PAZAR SABAH - Göksan GÖKTAŞ
Daha albümü yayınlanmadan şarkıları sosyal medyada milyonlarca kez dinlendi. Albümsüz Turneler projesiyle Türkiye'nin 50 şehrini gezdi. Çiçeği burnunda albümü çok satanlar listesinin tahtına kurulan ve kısa zamanda bir popüler müzik fenomenine dönüşen Manuş Baba hayatına ve müziğine ilişkin sırları Pazar SABAH'a anlattı...
Külhani bir hüzün var sesinde... Ahmet Kaya'ların, Tanju Okan'ların, Nazan Öncel'lerin sert ama melankolik tınısı sirayet ediyor dinleyene sanki. Hikayesi olan, memlekette nadir bulunan 'kendine benzeyen adam'lardan... Çay-simit sıcaklığı, 'sıkı şiir' inceliği, Anadolu bilgeliğinden Batı'nın ruh okşayan 'country'sine açılan bir kapı ve yüksek dozda sahicilik var müziğinin muhteviyatında...
Son dönemlerde popüler müzik aleminde bir fenomene dönüşen Manuş Baba'dan bahsediyoruz. Biricik albümü Dönersen Islık Çal çok satanlar listesinin tahtına oturdu, videoları, demoları sosyal medya platformlarında 30-40 milyonlarda. Albümünün çiçeği burnunda ama kendi çabalarıyla yaptığı kayıtlarla o çoktan gönüllere dokundu hatta albümden önce turneye çıkan Türkiye'de ve hatta dünyada örneği olmayan bir isim. Albümsüz Turneler adını verdiği projesiyle Türkiye'de 50'den fazla şehirde konser verdi. Kendi şarkılarının dışında, Ahmet Kaya, Nazan Öncel, Sezen Aksu ve türkü yorumlarına da kendi mührünü vurabiliyor. Müzikal tabirle cover'ladığı şarkı artık Manuş Baba'ya ait oluyor, terkibi onda saklı bir sihirle. Neşet Ertaş'ın Anadolu'nun yüzlerce yıllık Anadolu bilgeliğine selam çaktığı sözündeki gibi "gönülden gönüle akan o gizli yolu" genç yaşında keşfetmiş belli ki...
KAVRUK BİR GÜNEYLİ
Asıl adı Mustafa Özkan. Çocukluğunda anneannesinin ona taktığı lakap Manuş... Öyle severmiş hep onu. 'Baba' ise bebekliğinde dünya lisanında ağzından dökülen ilk kelime. Tabii ki bu ismin onda daha büyük açılımları var. Diyarbakırlı işçi bir ailenin Tarsus'ta doğmuş, Antalya'da büyümüş ve müziğin yolunu İstanbul'a sürdüğü iki numarası. Kendisinden iki yaş büyük bir de ablası var. Kavruk bir Güneyli, savruk ve yerinde duramayan bir Yay burcu. Aile onun için önemli bir kavram. Kendi dinleyicileriyle de koca bir aile olmak istiyor. O yüzden çıktığı Türkiye turnesinin mottosu Birbirimize İyi Gelelim...
Popüler olmayı hesaplamadan, popüler olmuş bir adam. O yüzden o çokça tanınmayı ve bilinmeyi "çoğalmak" diye tabir ediyor. 30'u yeni deviren Manuş Baba, "İnanmazsınız belki ama bugüne kadar hiç yaşımı saymadım, bazen kaç yaşında olduğumu bile unuturum. Zaman geçiyor üzerimizden" diyor. Manuş Baba'yla İstanbul'da yaşadığı semt olan hatta ilk klibi Eteği Belinde'yi de burada dostlarıyla çektiği Balat'ta bir mahalle kafesinde buluşuyoruz...
- Belli ki Balat'ı çok seviyorsunuz. Burada yaşıyorsunuz, klibi de burada çektiniz. Nasıl bir yeri var bu semtin sizde?
- İki senedir burada yaşıyorum. Daha önce Cibali'deydim. Burası ilginç bir yer. Hâlâ mahalledokusunu koruyor. Ama bir yandan da 'küçük Cihangir' gibi de olmaya başladı. Bir aralar mahalleminadını paylaşırdım sosyal medyada. Artık biraz kıskanıyorum, buralar daha fazla popüler olmasınistiyorum. Sadece 'mahalle' yazıyorum artık. Klipte de buradaki arkadaşlarım oynadı. Aslında İstanbul'da ilk önce Mecidiyeköy'e taşındım. Ama çok kalabalık ve kozmopolit geldi bana oralar. Dışarı bir çıkıyorsun, Çin mahallesi gibi. Sadece evinde yaşıyorsun oralarda. Balat'ta sokakta, mahallede yaşıyoruz. Geçenlerde yedi katlı bir zindan bulundu Balat'ta. Eski tarihi yarım ada, ilk İstanbul...
