Funda Eryiğit sessiz sedasız yıllardır televizyon sektörünün içinde. Canım Ailem'deki güzel yüzlü kız olarak tanıdık onu. Oysa oraya gelene kadar tiyatroda küçük yaştan itibaren bir yol çizmişti kendine. Televizyon seyircisinin de gönlünde taht kurunca ardı ardına dizilerde rol aldı. Bu arada İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda üçüncü sezonuna giren Sessizlik oyunuyla tiyatro camiasının da hayranlığını kazandı. 17. Afife Tiyatro Ödülleri ve 18. Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri'nde en iyi kadın oyuncu ödüllerini evine götürmesi de cabası... Ama bizi Funda Eryiğit'le buluşturan atv'de yayınlanan Karadayı dizisine girişi oldu. Eryiğit, bir girdi pir girdi Karadayı'ya. Dizideki mafya karakterlerin kulvarında yer alan Eryiğit, televizyonun cici kızı değil bu sefer. Gözü kara, tuttuğunu koparan, Mahir'in kabadayı dünyasında sık sık karşısına çıkan bir kadın... Dizide ne olur, ne biter bilemeyiz ama Funda Eryiğit bu mafya hallerini sevmiş. Çekim için SABAH Gazetesi stüdyosunda buluştuk. İçten, samimi ve gerçekten halden hale girebilen bir kadın. Çekimlere gelirken ne kadar kendi halinde hoş bir kadınsa, çekimler sırasında bir o kadar güzelleşti...
- Oyuncu olacağı küçüklüğünden belli olanlardan mısınız?
- Oyuncu olacağım o günlerden belli değildi aslında. Tiyatro ile ilk tanışmam 14 yaşımda, liseye başladığımda oldu. Okulda bir tiyatro grubu vardı. Çok marjinal tiplerdi. Ergenliğin etkisiyle çok çekici buldum. Başına buyruk bir tarafım vardı. Biraz da depresiftim her ergen gibi. Kendimle ilgili problemlerin baş gösterdiği çağlar. Böylece tiyatroya bulaşmış oldum.
PALYAÇOLUK DA YAPTIM
- Ergenlik zor geçmiş anlaşılan...
- Zordu. Kendimi çirkinleştirmeye çalışıyordum. Saçlarımı kısacık kestirip, kilo almak istiyordum. Standart dışı olmak gibi bir arzum vardı hep. "Güzel olarak anılmayacağım, farklı olarak anılacağım" takınsı... Büyüyünce saçmaladığımı anladım. Bu nedenle 14-15 yaşlarım etine dolgun geçti.
- Bunca ergen arızasından sonra üniversitede uluslararası ilişkiler okumayı başarmışsınız ama...
- Lise ikinci sınıfta üniversite sınavına hazırlanmaya başlayınca tiyatrodan biraz uzaklaştım. Sınava verdim kendimi, siyasal bilgiler fakültesini kazandım. Ama tiyatroyu unutamadım ve üniversitede okurken çocuk tiyatrosu yapmaya başladım. Tavuk, maymun ne varsa oynuyorum. Aslında çocuk tiyatrosu kariyerim peri ile başladı tavukla devam etti (gülüyor). Animasyon da yaptım o dönem para kazanmak için. Palyaço bile oldum. Doğum günlerine gidiyordum, broşür dağıtıyordum, animatör olarak turneler falan yapıyorduk. Ama animasyonu çok severek yapmadım amaç para kazanmaktı. Niyeyse kendi paramı kazanmak istiyordum. Sanırım para kazanmayı bağımsızlığı ilan etmenin yolu olarak görmüştüm. Ne kadar ailenin yanında yaşarsan yaşa, babaya "Senden para almıyorum" demek bağımsızlık ilanıdır ya... Ailem Samsun'a yerleşince kendi evime çıktım.
- Okuduğunuz bölümle ilgili bir meslek yapamayacağınızı nasıl anladınız?
- Siyasalda ikinci sınıftaydım, okulu bırakma noktasına geldim. Dersler çok sıkıcıydı. Ailem arkadaşlarım "Bitir sonra istediğini yap" diye ikna ettiler. Bitirdim, iyi ki bitirmişim. Son iki sene çok keyifli geçti uluslarası ilişkilerde. Çok güzel arkadaşlıklar edindim, hâlâ onlarla ilişkim sürer. Hayata bakış açımı değiştirdi siyasal bilgiler fakültesi, orada okumasaydım başka bir Funda olurdum.
- Zaten tiyatro yapıyormuşsunuz, neden konservatuvar eğitimi almak istediniz?
