Donat Keusch, Yol'un İsviçreli yapımcısı. Yılmaz Güney'i yurtdışına çıkaran isim olarak biliniyor. Resmi olarak asla bunu kabul etmiyor ama kaçırılma öyküsünün her yerinde o var. Vakti zamanında bildiği her şeyi anlatması için 100 bin dolarlık teklifi reddeden Keusch, 37 yıl sonra kaçırılma olayını detaylarıyla anlattı
37 yıl önce Yılmaz Güney, yattığı Isparta Yarı Açık Cezaevi'nden bayram izniyle çıktı, Kemer yakınlarından bir tekne ile Türkiye'yi terk etti ve Fransa'ya gitti. 12 Eylül askeri darbesinin hemen sonrasında sıkıyönetim şartlarında gerçekleşen bu kaçış nasıl gerçekleşti bir türlü ortaya çıkmadı o yıllarda. Kimse bir şey anlatmıyordu. İnsanlar sustukça bu kaçış öyküsü efsaneleşti de efsaneleşti...
1990'larda Nihat Behram ve Kerim Puldi gibi isimler bu kaçış öyküsünü kendi cephelerinden anlattılar. Güney'in Kemer yakınlarından tekne ile Türkiye'yi terk ettiğini bu vesile ile öğrendik. Bu anlatımlarda İsviçreli yapımcı olarak geçen Yol'un yapımcısı Donat Keusch'un adı hep anıldı.
Keusch 2007'de Yol'un bilinmeyen hikayesini Gezici Festival'de anlatmak için yıllar sonra Türkiye'ye gelmişti. Birlikte Ankara'dan Kars'a zorlu bir yolculuk yapmıştık. Yılmaz Güney'i Türkiye'den kaçıran adam olarak biliniyordu. Bu kaçırılmayla ilgili parça parça birtakım bilgiler veriyordu. Ama kayıtlı olarak anlatmıyordu yaşananları...
Aradan 10 yıl geçti Keusch yine Türkiye'ye geldi. Gezici Festival kapsamında bu yıl Cannes'da gösterilen Yol filminin yenilenmiş kurgusunun Ankara'daki gösterimine katıldı. İstanbul'da buluştuk, uzun bir sohbet gerçekleştirdik. 10 yıl önce anlattıklarını bir söyleşide anlatması için ikna ettik. Anlattıkları Behram ve Puldi'nin anlatımıyla örtüşüyor. Ama onların anlatımından daha fazlası var Donat Keusch'in anlattıklarında. Kaçırma operasyonu için parayı bulan, bağlantıları yapan, planlayan o. Gerçi direkt sorunca "Benim hiçbir şeyden haberim yok, o esnada tatildeyim" diyor ve gülüyor. Zaman zaman "Ben yapmadım erkek kardeşim yaptı" diye espri yaparak hedef şaşırtıyor ama anlattıklarını okuyunca anlayacaksınız ki üstü kapalı da olsa aslında her şeyi kabul ediyor. İşte Donat Keusch'un anlattıkları...
- Filmi başa saralım. Siz, Yılmaz Güney ile nasıl tanışmıştınız?
- Berlin Film Festivali'nde Sürü'yü izlemiştim ve İsviçre için haklarını satın almak istiyordum. 1979'da anlaşma yapmak için İstanbul'a geldim. Yılmaz'ı hiç tanımıyordum. Hapishaneden bir günlüğüne bir domates arabasının içinde çıktı, İstanbul'a geldi. Uzun bir konuşma yaptık. Tabii çeviriden dolayı da uzadı, ben Türkçe, o İngilizce bilmiyor. Fakat çok çabuk anladık birbirimizi. Geçmişimle onun geçmişi bir bakıma birbirine benzerdi. Politik duruşlarımız birbirine yakındı.
Yılmaz Güney ve Donat Keusch 1982 Cannes Film Festivali'nde birlikteydiler.
- 10 yıl önce Türkiye'ye geldiğinizde "Yılmaz Güney hapiste ve hastaydı. Onu kurtarmak Yol filminden daha önemliydi benim için" demiştiniz. Nasıl gelişti bu kurtarma?
