72 yıllık ömrünün 56 yılında oyunculuk yapan, yediden yetmişe herkesin tanıdığı bir isimdi Zeki Alasya... Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire, Süt Kardeşler ve Aslan Bacanak nasıl bir jenerasyonu güldürdüyse, şimdinin çocukları Küçük Ağa'daki dede olarak sevmişti onu... Ölümüyle hepimiz, kendi kişisel tarihimizde bir yoksunluk yaşadık belki ama bu yoksunluk karısı Jülide Alasya'nın yaşadıklarıyla kıyaslanamaz bile... Zeki Alasya'nın son demine denk gelen, onu sakinleştiren, huzur veren bir kadın Jülide Alasya... Şan-şöhretle geçen bir ömrün son 13 senesinde dolu dolu yaşanan bir aşkın hikayesi onların ki... Birbirini geç bulup, erken kaybedenlerden onlar... Jülide Alasya ile röportaj öncesi defalarca telefonla konuştuk, sesi her defasında titriyordu. Çünkü o Zeki Alasya'sız hayatını düzenlemeye çalışıyordu. Önce yıllarca kredi borcu ödeyerek satın aldıkları evi sattı, anılar ağır geldiği için biricik aşkıyla yaşadığı evden taşındı. Taşınma sırasında eşyaları kutulara yerleştirirken ve hepsiyle tek tek vedalaşırken ağlama krizlerine girdi. Her defasında tekrar ayağa kalktı ve toparlanmaya çalıştı. Sonunda hazır hissettiğinde benimle yüz yüze gelmeyi kabul etti. Jülide Alasya ile buluştuğumuzda karşımda gözlerinin içinde hem hüzün hem de gülümseme olan bir kadın vardı. Bir an onun Zeki Alasya'ya çok benzediğini fark ettim. Hani "Birbirine benzeyen çiftler evlenir" derler ya, belki de doğrudur... Konuştukça birbirlerine benzemediklerini, birbirlerini tamamladıklarını anladım. Sohbet sırasında kah güldük, kah ağladık. Anladım ki, Jülide ve Zeki Alasya'nın aralarında eşine az rastlanır bir sevgi bağı var. Sanki az vakitleri olduğunu hissetmiş gibi her şeyi birlikte yapmış bir çift onlar. Bu yüzden Jülide Alasya, "Belki 13 yıllık birliktelik lafta kısa ama özde uzun" diyor. Ve de fark ettim ki, Jülide Alasya çoğu zaman şimdiki zamanı kullanarak, sevdiği adam hiç gitmemiş gibi konuşuyor.
- Zeki Alasya'yı şekeri yükseldiği için hastaneye kaldırdınız ve 13 gün sonra hayatını kaybetti. Asıl sorun şeker hastalığı mıymış?
- 13 senedir birlikteyiz. O bilir şekerinin düştüğünü ve ağzına hemen bir şeyler atar. Nisan ayında sabaha karşı şekeri düştü. Hareketsiz yatıyor, tek bir noktaya bakıyor, konuşamıyordu. Çok panik oldum. Felç geçiriyor sandım. Hastaneye gittik. Şekeri çok düşmüş. Şekerini düzelttiler, hiçbir şeyi yoktu. O dönem herkes panik oldu, "Zeki Alasya'yı hastaneye kaldırdılar" diye. Aslında o sırada hiçbir şeyi yoktu. Ama doktorlar, genel bir tetkik yapmaya karar verdi. Ve karaciğerinde bir kitle görüldü. Biyopsi günü verdiler. Biyopsi de doğum günü 18 Nisan'a denk geldi. Doğum günlerini gününde kutlamayı çok severdi, çok üzüldü.
- Biyopsi sonucunda ne çıktı?
- Biyopsiden sonra "Bir tedaviye başlayalım" dediler. Doktoru çok yakın arkadaşı olduğu için bize de net bilgi vermiyordu ama bir terslik olduğu belliydi. Ölümüne bir hafta kala kızını ve beni çağırdı doktorlar ve Zeki'nin çok hızlı ilerleyen, agresif bir kanser türüne yakalandığını söylediler. Yapacağımız her tedavi ona eziyet olacaktı. "Onu keyifli, acısız, mutlu uğurlayacağız" dediler. Ama insan beyni kabul etmiyor. Bir sene mi, üç sene mi? Ne kadar bir süre ömrü vardı bilmiyorduk.