- O konuda kararsızdım aslında. Sınavlara da son dakikada girdim. Kazandım ve orada sabretmeyi öğrendim.
- "Kızım doğru dürüst bir iş yap, ne işin var oyunculukta?" diyen bir aile değildi sizinki sanırım...
- Aslında dediler. Ne destek oldular, ne köstek. "Yapabilirsin bunu" deyip gaz da vermediler, engel de olmadılar. Tamamen bana bıraktılar. Küçük yaştan itibaren kararlarımı kendim verdim.
- Canım Ailem dizisiyle ekran seyircisi tanıdı sizi. Ama tiyatroda da çok aktifsiniz... Tiyatro, televizyon ayrımı yapıyor musunuz?
- Ayrım yapmıyorum ama televizyonda daha az oyuncu olduğumu hissediyorum. Çünkü dizilerde hızla bir şeyler yapıyorsun ve yaptığın şeyin sanatla çok daha az ilişkisi var. Sonuçta ticari bir ürün. Ama küçümsenecek bir şey kesinlikle değil. Televizyonda da karakteri elimden geldiği kadar anlamaya çalışıyorum ama nihayetinde bir hız yarışı içindeyiz. Dizilerde birbirinin benzeri klişe konular var. Bu da işin doğası gereği. Tiyatro ve sinemanın doygunluğu var. Orada işi biraz daha sindirme şansın var.
- Dizinin getirdiği ün hoşunuza gidiyor mu?
- Aslında ünlü olma haliyle mücadele ediyorum. Çünkü bu normal bir şey değil. Yolda yürürken hiç tanımadığın birinin seni tanıması hayatın içinde anormal bir durum. Ama televizyonda işin içine girince böyle oluyor. Bununla baş etmek zorundayım. Bu benimle alakalı bir şey değil, bir karakter oynuyorum ve insanlar onu tanıyor, beni gördüklerinde bana yaklaşmak istiyorlar. Ne olduğunu iyi hazmetmek lazım. Bunun şahsımla alakalı olmadığını biliyorum, sonuçta şahsım o rollerden hiçbiri değil. O yüzden bu tanınma haline yaslanmıyorum.
- Bunun için ölüp biten bir sürü insan da var ama...
- Kendimi orada var etmiyorum, derdim oyunculuk. Bir şeyi var etme, anlama.
- "Güzel bir kadınım" diye kendinizi ne zaman keşfettiniz?
- Şimdi de bazen hoşlanmıyorum. Genel olarak etrafımda sürekli söylediği için "Güzelim" diyebiliyorum. Ama ben ona yaslanarak yaşamıyorum. Kimi zaman çok çirkin kimi zaman süslenip püslenip çok güzel de olabiliyorum.
Belgin'le Mahir arasında bir yakınlaşma olabilir
- Belgin karakterinden söz edelim biraz...
- Mahir bu sezon kabadayı dünyasına adım atıyor. Diziye mafya karakterleri dahil oldu, ben de onların arasındayım. Belgin bir mafya anası değil. Mafyanın içinde yer alan, onlara sürekli haber getiren, bunun için de her şeyi yapan bir kadın. Çok renkli bir karakter. Oynaması çok keyifli. Erkek dünyasının içinde varolmayı başarmış biri, dimdik ayakta duruyor. Bunun içinde kötülüğe bulaşıyor ama salt kötü olarak görmüyorum Belgin'i.
- Karadayı'da öyle keskin ayrımlar yok, kötü ve iyi gibi...
- İnsan için de bu böyle. Kötülük yapılmasının mutlaka bir sebebi vardır. Herkesi anlayabiliriz. Bu, hak vermemiz anlamına da gelmez. Seyirci Belgin'i çok sevmeyebilir ama ben hak veriyorum ona.
- Bu zamana kadar oynadığınız karakterlerden çok farklı Belgin. Ailenin saf ve temiz kızı rollerinden sonra bu çok uç bir nokta. Nasıl size geldi bu rol?
- Belgin'i oynamam teklif edildiğinde şaşırdım, "Emin misiniz?" diye sordum. Benden bir deneme çekimi istediler. Belgin'in kendini anlattığı uzun bir sahne verdiler, kıyafet ve makyaj ona göre yapıldı. O deneme çekimi sonrasında, "Budur!" dediler. Benim hâlâ şüphelerim var açıkcası. Zorlanmak ve "Nasıl olacak"tan ziyade ilk defa uçları olan bir karakter çalışıyorum. Hele ki televizyonda ilk kez bu kadar renkli bir karakter bana teslim edildi. Riskli bir şeydi benim için ama bu riski almak istedim. Çok zevk alıyorum şu an.
