Amerikan edebiyatının güçlü isimlerinden Lydia Davis, ilk romanı Hikayenin Sonu'nda okuru mümkün olandan fazlasını isteyen kahramanıyla baş başa bırakıyor. Kahraman, daha en başında hikayesine bir başlama noktası seçmek zorunda kalmak istemiyor, hatta hikayenin tüm bölümlerini aynı anda anlatmak istiyor. Sonunda hikayenin sonunu en başa alıyor. Bu sayede de anlatmaya devam edebiliyor.
2013 yılında Man Booker Ödülü'ne layık görülen öykücü, denemeci ve Proust çevirmeni Davis'in romanında her şey unutamadığı erkek arkadaşını zihninde ve sokaklarda aramaktan yorgun düşen bir yazara (kahramanımıza) uzak bir şehirdeki kitabevinde bir fincan kahve ikram edilmesiyle başlıyor.
"Koyu ve sıcak bir çaydı ama o kadar acıydı ki dilimi yaktı." Tam da bir romanın sonuna yakışır bu cümleyle başta da söylediğim gibi romanın ilk sayfalarında karşılaşıyoruz. Sonra hikaye başa sarıyor. Kahramanımızın yitik bir adam olarak nitelendirdiği sevgilisi ile ilk tanıştıkları günlere dönüyoruz. Ve aşama aşama bir ilişkinin nasıl çıkmaza girip bir kalp ağrısına dönüşüne tanıklık ediyoruz. İlişki, yitik adamın eşyalarını bir kamyonete yükleyip kendi yoluna gitmesiyle başka bir evreye geçiyor. Bir arayış ve vazgeçiş evresine...
Kahramanımız onun uzun zaman nerede olduğunu bilmiyor. Bir ara öğreniyor sonra yeniden kaybediyor, ardından tekrar öğreniyor ve yine kaybediyor. Ve sonunda arayışından vazgeçiyor. Hikayenin Sonu, kendimi kaptırıp elimden bırakmadan okuduğum romanlarından biri olmadı. Hatta bazen devam etmekte zorlandım. Ama bu durum birçok kişinin kişisel tarihinden bir parça bulabileceği bir hikaye anlattığı gerçeğini değiştirmiyor. Yazar, birini sevmenin etkilerini tüm içtenliği ile gözler önüne seriyor.