Joyce Carol Oates, pek çok edebiyatsever tarafından her an Nobel alması beklenen, son derece yetenekli bir yazar. Yeteneğinin yanı sıra zengin hayal gücüyle de tanınıyor. Ama belki de hiçbir eserinde hayal gücüne bu denli yüklenmemişti! Oates,
Vahşi Geceler'de gerçekten de kendisini aşmış, edebiyatın beş devi olan Edgar Allen Poe, Emily Dickinson, Mark Twain, Henry James ve Ernest Hemingway'i almış ve onların ölmeden önceki son günlerini tamamen kendi fantezisine göre baştan şekillendirmiş. Hatta samimi olmak gerekirse onları bir parça da 'maymuna' çevirmiş, zaman zaman çaktırmadan dalgasını geçmiş ve bütün bunları yaparken çok da eğlenmiş ama yeteneklerinin hakkını da hep sonuna kadar vermiş, takdir etmeyi ihmal etmemiş. Ve her öyküde bizzat onların üslubunu kullanmış. Bu son derece sıra dışı öykü kitabında, Oates öncelikle Poe'yu doluyor kalemine. Onun ölümünün ardından bulunan tek sayfalık
Deniz Feneri adlı elyazmasından esinlendiğini belirttiği,
Poe'nun Ardından ya da Deniz Feneri adlı öyküsünde, Poe'yu psikolojik bir deney kapsamında, insanlardan izole bir şekilde bir deniz fenerine kapıyor. Etrafında tuhaf deniz yaratıklarından başka bir şey bulunmayan Poe da, en nihayetinde delirerek ölüyor ve biz de onun bu hallerini tuttuğu günlükten izliyoruz. İkinci öykü olan
Edickinsonlükskopya, diğer öykülerden biraz farklı. Çünkü diğerleri yazarların kendi çağlarında ve ortamlarında geçerken, Oates bu öyküde Emily Dickinson'ı 21. yüzyıla taşıyor ve onu New Yorklu bir çift tarafından satın alınan bir robota dönüştürüyor. Dickinson'ın yalnızca görünümüne değil, ruhuna ve yeteneğine de sahip olan robot, gizli gizli şiir yazarken, ev işlerine de yardım ediyor ve önce evin hanımını, sonra da beyini farkında olmadan kendine âşık ediyor.
Büyükbaba Clemens ve Maymunbalığı'nda Mark Twain,
Aziz Bartholomew Hastanesi'ndeki Büyük Usta'da ise Henry James ile tanışıyoruz. Ustalıkları tescillense de yaşlılık nedeniyle üretimleri yavaşlayan ve eski görkemli günlerini hatırlayıp hafiften kederlenen bu iki saygın, yaşlı beyin son günlerdeki meseleleri de birbirine yakın aslında. Mark Twain, 'Maymunbalığı' (aslında orijinali Angelfish yani melekbalığı anlamında ama Türkçe karşılığı maymunbalığı) olarak adlandırdığı 10-14 yaşlarındaki genç kızlara tutkun, Henry James ise genç erkeklere! Twain'in küçük kızların peşinde, James'in ise sırf tutku duyduğu genç askerleri görmek için gittiği askeri hastanedeki her türlü pislik ve dışkının içinde koşturmaları ise bayağı yürek burkucu! Ernest Hemingway'in son günlerinin anlatıldığı
Baba, Ketchum' da hikâyesi ise gerçeğe ve yazarın son günlerine en yakın olanı. Onun karakterini ve kafasının içinden geçenleri izlemek açısından da son derece faydalı. Her bir öyküde melankoli ve umutsuzluk duygusunun bir parça daha arttığı bu öyküler, eğlenceli oldukları kadar son derece trajikler de... Deha, yaşlılık, tutku, yaratma arzusu ve sapkınlık gibi pek çok temanın işlendiği bu öyküler, okuyucuyu yazarların dünyasına başka bir yazar eşliğinde götürürken, son derece pırıltılı bir edebiyat zevki de sunuyor.