Çocukluğumun geçtiği kasabada küçük bir halk kütüphanesi vardı. İki odadan oluşan bu kütüphanenin bir odasını zaten kütüphane müdürü ve arkadaşları kullanıyordu. Sabahın erken saatlerinde toplanıp mesai bitene kadar yüksek sesle konuşuyorlardı. Konu genellikle tarla sınırları, hasat, başkalarının bahçeleri ve başkalarının hayvanları oluyordu. Zaman zaman hararetin iyice arttığı bir münakaşaya dönüşen bu konuşmalardan asla yorulmuyor, hatta zannederim tuhaf bir haz duyuyorlardı. Kitapların olduğu odaya ise tam bir düzensizlik hakimdi. Kütüphane müdürünün bile hangi kitapları nasıl bulabileceğimiz konusunda bir fikri yoktu. Bu yüzden bu ilk kütüphanemden yeterince verim alamadım.
İYİ BİR KÜTÜPHANECİ
Yatılı okumak için Kartal'a gittiğimde iyi bir kütüphanenin ve iyi bir kütüphanecinin önemini anladım. Okul Aile Birliği'nin desteğiyle zengin bir kütüphane oluşturulmuştu ve başına da Hanife Hanım getirilmişti. Hanife ablamız hem bizi hem de kitapları seviyor, sabırla bizi kazanmaya çalışıyordu. Kütüphanede bulunmak, dersleri kırmak için bazı avantajlar sağlıyordu, bunun da etkisiyle kısa sürede müdavimlerden biri haline geldim. Sanırım orta ikinci sınıfta iken masanın üzerindeki bir kitap çekti dikkatimi: Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırması.
Aristo'yu ve Gazali'yi duymuştum ama haklarında bir fikrim yoktu. Tasavvuf erbabı aile fertlerine sahip olsam da metafizik benim için bir muammaydı. İnat ettim ve o kitabı baştan sona okudum. Ne kadarını anladığımdan halen emin değilim fakat zaman zaman düşünürüm: Acaba o yaşta o kitabı okumasaydım daha huzurlu bir hayatım olabilir miydi? Allah bilir.
Okulda Seher adlı bir edebiyat dergisi çıkardı. Mahmut Özdil ve arkadaşları o dergi için Orhan Pamuk ile mülakat yapmışlardı ve şu başlığı atmışlardı: Bir Kitap Okudum, Hayatım Değişti. Çocuk aklımla başlığı abartılı bulduğumu hatırlarım. Şimdi ise her kitabın böyle bir potansiyel taşıdığına inananlardanım.
YAVUZ ARGIT KİTAPLIĞI
Liseden mezun olduk. Üniversite sınavının sonuçlarının açıklanmasını bekleyerek geçecek bir yazdı. Bir akşam Halit Amca (Eren) aradı. Ertesi sabah evin yakınlarındaki bir kütüphaneye gidip kütüphane müdürünü görmemi ve yapacak daha iyi bir işim yoksa o yazı kütüphanede çalışarak geçirmemi söyledi. Bağlarbaşı'ndaki İSAM Kütüphanesi'nin kapısından girmek, diyebilirim ki beni kaybolmaktan kurtarmıştır. Bu yüzden kendisine dua ederim.
Kütüphanedeki işimiz yeni alınan bir koleksiyonun kitaplık haline gelmesinin alt yapısını hazırlamaktı. Yavuz Argıt hiç evlenmemiş bir kaptandı. On yıllar boyunca bütün seyahatlerine bavullar dolusu kitapla çıkmış ve binlerce kitap okumuştu. Okuduğunu kitapların içindeki özel işaretlerden ve notlardan anlıyordunuz. Yavuz Amca 20 binden fazla olan kitaplarını kütüphaneye bağışlamış ve karşılığında kendisine misafirhanede bir oda verilmiş ve maaş bağlanmıştı. Her ay başında maaşını yeni kitaplara yatırmak suretiyle kütüphanedeki özel bölümünü geliştirirdi. Bu kadar çok kitap okumuş bir insanın gezgin bir vaiz edasıyla ortalıkta dolaşmasını ve insanları çevresine toplayıp nasihat etmesini beklersiniz, fakat Yavuz Amca bunu asla yapmadı. Genellikle dinlerdi ve akışın bozulduğunu fark ettiğinde 'şu kitaba da şu yazara da baksanız' şeklinde küçük müdahalelerde bulunurdu.
HALDUN TANER'İN KAYBOLAN KİTAPLARI
Lise son sınıfta edebiyat hocamız bana "Sende Haldun Taner kumaşı var, onun hikayelerini okumalısın" demişti. Bu söz tuhaf bir şekilde Mülkiye'yi kazanınca ve köhne kütüphanesinden içeriye adım atınca aklıma geldi. Taner'in kütüphanede bulunan bütün kitaplarını ödünç aldım ve bu benim her yıl yaptığım bir ritüel haline geldi. İlk yıl kütüphane görevlileri beş kitaptan dördünü bulabilmişti. Sonraki yıllarda bu önce üçe, sonra da ikiye düştü. Bereket versin en sevdiğim kitabı olan On İkiye Bir Var kaybolmadı. Kütüphanenin bu içler acıtan durumunu sorduğumda yetkililer 12 Eylül'den, ödenek olmamasından yakındılar. Zaten kütüphanenin okuma salonu da sınavlara hazırlık salonuna dönüşmüştü çoktan. Halen öyle midir bilmem.
KÜTÜPHANE İNSANLARI
Fakülteyi bitirip İstanbul'a dönünce Bağlarbaşı'ndaki İSAM Kütüphanesine de dönmüş oldum. Dergilerde çalıştığım ve metin yazarlığı yaptığım bu yıllarda kütüphane ekmeğimi kazanmama çok yardımcı oldu. Fakat kütüphanenin bana kazandırdığı en büyük değer başta Mehmed Niyazi Bey olmak üzere hayatını okumaya ve yazmaya adamış insanlar oldu. İlim ve kalem erbabı ile tanışmak, onlarla zaman geçirmek, onlardan istifade etmek sizi bütün saadetlerin mümkün olduğu bir dairenin içine sokuyor.
WESTWOOD KÜTÜPHANESİ
Zamanla kütüphane insanın içinde bir haslet haline geliyor. Bu yüzden Los Angeles'a gittiğimde hemen bir kütüphane aradım. Okula yakın olması sebebiyle Westwood'daki halk kütüphanesine dadandım. Kütüphanede öğrencilerin yanı sıra evsizler de vakit geçiriyordu. Ben özellikle bu ikinci grupla daha iyi anlawştım. Bazılarının hikayelerini Evsiz kitabımda anlattım. Sesli kitapla tanışmam da bu kütüphane sayesinde mümkün olmuştur. Hemingway'in A Moveable Feast adlı eserini buradan ödünç alıp belki on kez baştan sona dinlemişimdir. Belli sayıda kitap alıyor ve belirtilen süre içinde iade ediyordum. Memlekete dönerken elimde kalan birkaç kitabı bir arkadaşıma verdim ve iade etmesini istedim. Birkaç yıl sonra ziyaret etmek için gittiğimde, sınırdan geçerken, arkadaşımızın kitapları iade etmeyi unuttuğunu acı bir tecrübeyle fark ettim. Unutmayın, bazı memleketlerde kütüphanelerden alınıp iade edilmeyen kitaplar sizi ömrünüz boyunca takip edebiliyor.