- Bu süreyi size söylediler mi?
- Evet. Bir ay bile değildi.
- Biri sevdiği insanın sayılı gününün kaldığını öğrenince neler hisseder?
- Çok korkunç bir şey. Allah hiç kimseye vermesin. Kızı da, ben de perişan olduk. Zeki ruhen bizden çok daha gençtir. Ben onun yanında haminne gibi kalırım. Neşelidir, uyumludur, üşenmez gider her yere. Hiç konduramadım. Hiçbir mana bulamadım bu işte. Kanseri işaret edecek hiçbir şey yoktu hayatında. Mesela Mart'ın 25'inde Kıbrıs'a küçük bir kaçamak yapmıştık, gayet iyiydi. Bu adam her hafta sonu sahneye çıkıp bir müzikalde rol alıyordu. Bir hafta öncesine kadar ben bu adamı ayakta alkışladım müzikalde. Hiç "Hastayım, rahatsızım" demedi. Sadece daha az yemek yiyordu. Rejim yapıyor diye düşündüm. Altı ayda bir kontrollerimize giderdik. Hiç belirti vermemiş olması çok yıprattı hepimizi. İnsan biraz bilse rahatsız olduğunu, bilinçaltında hazırlar kendini. "Zeki'ye söyleyelim mi sayılı günü kaldığını?" dediler. Kızı da, ben de bilmesini istemedik.
- Bilmeden vefat etti yani... Ne yaptınız o kısacık sürede?
- Çok zordu. Zeki'ye hiçbir şey çaktırmamaya çalıştık. Hiç kimseye de söyleyemedik. İnsanlar acaba belli ederler mi diye endişe ettik. Bir tek ben ve kızı Zeynep biliyordu kanser olduğunu ve sayılı günü kaldığını. Şimdi düşünüyorum da; Zeki belki bizim halimizden anlamıştır... Onun yanında hiçbir şey yokmuş gibi davranıp, hastane bahçesine gidip böğüre böğüre ağlıyordum. Çok çok zorlandım (ağlıyor). Kimseye söyleyememek de büyük yük. Her ziyarete gelene, "Küçük bir tedavi görüyor" diyorduk.
GECE GÜNDÜZ HASTANEDEYDİM
- Etrafındaki insanlara söylemediğiniz için kızanlar, kırılanlar oldu mu?
- Onu korumak istedim. Çünkü haber versem, vedalaşmaya gelecekler ve o da anlayacaktı. Huzursuz olacaktı. Hasta olmayı hiç sevmeyen bir adam çünkü. İnsanların onu hasta görmesinden hoşlanmıyordu. Hiçbir şeyi ortalıkta yaşamayı sevmeyen biriydi. Herkese sayılı günü var diye haber verseydim, ortalık kaynayacaktı, basın hastane kapısına gelecekti. Kızıyla birlikte bunu istemedik.
- O son bir haftadan hangi cümleleri kaldı size?
- O çok sıkıştırılmış bir anıydı. 10 gün boyunca hiç eve gitmedim, gece gündüz hastanedeydim. Tek bir gün üstümü değiştireyim diye eve gittim. Zeki, Yeşilköy'ün limonlu dondurmasını çok sever. Dondurmayı alıp iki-üç saat içinde döndüm hastaneye. Döndüğümde, "Nerede kaldın, beni yalnız bıraktın" dedi. Ona çok üzülüyorum (ağlıyor). Keşke gitmeseydim, iki-üç saat daha fazla zaman geçirebilirdim onunla (ağlıyor)...
- Gözlerini kapadığı an yanında mıydınız?
- Evet. Bir eli benim elimdeydi, bir eli kızının. Konuşamıyordu. Gözlerimize baktı ve gülümseyerek gitti. Yüzünde bir acı ifadesi bile olmadan vedalaştık (ağlıyor)...
- Karı-koca olarak var mıydı günlük rutinleriniz?
- Her sabah uyanır uyanmaz bana "Günaydın aydınlığım" derdi, ben de ona "Günaydın sevgili" derdim. Ben hâlâ gözümü açtığımda ona "Günaydın sevgili" demeye devam ediyorum. Çok sevdim ben onu.
AKTÖRLÜK YAPTI AMA HAYALİ KAMERA ARKASIYDI
- Dışarıdan bakınca yüzü gülen, mutlu biriymiş gibi hissediyorum. Sizce nasıl biriydi Zeki Alasya?