- Yılmaz'ın o zamanlar şiddetli derecede mide ağrıları vardı. 1980'in sonlarından itibaren hapishaneye İsviçre'den ilaçlar göndermeye başlamıştık. Asistanı Canan organize ediyordu bu süreci. Daha sonra ben, "Bir şeyler yapmalıyız, eğer yapmazsak hapishanede ölecek" dedim. Hiç istememesine rağmen ülkeyi terk etmeye karar verdi. Oysa 1979'da, ona ülkeden ayrılması gerektiğini söylemiş "Aksi takdirde hapishanede ölürsün" demiştim. Fakat Yılmaz o zaman beni reddetti, "Sadece burada çalışabilirim, burası benim ülkem, benim kültürüm, benim dilim" dedi.
- Daha sonra fikri nasıl değişti?
- 1980'de zaten hapisten çıkarım diye düşünüyordu ama askeri darbeden sonra her şey değişti. Seçeneği kalmamıştı. Ama onun için ülkeyi terk etmek hakikaten çok zor bir karardı. Türkiye'de büyük bir isimdi, buradaki kültürle güçlü bağları olan birisiydi. 1981'in başında hapishanede öleceğini anladı. Çalışamıyordu hiçbir şey yapamıyordu. Ayrıca arka arkaya davalar açılıyor, hükümler veriliyordu. O zaman ülkeyi terk etmeye karar verdi. Ona birileri yardım etti ve o da ülkeden ayrıldı.
- O birileri arasında sizin de isminiz geçiyor?
- Ben mi? (Gülüyor) Ben orada değildim, hatırlamıyorum bile. Ama bu meselenin içine birçok kişi girip çıktı. Örneğin o zamanlar Güney Filmcilik'in başında olan Nihat Behram. Ama o çok hatalar yaptı... Neyse onun hakkında çok konuşmak istemiyorum. Değerli hiçbir şey yapmamasına karşın birçok hata yaptı.
- Nihat Behram da kaçış operasyonunun içinde değil mi, anlattı hatta yazdı bunları?
- O Yılmaz'ın kaçışını organize eder gibi görünmek istedi. Fakat iş ciddileşince çekindi. Bir şeyleri de organize edemedi, akıcı bir şekilde İngilizce konuşamıyordu, Almancası zaten yoktu. Fakat bu işi yapacak başka insanlar da vardı. Ve yapıldı. Yılmaz, Fransa'ya iltica etti. Gitmeden önce her türlü anlaşma yapılmıştı. Fransa'da sorun çıkmayacağını, gidebileceğini öğrendiği anda gitti.
- Bu planın organizasyonunda sizin rolünüz neydi?
- Ben mi? Ben bir şey bilmiyorum. O zamanlar tatildeydim (gülüyor.)
- Hadi ama 37 yıl geçti üzerinden. Siz de tatilden döndünüz artık?
- Evet 37 yıl!
- Bu kaçırma operasyonunun 25 bin dolarlık bir maliyetle yapıldığı söylenir, doğru mu?
- Hayır. 20 bin dolardı. İsviçre'deki zengin bir arkadaşımdan 20 bin dolar istedim, o da verdi.
- Kerim Puldi de anlattı bu kaçış hikayesini haberiniz var mı?
- Açıkçası o zaman kimse bilmiyordu ne olduğunu, ne yaptığımızı, ben hariç. Dört kişi vardı bilgi sahibi olan, bir Türk, bir Fransız, bir Alman ve bir İsviçreli. Fakat onlar da birbirini tanımıyordu. Örneğin Fransız olan sadece tekne uzmanıydı.
- Bu dört kişi nasıl birbirini buldu öyleyse?
- Ooo bu çok uzun ve karmaşık bir hikaye. Ama birçok insanla anlaşmalar yaptık, konuştuk, yanlış kişilerle de muhattap olduk.
- Hikaye biraz da burada gibi sanki?