- Farklı farklı yerlerde geçmiş hayatınız. Aile Diyarbakırlı. Sonrasında Tarsus, Antalya, İstanbul...
- Babam bahçıvandır. 1996 yılında bir akşam babam geldi ve "Hazırlanın Antalya'ya yerleşiyoruz"dedi. Kamyona atladık. Koyduk eşyaları... Biz ablamla kamyonun arkasına, eşyaların yanındayız. Hatta ablam Antalya'da ilk denizi gördüğünde ağlamıştı. Babamıza her zaman güvendik. Baba siziyönlendirir, bir yol çizer size. Sonuçta Tarsus'ta ilkokul dördüncü sınıfı bıraktım ve Antalya'da devam ettim okula.
- Arada İstanbul'a gelir gider miydiniz?
- Eski bir kız arkadaşım vardı. Sekiz-dokuz sene olmuştur. Antalya'dan otobüse atlayıp indim İstanbul otogarında. İlk karşılaşmam odur. İstiklal Caddesi'nde dolaşırken çok etkilenmiştim. Herkes önüne bakıyordu yürürken, bana o kadar ilginç gelmişti ki binalar, kafam hep yukarılardaydı gezerken. Hatta insanlar niye yukarı bakmıyor diye düşünmüştüm. İstanbul dizilerden, filmlerden gördüğüm bir dünyaydı. O dünyayı Balat'ta buldum ben.
İLK GİTAR, İLK DOKUNUŞ
- İlk müzik kıvılcımı ne zaman çaktı hayatınızda?
- Babamın lisede bir edebiyat öğretmeni varmış. Sınıfta gitar çalarmış. Babamın içinde ukdeymişgitar. Vaktiyle kendi babasına aldıramamış durumları olmadığı için... Bir akşam babam elinde bir gitarla geldi, bana hediye almış. Öyle başladı her şey. O heyecanı hiç unutamam. O dokunuşu. Farklı bir şey o. Bir kadın-erkek eline, anne-baba eline değmekten farklı bir şey o dokunuş. Düşünün o elinizdeki enstrüman sizi, siz onu yaratıyorsunuz. O size bir yol çiziyor. Sonrasında AkdenizÜniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde müzik okudum. Ana enstrümanım klasik gitardı. Yanenstrümanım piyano. Aslında her entrümandan biraz biraz çalıyorum.
- Klip senaryolarınızı kendiniz yazıyormuşsunuz... Edebiyattan da beslediğiniz kaynaklar var mı?
- Yaşar Kemal benim için çok değerlidir... Ahmet Arif, Cemal Süreya... Hatta albümde bir Ahmet Arif şiirini müziklendirdim. Bir süre bir edebiyat dergisine öyküler yazdım. Konserler biraz durulduğunda yazmaya devam etmeyi düşünüyorum.
- Müziğinizin içinde kendiliğinden bir sinema var. Sözler, hikayeler... Durum anlatıları. Sinemaya ilginiz var mı?
- Çocukluğumun geçtiği evde annem ve babamın yatak odasının başında Yılmaz Güney posteri asılıydı. Elinde tabanca, ağzında gül olan bir fotoğrafı. Düşünün kendi evlilik fotoğrafları yok, Yılmaz Güney fotoğrafı var. Çok severiz ailece Yılmaz Güney'i... Onun yaşadığı toplumu tanıması ve anlatması çok değerlidir. Benim de ileride fırsatım ve imkanım olursa öykülerimi senaryolaştırmak gibi bir isteğim var. Bir ayağım müzikte kalarak edebiyata, sinemaya, sanatın pek çok alanına dokunmak isterim.
BİRİNE VURMAYI, KAVGAYI KENDİMLE BAĞDAŞTIRAMAM
- Müzik dışında başka işler yaptınız mı?
- Yapmaz mıyım! Tarsus'ta tren garında simitşalgam suyu satardık. Gara almazlardı bizi. Tren kalkınca hızlıca gar dışından yolculara satardık. Para alamadıklarımız da olurdu. Berberde çıraklık bile yaptım... Antalya'da bir mekanda gündüz garsonluk, gece müzisyenlik yapıyordum bir aralar. Hatta akşam çalarken "çay getir" diyen bile oluyordu.