- Aynen tarif ettiğiniz gibi. Çok enteresan biriydi. Rol yapmayı sevmeyen, dobra biri. Hiçbir duygusunu içinde tutmazdı. İnsanlar bizi elimizde alışveriş poşetleriyle görünce çok şaşırıyorlardı. Halkla iç içeydi. Fotoğraf çektirmek isteyen tek bir insanı geri çevirmezdi. İnsanın bir eşref bir de eşek saati var. Zeki'nin eşek saati insan içindeyken olmazdı. Hiç egosu olmayan biriydi. Bu mesleği kendim seçtim, bunu her şeyiyle kabul etmek boynumun borcu diye bakıyordu.
- İşini çok severek mi yapıyordu?
- Aslında hiçbir zaman kamera önünde olmayı çok sevmemiş. Teknik kısmını, yani kamera arkasını daha çok seviyordu. Ama şartlar, belki biraz para etkeni, onu hep kameranın önüne itmiş. Yetenekli de bir adam... Aktörlük yaptı ama kamera arkasını daha çok sevdi. Hep film yönetmek hayali vardı.
- Bu kadar yıl oyunculuk yapmış ama maddi birikimi buna eşdeğerde değil. Para yönetimini beceremez miydi?
- Zeki günübirlik yaşadığı için, planlar programlar yapan biri olmadığı için, bizim kenarda hiç paramız yoktu. Evimizi borçla aldık. Günlük yaşamayı seviyor. Çok amiyane tabirle karı-kızkumar'da yemedi parasını. Etrafına çok para harcamayı seviyor. Dişinin ucu kırılmıştı. Yaptırması için defalarca söyledim yaptırmadı. Ölümünün ardından öğreniyorum ki, sette birinin dişlerini yaptırtıyormuş. "Önce kendi dişini yaptır" demek geliyor insanın içinden ama o Zeki işte! Öyle biri... Harcayacak parası varsa ve sizin çok ihtiyacınız varsa size verir. "Bir daha dünyaya gelsem yine böyle yaşardım" derdi. Bir havuzlu ev hayali vardı, gerçekleştiremedi. Kazanmadı mı o parayı? Kazandı elbette. Ama başka şeylere harcamış.
- Çok zorluk çektiği bir dönem olmuş mu?
- Tabii olmuş. Beraberken de oldu. İşsiz kaldığı zamanlar mesela... Ben de çalışıyordum ama ne kadar çalışırsam çalışayım onun standardında kazanmam mümkün değildi. O zamanlar zorluklar çektik ve bir şekilde aştık.
- Sektördeki arkadaşları, dostları vefalı davrandı mı Zeki Bey'e?
- Türker İnanoğlu ile çok uzun zaman çalıştı biliyorsunuz. Birbirlerini çok severlerdi. Türker Bey her projesinde yer verdi ona. Türker Bey onu kolladı, o da "Daha çok para kazanırım" diye başka arayışlara girmedi. Bu eskilerin bir geleneği.
- Kırgın olduğu biri var mıydı? En çok Metin Akpınar'la ilgili bu tarz konular gündeme geldi...
- Metin Abi ile olan mevzular onları o kadar sıktı ki zamanında... Onların birlikteliği az-buz bir süre değil. Her evlilikte olduğu gibi onların ilişkisinde de sıkıntılar oldu zamanında. Ama hiçbir zaman ne Metin Abi, ne Zeki uzatmadı bu mevzuları. Metin Abi son günlerinde yanındaydı. Ölümünün ardından benim de hep yanımdaydı, beni bir tek o teselli edebildi. Adam hastanede doktorlardan durumu öğrendiğinde gözyaşlarına boğuldu, yıkıldı. Onun için de çok zor oldu.
- Kadınlara nasıl davranması gerektiğini bilir miydi?
- Kesinlikle. Bir kere çok güzel dinlerdi. Erkekler dinlemeyi pek bilmez ya... O dinlerdi. Çok alışverişli bir ilişkimiz oldu.
- Biliyor olmalı... Sizden önce Türkiye Güzeli Sema Yunak'la yaşamış bir adamdan söz ediyoruz...
- Demek ki biliyormuş kadınlara nasıl davranması gerektiğini.
- Geldi mi Sema Hanım cenazeye?
- Ben görmedim ama abisinin oğlunu arayıp, başsağlığı dilemiş. O da mutlaka üzülmüştür, onunla da geçirilmiş çok uzun bir ilişki süresi var.