- Hikaye kitapta olacak merak etme. Tüm hikayeyi size anlatamam. Ama şunu söyleyeyim; Yılmaz'ın eşi Fatoş ve çocuklarını da götüreceğimiz için kaçırma olayı daha da zorlaştı.
- Onlar da planın içinde miydiler?
- Onlar ben ne dersem onu yapmak durumundaydılar (gülüyor) ve de yaptılar.
- O zaman planın başındaki kişi sizdiniz?
- Hayır hayır! Belki erkek kardeşimdi planın başı. (Yine gülüyor ve doğrudan sorunca kabul etmiyor kaçırma operasyondaki rolünü, espriyle hedef şaşırtıyor) Ama asıl önemli olan Yılmaz'ı üç yıllığına da olsa kurtarmaktı. Mide ağrısı vardı ve gerçekten hastaydı. Bayram izni aldı. Aynı filmdeki gibi izin kağıdını gösterdi görevlilere ve hapishaneden çıktı. Zaten problem hapishaneden değil ülkeden çıkmasıydı.
İSVİÇRE ONU TÜRKİYE'YE İADE ETMEK İSTİYORDU
- Fransa'dan sonra İsviçre'de yaşadı diye biliyoruz?
- Zürih'te benim dairemde kaldı. Sonra birileri onu gördü ve biz de onu alıp Fransa'ya, ufak bir şehir olan Divonne'a götürdük. Cenevre'ye yakın, 20 dakika uzaklıkta fakat Fransa sınırları içerisinde bir şehirdir. Yol'un kurgucularından Elizabeth de Cenevre'de yaşıyordu, keza kurgu laboratuvarı da Cenevre'deydi. İsviçre'ye gidemezdi çünkü İsviçre polisi onu yakalayıp Türkiye'ye iade edecekti o yüzden Fransa'ya gitmek zorundaydı. Divonne'da o ve ailesi için bir ev bulduk. Oraya bir kurgu masası kurduk. Karısı ve çocuklarıyla orada yaşadı.
Tarık Akan ve Şerif Sezer Yol filminin önemli sahnelerinden birinde.
YİYECEK SIKINTISI NEDENİYLE PLAN DEĞİŞTİ
- Sıkıyönetim koşullarında zor bir kaçırma operasyonu gerçekleştirmişsiniz.
- 1981'de Türkiye ile Yunanistan arasında neredeyse savaş koşulları hakimdi. Tüm sınırlar tamamen askerlerle doluydu. O yüzden Kemer'e gitmek zorundaydık.
- Oradan da Yunanistan'a mı?
- Yok hayır. Biraz karmaşık. Bu anlattıklarım legal şeyler değil zaten. Gitmek istediğimiz yer Fransa, Marsilya'ydı. Bu A planıydı. Gidemedik. Teknede bir sorun oldu. Yemekleri saklayacak bir soğutucumuz yoktu. Dolayısıyla yiyecek sıkıntısı olacağı öngörüldü ve B planı uygulandı. Farklı bir yol tercih edildi. B planını kimse bilmiyordu Yılmaz bile. İyi bir plandı, çok iyi biçimde çalıştı. Ben tasarlamıştım.
- B planının detaylarını öğrenebilir miyiz?
- (Gülüyor) Çok komplikeydi. Ama bir dakika! Argo filmini izlemişsinizdir. İşte biz de aynısını yaptık. Onlar benim hikayemi almışlar!
Şerif Gören, Yol'un çekimleri esnasında
YILMAZ ELİMİ SIKMADI AMA BİR TÜRK HALISI VERDİ
- Argo filmiyle nasıl bir benzerliği var planın anlatır mısınız?
- Argo'daki hikayenin neredeyse birebir aynısıydı bizimki de. Sadece bizimkinde CIA ve uçak yoktu. Bizde tekne vardı. Argo'yu izlediyseniz görmüşsünüzdür. İran'da rehin kalan Amerikalıları ülkeye geri döndürmek için CIA filmci olarak Ben Affleck'i gönderir. Orada Ben Affleck otel odasında oturur ve bazı kağıtları manipüle eder, sahte kimlikler hazırlar. 1981 Ekimi'nde benim yaptığım da başta bazı kağıtlar üzerinde ufak tefek oynamalar yapmaktı, plan için.
