FİLMİN NE ÖNEMİ VAR MÜHİM OLAN GÖSTERİ
Cannes Film Festivali'nde bu yıl Hülya Avşar'la boy göstermiş olduk! Şaka değil, Hülya Avşar bir davetli olarak (dikkatinizi çekerim filmiyle değil) Cannes'a katıldı, meşhur kırmızı halıda kelimenin tam anlamıyla boyunu posunu, bir de üzerindeki mücevherleri gösterdi. Milletçe Cannes'ın ne kadar önemli bir festival olduğunu artık öğrendiğimizden olsa gerek, Avşar kızının bu hamlesi pek hoşumuza gitti. Gazeteler, fotoğrafları birinci sayfasına taşıyarak yaşanan heyecanı tüm ulusa duyurdu. Ama bir-iki detay gözden kaçtı: Avşar'ın 'Cannes'a ilk kez böylesine katıldığını' söylemesi ve orada hangi filmi izlediği? Önce ilk şaşkınlık! 1990'da, başrolünü oynadığı
Benim Sinemalarım filmi Cannes'da gösterilmemiş miydi! Üstat Atilla Dorsay 'sıkıştırmasa', Avşar'ın, filminin festivale katıldığından bihaber olduğunu öğrenemeyecektik. İkinci detayın cevabını da yoğun uğraşlara rağmen öğrenemedik.
10 ÖNCE 10 YIL SONRA
Oysa tam 10 yıl önce Nuri Bilge Ceylan'ın
Uzak filminin Cannes'da Altın Palmiye yarışına katılacak olması, o dönem bu heyecanın onda biri kadar etki yaratmamıştı. Onu bırakın
Uzak'ın Jüri Büyük Ödülü'nü alması, mesafeli bir başarı olarak kabul görmüştü ülkede. Başarının önemini anlatmak
Yol'un yönetmeni Şerif Gören'e düşmüştü. Ama zaten Cannes'la ilgili algımız da ne olduysa, bu 10 yılda değişti. Eskinin önemsenmeyen hatta zaman zaman itibarsızlaştırılmaya çalışılan festivali, bu 10 yıl içerisinde kıymete bindi. Elbet bu algı değişikliğinde Nuri Bilge Ceylan'ın başarılarının büyük bir önemi var. O, kısa filmi
Koza'yla başlayan Cannes macerasında
Uzak,
İklimler,
Üç Maymun ve
Bir Zamanlar Anadolu'da filmleriyle Altın Palmiye yarışına katıldı ve eli, hiç boş dönmedi. Ceylan, ödül aldıkça Cannes kıymetlendi memleket sathında. O ünlü; 'Benim yalnız ve güzel ülkem' sözü de Cannes'ın gözümüzdeki değerini iyice taçlandırdı. Sonra Fatih Akın çıktı meydana. O da filmleriyle, düzenlediği partilerle, jüri üyelikleriyle göğsümüzü kabartıp durdu. Tabii Orhan Pamuk'un Altın Palmiye'yi veren jüride görev yapması bir başka gurur vesilesiydi bizim için. Yani Cannes sahnesinde filmse şahane filmlerimiz, yönetmense dünya starlarını kendine hayran bırakan yönetmenlerimiz, jüriyse Nobel ödüllü jürimiz vardı. Özgüvenimiz maşallah yerine gelmişti. Cannes bizim için de artık popüler bir mecraydı. Orada, uzakta bir şov vardı ve bizim de o şova dahil olma zamanımız gelmişti.
YÖNETMENLE FOTOĞRAF ÇEKTİRMELİYİM!
Cannes'da gösterilen filmlere yıllarca burun kıvıranlar birden, Cannes uzmanı kesildi başımıza. Ceylan'ın filmlerine "Bu sinema mı? Öykü yok, fotoğraf gösterisi gibi," diyenlerse, yönetmenle fotoğraf çektirme derdine düştü. Ama mesela ödüllü Uzak'ı 80 bin kişinin izlemesini pek kimse dert etmiyordu. Bunun yanında "Cannes'da ödül almış filmi izlemem," diyen Şahan Gökbakar'ın filmleri yerlere göklere sığdırılmıyordu. Aslında filmlerden çok işin şaşaası hoşumuza gidiyordu. Bunun için Hatice Arslan'ın o meşhur kırmızı halı fotoğrafını "Rol mu çalıyor?" diye tartışıp durduk. Ya da starımız Nurgül Yeşilçay'ın elbisesini günlerce konuşmamız bu yüzdendi. Festivali izlemeye gidenlerin (her fani yapabilir bunu) '... da Cannes'da' başlıklı basın bültenlerini servis ettirmeleri de bu rüzgarla oluyordu. Yani sapla saman birbirine karışmıştı. İşte bu özgüven, sap saman halleri Hülya Avşar'ı Cannes'a götüren. Yıllarca küçümsediği 'sanat sinemasının' arenasında, 'marka şaheseri' olarak onun da gözükmesi gerekiyordu. Üzerindeki marka mücevherleriyle gözüktü sonunda! Kendi filmografisinin pırlantalarından Benim Sinemalarım'ı unutarak. Ama net bir hatırlatma; Ceylan, Cannes'a hâlâ filmleriyle katılıyor.