Üsame bin Ladin doğduğunda annesi 15 yaşındaydı. Aile içinde annesine "köle" deniyordu. Çok geçmeden dışlanmış ve bin Ladinlerin inşaat şirketindeki orta kademe bir yöneticiyle evlendirilerek gönderilmişti. Üsame nadiren görebildiği babasına saygı, annesine de büyük bir bağlılık duyuyordu. "Bin Ladinler: Amerikan Yüzyılında Bir Arap Ailesi" adlı detaylı kitabında Üsame'nin yaşam öyküsünü kaleme alan Steve Coll, bir aile dostunun sözleriyle, onun ilk gençliğinde annesinin "ayaklarının dibine yatıp onu sevdiğini" aktarıyor. Tarihe iyi ya da kötü yön veren birçok insan gibi bin Ladin de babasını yaklaşık 9 yaşındayken yitirmiş. Ailenin reisi Suudi Arabistan'ın Asir vilayetinde Amerikalı bir pilotun neden olduğu bir uçak kazasında ölmüş. (11 Eylül'de uçakları kaçıranların beşi o vilayetten çıkacaktı. Bir kardeşi de daha sonra Amerikan topraklarındaki bir uçak kazasında ölecekti.) Coll'n yazdığına göre Üsame son derece utangaç bir çocuktu. Ailesinin içinde bir yabancı gibiydi ama aldığı harçlık ve kalan miras ailenin en büyük gelir kapısıydı. Banliyö hayatı sürmüş ve Avrupalı öğretmenlerden ders aldığı seçkin bir okula gönderilmişti. Çocukken "Bonanza" izliyordu. Dinine çok bağlı ama vasat bir öğrenciydi. Üniversiteye girebilmişse de fazla devam etmemişti. 14 yaşındaki birinci dereceden kuzeniyle evlenip aile işine girdi. Bu kişisel bilgileri burada tekrar etmemin nedeni, tarihi köklü güçlerin emrinde görmeye alışık olmamızdır. Bazen gerçekten de öyledir. Fakat bazen de anlaşılması imkânsız bireyler tarihe yön verir. Bu insanlar asla bir araya geleceğine inanmadığınız vasıfları kendinde toplar, liderlik kurallarını hiçe sayarak önderlik yapar, zavallı görünmelerine rağmen inanılmaz kötülükler işleyebilirler. Uzmanlar gelecekteki tehditleri kestirmeye ve bunların altında yatan güçleri anlamaya çalışarak ömürlerini geçirir. Fakat kimse bin Ladin'in hayatını ve bunun yaratacağı müthiş etkiyi tahmin edemedi. Bir aile babası olarak bin Ladin cinselliğe, arabalara ve çalışmaya meraklıydı ve dinine son derece bağlıydı. Yanında fotoğraf çekilmesine izin vermezdi. Evinde "Susam Sokağını", Tabasco adındaki Amerikan biber sosunu ve pipetleri yasaklamıştı. Haberleri izlemeyi sever ama çocuklarını televizyonun başına dikip ne zaman müzik başlasa sesini kıstırırdı. 2 Mayıs'ta kendisiyle röportaj yapılan Coll'un vurguladığı gibi, bu türden bir dindarlık o toplumda tamamen normaldi. Yani Üsame gençliğinde hiç de asi değildi. Sovyetler Afganistan'ı işgal edince Üsame cihat turizmi başlattı. İşgalcilere karşı savaşmak isteyen genç ve idealist Arap savaşçılara yardım etti. Kendisi savaşçı değil, daha çok bir aracı ve örgütleyiciydi. Fakat bu, bir Sovyet bombardımanından sağ çıktıktan sonra kendi hakkında yavaş yavaş bir efsane oluşturmasına engel olmadı. Hâlâ fena şekilde utangaç olmasına rağmen Afganistan'dan büyük bir ayrıcalık duygusuyla döndü. 1990'da Irak'ın Kuveyt işgaline karşı Suudileri örgütlemek istedi. Aynı zamanda aile işinin de başına geçmek istiyordu. İki isteği de geri çevrilince iyice militanlaştı. Terörist liderleri katı ve ürkütücü insanlar olarak düşünürüz. Oysa bin Ladin nazik ve yumuşaktı. Tokalaşması bile gevşekti. Askerlerinin Peter Bergen ("En Uzun Savaş" adlı kitabın yazarı) gibi araştırmacılara anlattığına göre onunla karşılaşmak büyük bir manevi deneyimmiş. İnsanları gücendirmek istemez, hataları affedermiş. Teröristlerin hücre ve örgüt kurmaya çalıştığını düşünürüz. Oysa bin Ladin bir anti örgüt kurmuştu. Onunki açık bir ağdı ve hiyerarşik bir kontrol mekanizması yerine katılmak isteyen herkese açık, adem-i merkeziyetçi bir oluşum vardı. Savaşçıları servet ve güç için şiddet kullanan insanlar olarak düşünürüz. Fakat bin Ladin sanki cinayeti marka yönetiminin bir gereği olarak görüyordu. Bu yolla fon topluyor, haberlere yön veriyor ve anlamları saptırıyordu. Üsame bin Ladin sanki ruhani, postmodern bir simgeler ve işaretler aleminde, ama aynı zamanda öfke ve utanç dolu gaddar bir dünyada yaşıyordu. En akıllı istihbarat uzmanı bile hem çağdışı hem de küreselliği aşan böyle bir kişinin ortaya çıkabileceğini veya onun bu kadar güç kazanabileceğini tahmin edemezdi. Keşke bir de demokratik bir Üsame olsaydı. Onur ve özgürlüğe aç olan onca Arabın içinden, onları (kötülük değil, iyilik için) farklı bir söylemle harekete geçirecek anlaşılmaz bir lider çıksaydı. Şimdilik öyle biri görünmüyor. Ve bireylerin ne kadar önemli olduğu düşünülünce bu gerçekten de üzücü.