatır ki hayran olursun. Bu bir yetenek. Bende de birazı varsa ne mutlu ama öyle insanları da çevremde barındırmaya çalışırım, çünkü o da bir ilham kaynağıdır. Bir şarkı yazarının çevresinde mutlaka, hayatı, aşkı, olayları konuşabileceği, kıvrak zekâlı insanlar olmalıdır beslenmesi için. Bir ayrılıksa nedeninden, nasıl olduğuna, kimin ne düşündüğüne kadar tahlil etmeye çalışıyorum.
Sizde bunun ortayı çıkışının koşulları var mı?
Ben tüm şarkılarımı sabahın erken saatlerinde, uyandığımda en zinde olduğum zamanlarda yaptım. Bir kelime ve bir şey yakalıyorum ben. Arkadaş ortamında duyduğum şeylerden de çıkar. Cumhuriyet şarkısı öyle oluştu mesela; çok yakın bir arkadaşımla Londra’da, ilişkilerimiz üzerine dertleşirken ortaya çıktı. O da çok dertliydi, ben de çok dertliydim, sabahın çok erken saatine kadar konuşmuştuk. ‘Bu bizim içimizde kontrol edemediğimiz bir cumhuriyet,’ dedim ve hemen bu cümleden şarkıyı yazdım.
Her kelime ve cümleden bir üretim yapma çabası da yorar insanı bir noktadan sonra...
Çok yorucu tabii. Ama sistemi sürekli çalıştırmıyorum. Bazen bırakıyorum her şeyi. O yüzden playstation çok oynuyorum, hobilerim var, helikopter uçurmayı seviyorum, yelken kullanma merakım var, futbol oynuyorum. Kafamı dinlendiriyorum.