- Sesinizde külhani bir hava var. Melankolik ama yer yer sert. Ama şu an karşımda naif bir delikanlı görüyorum... Hem tavrı hem sesiyle. Öyle 'bitirim' bir döneminiz oldu mu?
- Lise 1 biraz öyle geçti aslında. Ergenlik, gençliğe ilk adım. Hatta o sene sınıfta kaldım. Sigaraya başlamalar falan... Biraz da kavgacıydım. Şimdi kendimle bağdaştıramam kavgayı, birine vurmayı.
- Kavga ve siz gerçekten bağdaşmıyor! Albümünüzün kapağında kendi fotoğrafınız yerine çiçek var. Bahçıvan babanızdan gelen bir durum mu çiçek sevgisi?
- Öyle sayılır. Ben de çok seviyorum çiçekleri. Evimin de her yerinde çiçek var. Albüm kapağındaki çiçekleri, turne sırasında Giresun-Ordu yolunda bulduk. Elime aldım ve fotoğrafladı arkadaşlar. Aslında kaynağında yine babam var. Tarsus'ta yaşadığımız evin karşısında bahçemiz vardı. Dut, incir ağacımız vardı. Annemin nergisleri, babamın gülleri vardı.. Çiçeklere her zaman zaafım var. Doğadaki uyumu insanla bağdaştıran varlıklar onlar bana göre. O fotoğrafın anlamı şudur: Hayat hâlâ elimde, hâlâ var. Devam ediyor.
NAZAN ÖNCEL ÇOK GÜZEL ÖĞÜT VERDİ
- Nazan Öncel'e özel bir hayranlığınız var sanki. Epey şarkısını yorumladınız?
- Ben lisede sınıfın en arka sırasında oturan çocuklardandım. Öyle bir dönemde girdi hayatıma Nazan Öncel. Özellikle Göç albümü çok etkilemişti beni. Sözleri, müziği, hayata bakışı... Sonrasında bundan birkaç sene önce tanışma imkanı buldum. Elime kır çiçekleri alıp ziyaretine gittim. Bana çok önemli öğütleri ve tavsiyeleri oldu.
- Neler öğütledi size Nazan Öncel?
- Aslında o kendisini, kendi tecrübelerini, yaşadıklarını anlattı. Dersleri ben çıkardım. Mesela kendisini hep "durum şarkıcısı" olarak tanıtıyor. Yani bir durumun bir an'ın şarkısını yapmaktan bahsediyor. Onu keşfettiğim yıllarda öyle şarkılar yaptığının farkında değildim... Mesela sizinle şu anda şurada oturuyoruz, dışarıdan çocuklar geçiyor... Aklımızdan bir şeyler geçiyor. Bu an'ın şarkısı... Çok değerli bir bilgi benim için. Bir de "Asla 'oldum' deme" dedi. Ben zaten o kafada bir adamım ama bunu öyle bir efsaneden de duymak çok etkiledi beni.
ANNEMLE GÜNDELİĞE GİDER CAM SİLERDİM
"Annem gündelikçilik yapardı. Evlere temizliğe giderdi. Ben de onunla çok gittim, cam silerdim, yardım ederdim. Ablam uzun yıllar güzellik salonunda çalıştı. Evlenince bıraktı... Çalışmak, emek harcamak çok kıymetli. Annem uzun süre söylediğim şarkıları beğenmedi. Annem türküleri çok sever. Onun için türküler ezberleyip söylemeye başladım. Albümde annem için Gülcemal adlı bir türkü besteledim. Artık annem de benim hayranım (Gülüyor). Bu çok mutlu ediyor beni."
'MANUŞ' GEÇMİŞİ, 'BABA' GELECEĞİ SİMGELİYOR
"Anneannem bana Mustafa isminden yola çıkarak, Manuş ismini takmıştı, öyle severdi beni. Ama ilginçtir okumaya heveslendiğim ilk gençlik yıllarında Jan Yoors'un Çingeneler adlı kitabını okudum. Orada Manuşlar adlı Hint kökenli bir çingene grubuyla tanıştım. Çingeneleri, çingene kültürünü her zaman çok sevdim. Manuş benim için daha da anlamlı oldu. 'Baba' lakabını da bazıları mafyatik algılıyor. "Adam kendine baba diyor" diyorlar. Ama benim için baba, koruyan, kollayan, sahip çıkan demek. Yani benim için Manuş geçmişi, Baba geleceği simgeliyor. Ben de geçmişle gelecek arasında, şu anda hayatı müzikle tanımaya çalışan, müzikle büyüyen ve hayata müzikle dokunmaya çalışan biriyim. "