MERDİVEN İŞGALCİLERİ: İskeledeki merdivenin denize girip çıkmaya yarayan bir aparat olduğunu nedense hiç umursamaz, buna tüner ve içlerinde ikiye ayrılırlar: "Pardon," dediğinizde boş ve bön bakanlar ile yine "Pardon," dediğinizde bir de üste çıkıp "Buyrun geçin, tabii ki geçin!" diye lütfedenler. En klasik eylemdir: Yanlışlıkla üstlerine basın.
AYARSIZ TALEPKARLAR DA VAR, CEBİ ZIRLATANLAR DA
SABAH TERÖRİSTLERİ: En güzel deniz, nedense hep onların en erken saatte girdiğidir. Dürterler. Cebinizi çaldırırlar. Mesaj atarlar. Kapınızı tıklatırlar. Tatile mi geldik, askeri disipline mi girdik? Kötü niyetli olmasalar da terörize ederler.
AKŞAMÜSTÜ MİLİTANLARI: Şöyle pembe-kızıl bir güneşi rahat-gevşek batıramayacak mıyız? Hayır. İlla ki toplanılacak. Havlular üstümüzden, minderler altımızdan çekilecek. Şezlonglar kaldırılacak, masalar kurulacak. "Sayfiyede miyiz, toplama kampında mı?" diye düşündürülecek.
BÜFE GÖZÜ DÖNMÜŞLERİ: Küçük otellerin mütevazı kahvaltılarında bile teşhis edilmeleri mümkün, ihtişamlı açık büfelerde iyice zıvanadan çıkıyorlar. Markette rafına uğramadıkları ürünlerin yanına, bir haftada tüketemeyecekleri çoklukta ekmek! İlk gün hepsinin tabakta kalmış olmasının, ikinci gün kulağa küpe olduğu daha görülmüş değil.
AYARSIZ TALEPKARLAR: Salaş sahil lokantasında, nadir bulunan şarap soran şuursuz bir müşteri tipi var. Öğlen falanca yatağında filanca isteyebiliyorlar. Ki güzel bir balık lokantasında akşam yemeğinde köfte-patates sormaktan çok da farkı olmuyor etraftakiler nezdinde. Bazı yerlerde öğlen çiğbörek yenir! Ya da personel yemeği!
CEBİ ZIRLATANLAR: Denize gireceksin, arkandan zır zır cebin çalacak. Havuza gireceksin, arkandan zır zır cebin çalacak. Tuvalete gireceksin, arkandan... Kapatmadan da sesini kısabiliyoruz halbuki değil mi, üstelik çok da terletmeyen bir işlem.
TELEFONLU YAYALAR: Yalnız kalmaya tahammülleri olmadığı için ilk boşlukta "Neredesin?" diye başlayıp yarım saatte tamamlayanlar... Telekonferansla iş takip edenler... En vahimi de konuşurken yerinden kalkıp dolaşanlar, ileri geri yürüyenler, gelip başınıza dikilenler... Ama çok da şikayet etmemeli; bundan bir 10 yıl önce sanki daha heveskardılar...
ÇENTİKÇİLER: Ellerinde ya bir Vedat Milor yazısı, ya bir Monocle sayfası. Akıllarında üç güne sığdırmak için hırçınlaştıkları 45 adres. Tadını çıkarsalar diyecek bir şey olmaz, ama tek dert çentik atıp aradan çıkartmak olunca göze batıyor.
GÜNDEM AHKAMCILARI: Kürt meselesinden Ivana Sert'e, her konuya mı mutlak hakimiyet? İştahla laf açarlar, kapatabilene aşk olsun.
NEW ERA'CILAR: Özelikle küçük yerlerde rezervasyon aşamasında müşteri tahlili niyetine sorulabilir belki: Sabahları hangi gazeteleri okumak istediğinizi şimdiden not alalım da bir aksilik çıkmasın! Dar alanda yan şezlong sakini Yeni Çağ okuyorsa, zihin gayri ihtiyari kurcalanıyor: Doğru yerde miyim?
ESKİMEYEN KLASİKLER: Üst perdeden inemeyen, deniz bağırtılarının karaya fena vurduğunu yedi yaşını doldurmasına rağmen idrak edemeyenler... Her atlamada etrafı ıslatan, duşun fıskiyesini de ters tutanlar... Denize 20 dakika bakıp 40 defa ayak sokup bir türlü komple giremeyenler... Ağustos'ta Akdeniz'i, her koşulda her suyu serin bulanlar... Kendi girdiğinde cümle âlem de gelsin diye ısrar ant yemin olanlar... Saçı hiç ıslanmadan çıkanlar... Bunlar tabii birer klasik. Evladiyelik. Bitmez, bıktırır.
'İYİ KEYİFLER'CİLER: Temennide son durak: İyi yolculuklar, iyi tatiller, iyi pazarlar gibi, şimdi bir de bunu diyorlar: İyi keyifler! Biz de demiş olalım: Bünyeye zarar tatil haşerelerinden uzak, iyi keyifler!