- Deneme çekimine çağrılmak oyuncu için 'Deneniyor muyum?' hissi yaratmaz mı?
- Yok yok... Hatta ben bile talep edebiliyorum bazen. "Bakalım nasıl oynayacaksın" gibi bir algı yaratır deneme çekimleri oyuncuda ama aslında öyle bir şey değil. İşin bütününde nasıl duracağına, oyuncu olarak o karakterle nasıl ilişki kuracağına dair de bir ipucudur. Oyuncu için de kritik ve güzel bir şeydir. Hele ki böyle bir role denenmeden girmek istemezdim.
- Belgin'in en çok hangi özelliğini seviyorsun?
- Ne yapacağı belli değil. O çok büyük bir zenginlik ve renk katıyor, çok da dişi bir hale sokuyor. Çünkü yetimhanede büyümüş bir kız. Hayatın çilesini küçüklüğünden beri çekmiş, taktığı maskeler ayakta kalmak için yaptığı şeyler.
- Belgin ve Mahir arasında bir yakınlık olacak galiba...
- Belgin, Mahir'le ilişki kurmaya gittikçe daha fazla yaklaşıyor, her ne kadar Mahir reddetse de! Yolları kesişiyor sürekli. Ne olacak ben de bilmiyorum...
- Kenan İmirzalıoğlu ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Kenan çok sıkı disiplini olan biri. Birlikte çalışmak çok rahat ve eğlenceli.
Geceleri evden kaçardım
- Bağımsızlığınızı ilan ettiğinizde kaç yaşlarındaydınız?
- Hayatımın her döneminde zorlayarak hep kendi kararlarımı verdim. Ergenlik döneminde tiyatroya gidebilmek için gece vakti evden kaçardım.
- Nasıl yani?
- 14 yaşımdayken, okulda prova yapıyorduk, eve dönüş iznimi akşam 21 yapabilmiştim. Ama daha geç saatlere kalınca sorun oluyordu. 16 yaşlarımda falanım, tiyatroya gitmem gerekiyor, prova geç saatte. Herkes yatınca evden kaçar provalara giderdim. Babam belli bir saate kadar izin verdiği için mecbur kalıyordum. Tiyatro öyle saatlerle sınırlanamıyor... Ben de herkes yatınca, sessiz sedasız parmak ucumda birkaç kez evden kaçtım. Ama bir keresinde fena yakalandım! Anahtarımı unutmuşum, döndüğümde kapının önünde anahtar arıyorum, duydu babam. Kapıyı sessizce açtı, odasına gitti. Hiçbir şey söylemedi. Kendi evime çıkana kadar tam bağımsız değildim sanırım. Böyle böyle alıştı bu hallerime ailem. Küçüklüğümden beri, bana bir yere kadar söz geçirebileceklerini çözmüşlerdi.
Kendimi izlemekten utanıyordum
- İşler güçler olmadığı zaman ne yaparsınız?
- Tatile giderim. Seyahat ederim. Yurtdışına gitmeyi çok severim. Amsterdam'a yılda birkaç kez giderim çok sevdiğim bir şehir. Karadeniz'e gitmeyi çok istiyorum. Görmediğim neresi varsa görmek istiyorum.
- Kadıköy tarafında yaşıyorsunuz...
- Anadolu yakasında yaşadım hep. Bu taraf bana hengameli geliyor. Taksim eskisi gibi değil. Eskiden İstiklal Caddesi'nde yürürken eğlenirdik, şimdi bir an evvel geçilmesi gereken yer haline dönüştü. Daraltıcı, bunaltıcı bir yer, yoruyor insanı.
- Kendi oynadığınız dizileri izler misiniz?
- İzleyemiyorum ilk bölümlere bakıyorum ama sonra bırakıyorum. Genel olarak dizi izleyemiyorum, yabancı diziler dahil olmak üzere. Kendimi izlerken beğenmiyorum, çok görüyorum hatalarımı. İzlemeyi sevmiyorum o yüzden. Eskiden çok utanırdım kendimi izlemekten.
Hikayem İstanbul'da başladı
- Hollanda'da doğmuşsunuz. Ailenizin Hollanda'ya gidiş öyküsü nasıl?
- Annemin babası yıllar önce işçi olarak gitmiş Hollanda'ya... Ama annem ve babam Samsun Çarşamba'da tanışmış, Hollanda'da evlenmişler. Abim ve ben doğmuşuz. Çalıştıkları için bize bakacak kimse yok. Bizi Bafra'daki babaannenim yanına göndermişler. Dört yaşıma kadar babaannemin yanındaydım. Sonra annem ve babam kesin dönüş yapınca İstanbul'a yerleşmişiz. Orada başlamış hikaye...