Yazdıklarıyla Türkiye'de de çok sevilen Arjantinli yazar Alberto Manguel'i nasıl tanımlarsın diye sorsalar, herhalde "profesyonel okur" olarak derdim. Gerçekten de Manguel'in kitapları, kitap üzerine yazılmış şaheserlerdir. Manguel her yazdığı metinde sizi kitapların ve yazarların dünyasında dolaştırırken, bunu büyük bir sevgi ve özveri içinde yapar. Siz de onun metinlerini okurken, bu tekinsiz aşk karşısında bir tür büyülenme yaşarsınız. En basitinden, deneme yazarıdır Manguel. Denemelerinin okur tarafından ilgiyle karşılanmasının bir diğer yanı da, türe getirdiği akıcı yazımdır.
Her fotoğrafının arkasından bize yüzlerce kitap gülümser. Fransız kırsalındaki o efsanevi kütüphanesi 30 binin üzerinde kitaptan oluşmaktadır. Kişisel kütüphanelerin en büyüklerinden birine sahiptir Manguel. Çocukluğunda Borges'e görme yetisini kaybettikten sonra dört sene boyunca kitap okuyan Manguel, tıpkı Borges gibi cenneti büyük bir kütüphaneden ibaret saymaktadır; tabii o biraz daha ileri giderek, cennetteki sonsuz kütüphane fikrini dünyada da oluşturmak için çalışmıştır.
Türk okurlarının Manguel'i yakından takip etmesinin sebebi sadece Borges'in Evinde, Okumanın Tarihi gibi güzel ve etkileyici kitapları da değildir; Ahmet Hamdi Tanpınar'ın izinde yazdığı Tanpınar'ın İzinde Beş Şehir adlı kitabı da Manguel'i bizim için etkileyici kılar. Çocukluğunda Borges'le tanışmasının hayatını değiştirdiğini söyleyen Manguel, Tanpınar'ın yazdıkları karşısında da etkilenir. Şu sözler Türkiye'de verdiği bir röportajdan: "Türk insanının cömertliğini çok seviyorum. Çok zarif ama aynı zamanda asla kimseyi küçümsemeyen insanlar. Bir kafede beş dakika içerisinde bir kişiyle rahatça sohbet edebiliyorsunuz. Bazen de yeni tanıştığınız biriyle tüm gece derinlemesine bir konu konuşabiliyorsunuz. Türk insanı dikkatlice dinliyor, saygılı şekilde cevap veriyor. Bu ülkede büyük bir hayal gücü olduğuna inanıyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bu topraklardan çıkması tesadüf değil ve Tanpınar'ın kalemi Türk insanının ruh halinden bağımsız değil."
Bu kez Manguel, Kütüphanemi Toplarken adıyla yayımlanan kitapseverlerin çok seveceğini tahmin ettiğim bir kitapla karşımızda. Kütüphanemi Toplarken'de Manguel, Fransa'nın Mondion köyündeki 30 bin kitaplık kütüphanesini taşıma hikâyesini anlatıyor. Hem kütüphanesini kurma serüveni hem de kitaplar ve kütüphanelerle ilgili birçok alt metin de kitaba eşlik ediyor.
Öte yandan kitabın ortaya çıkması da bürokatik bir meseleye dayanıyor. Yazarın, Fransız hükümetiyle arasında baş gösteren bir vergi tartışması sonucu kitaplığını New York'a taşımasıyla kitaplık yerinden oynuyor. Şöyle anlatıyor Manguel süreci: "En son kütüphanem Fransa'da, Loire Vadisi'nin güneyinde yer alan ve on haneden daha azını barındıran sessiz sakin bir köydeki eski, taştan yapılmış bir papaz evindeydi. Hayat arkadaşımın ve benim o mekânı seçme sebebimiz evin kendisinin yanında yüzyıllar öncesinde kısmen yıkılmış olan ve o sırada otuz beş bin kitaptan oluşan kütüphaneme ev sahipliği yapacak genişlikte bir ahır binasının bulunmasıydı. Kitaplar yerlerini bulur bulmaz ben de kendi yerimi bulurum diye düşünmüştüm. Yanıldığım zamanla ortaya çıkacaktı."
Kendi yerini bulma yolculuğunu kitaplığının yerini bulmasına bağlayan Manguel, kitaplığını taşıma hikâyesinin arasına 10 ara söz ve bir de ağıt eklemiş. Bu ara sözlerde sözlükler, sözlük yazarları, rüyalar ve yazar anıları arasında okuması hoş anekdotlar mevcut. Çağrışımı bol, okuması zevkli Kütüphanemi Toplarken'in, kitapseverlerin ve kitap kurtlarının özel ve başucu kitaplarından biri olacağından kuşkum yok.
EVLER CİNLER, PERDELER
Bugünlerde bir hayli ilginç bir kitap okudum: Evler, Cinler, Perdeler... Adını hep duyduğum, Rus edebiyatının yaşayan en önemli yazarlarından Lyudmila Petruşevskaya'nın kitabı bu. 1938 doğumlu yazar, 'Rus edebiyatının kadın yazar sayısı neden az ki?' sorusunun cevabı aslında. Elbette Anna Karenina'yı atlamıyorum ama büyük Rus romanlarının başkahramanları genelde erkeklerdir. Kadınlarsa yan rollerde çıkarlar karşımıza. İşte Evler, Cinler, Perdeler Rus edebiyatının unutulmuş kadın kahramanlarının hepsini birden oyuna çağırmış bir hikâyeler toplamı. Jaguar yayınlarının editörü Behlül Dündar bu gerçeği şöyle anlatıyor kitaba yazdığı önsözde: "Sovyet döneminin büyük Rus yazarlarının, bugün artık klasik kabul edilen çoğu yapıtında bu kadınlar ve yaşamın onlar açısından ne anlama geldiği pek görülmez. Bu gerçekliği en erken kavrayan ve öykülerinde yepyeni bir biçimde ele alan yazarların başında Petruşevskaya gelir. Yazmaya erken başlamıştır ve ilk yayımlanan eserleri öyküleri değil, oyunlarıdır."
Kitapları dünya dillerine 2008'den sonra çevrilmeye başlayan Petruşevskaya'nın Evler, Cinler, Perdeler'i kıyıda köşede kalmış, buhran içindeki kadınları anlatıyor. Metinler genelde karanlık bir atmosfer içinde geçse de, aydınlık bir anlatımı var yazarın. En gizemli konuyu sürükleyici bir dille okutmasını başarıyor. Bunda tabii mütercim Ayşe Hacıhasanoğlu'nun katkısı da büyük rol oynamış.