TREN DİAROMASINI KOÇ MÜZESİ'NE BAĞIŞLADIK
- Bir ev sahibi olmuşsunuz. Sizden sonra mı toparlandı maddi açıdan?
- Biraz dürtükledim onu ev konusunda. Ev aldığımızda hiç paramız yoktu. Tamamını krediyle aldık. Sancaktepe'de dört katlı bir evimiz oldu. Başka yerde de yapamazdık bu yatırımı. Tek tek, iğne ipliğine kadar Zeki ile birlikte aldık. Son üç ayımız kalmıştı kredimizin bitmesine, onu göremedi çok üzüldüm ve içimde kaldı. Keşke onu da görseydi ve "Bu ev benim" deseydi.
- O evi sattınız. İçinde çok anı olduğunu için mi oturmadınız?
- Manevi ve maddi olarak orada yaşamam mümkün değildi. Geride kalan biraz borcumuz vardı, evi satıp onları kapattım. Tek kişinin yaşaması için çok büyük bir evdi. Düşünsenize iki odamız Zeki'nin trenleri ve Buda koleksiyonu ile doluydu. Zeki'nin hobileri var ve onlara para harcamayı seviyor. Trenleri mesela; en büyük hobisi.
- Trenlere ilgisi nereden kaynaklanıyor?
- Küçükken bile Haydarpaşa Garı'na gider, trenleri seyredermiş. Babası bu ilgisini bildiği için ona çok eski bir Marklin tren seti almış, o hâlâ duruyor. Biz flört ederken bu ilgisini öğrendim ve araştırdım. Türkiye distribütörünü buldum. Bir gittim gerçek bir dünya gibi, evler, trenler, küçük insanlar... Ona doğum gününde böyle küçük bir set aldım. Sonra o küçük set giderek büyüdü, iki oda dolusu bir set haline geldi. Biz orada bir yaşam kurduk. Senaryolar yazıyorduk, "Bu istasyonda bu kız sevgilisini bekliyor" vs gibi... Tam bir koleksiyoner oldu.
- O tren seti nerede şimdi?
- Zeki'nin ölümünün ardından Rahmi Koç'la irtibata geçtik. O da tren koleksiyonu yapar. Zeki'nin tren diaroması Koç Müzesi'nde sergilenecek. Onu tek başıma tutmak doğru olmayacaktı. Zeki'nin nefesi, emeği havaya uçmuş olacaktı. O bunu göstermeyi çok isterdi, şimdi adıyla sergilenecek. Şu anda Koç Müzesi'nde hazırlanıyor. Yakında herkes görebilecek. Buda koleksiyonunu da Koç Müzesi'ne verdik.
EN SEVDİĞİ FİLMİ ASLAN BACANAK
- Çok anı biriktirmiş bir adamdan söz ediyoruz. Bir ömre birkaç yaşam mı sığdırmış?
- Aynen. Evi toplarken hissettim bunu. Kitap tutkusu bile bunun kanıtı. Atatürk hakkında yazılmış her türlü yayın evimizdeydi. Kuran-ı Kerim'den tutun metafiziğe her türlü kitap vardı kütüphanesinde. Sinema ve tiyatroyu saymıyorum bile... Onları Türker İnanoğlu'nun müzesine verdim. Çok dolu bir adamdı. Ansiklopedi gibiydi. Evin her yerinde kitaplar yığın yığındı.
- Kendi filmlerini izler miydi?
- İzlerdi. Televizyonda kendi vücudunu görmek çok ilginç geliyordu ona. Kendini izlerken çok da gülerdi.
- En çok hangi filmini severdi?
- Mavi Boncuk'u severdi ama Aslan Bacanak onun için çok özeldi. Çünkü ilk yönetmenlik yaptığı filmdi o. Bir sürü film... Film gibi bir hayat... İlk zamanlar hiç seyredemedim televizyon, sinir krizleri geçiriyordum onu görünce. Çünkü çok dizide rol aldı, Cennet Mahallesi, Küçük Ağa, Yabancı Damat... İçerden sesini duyunca çok kötü oluyordum. Hep derdi ki, "Arkasında eser bırakan insanlar ölmüyorlar." Şu an da Urfa'da sette gibi geliyor. Bir gün bir yerde mutlaka buluşacağız ve bulacağız birbirimizi...