- Bazı evraklar hazırladınız yani?
- Muhtemelen öyle yapmışımdır. Kimse kanıtlayamaz tabii... Ayrıca tıpkı Argo'daki gibi bizim de yanımızda bir film senaryosu vardı. Filmin adı Transit'ti
- Argo'yu izleyince mi fark ettiniz benzerliği?
- Argo filmini de bilmiyordum aslında. Bir gün sinemaya gittim ve filmi izledim. Ve dedim ki "Benim hikayeme ne yapmışlar?" (Gülüyor). Hatta filmi izlerken son sahnede, uçak sahnesinde, Amerikalıların İran'ı terk ettikleri anda ben de gözyaşlarımı tutamadım. Finalde birisi Ben Affleck'in yanına gelir, elini sıkar ve bu olayı kimseye anlatamayacağını söyler. Benimkine benzer bir durumdu. Kimse ona teşekkür etmez. Zor bir durum. Hayatını kurtardığınız kişi için de zor bir durum. Yılmaz da benim elimi sıkmadı ama bana güzel bir Türk halısı verdi.
BEN TEDAVİ OLMASINI İSTEDİM ÇEVRESİ FİLM ÇEKMESİNİ
- Fransa'ya gittikten sonra tedavi olmayı reddedip yeni filmler çekmeye devam etti Yılmaz Güney. Neden tedavi olmadı?
- Yılmaz'ın tedavi olmadan yeni filme başlamasına her zaman karşı oldum. İkimizin arasında imzalanmış bir sözleşme vardı, Duvar'ın yapımcısı olduğuma dair. Ona rağmen "Eğer doktora görünüp tedavi olmazsan bu filmin yapımcılığını yapmayacağım" dedim. Yakın çevresi onu film çekmesi için zorladı. "Yeni filmler yapmalısın" diye onu sürekli baskı altına aldılar. Ben ise "Hayır önce hayatta kalman lazım" dedim. Duvar'ı başka bir yapımcıyla çekti. Çok üzüldüm. Aynı zamanda da çok kızgındım. Bu filmi çekmesini çok tehlikeli buluyordum.
- Ona yardım etmeyi denediniz mi?
- Doktora gitmesi için çok uğraştım. Fakat herkes onu film çekmesi için çok zorladı.
- Siz nasıl anlaşıyordunuz Yılmaz Güney ile?
- Genellikle çevirmen vasıtasıyla konuşurduk. Ama Yılmaz, Fransa'ya geldikten sonra yabancı dilini biraz geliştirdi. Yine de beş İngilizce, üç Almanca iki de Fransızca cümle biliyordu. Buna rağmen iletişimini kusursuz bir biçimde yürütüyordu.
Yol'un İsviçre'deki kurgu günlerinden...
AJANLAR CANNES'A GELDİ
- Peki, Argo'daki gibi sizi takip eden polis veya başkaları var mıydı?
- O an için hayır. Fakat sonra gelenler oldu. Üstelik sadece yetkili kişiler, polisler de değil. Örneğin Hürriyet gazetesinden Zürih'e gelenler oldu. 1982'de, bu kaçırma hikayesi için bana 100 bin dolar teklif ettiler. Paylaşacak bir hikayem yoktu tabii ben o sıralar size de sık sık söylediğim gibi 'tatildeydim' (gülüyor yine). Daha sonra İsviçre polisi evime geldi. Son olarak Cannes'da da Türkiye'den gelmiş dört ajanla karşılaştık.
- Ne yapıyorlardı?
- Bilemiyorum. Öylece çalılıkların arasında dikilmiş duran dört iri cüsseli adamdı. Fransız polisi bizim yanımızdaydı.
- Yılmaz Güney'in tepkisi ne oldu onları görünce?
- Onlara doğru dönüp el salladı. Ajanlar şaşırdılar ve tedirgin oldular. Türkiye Interpol'den Güney'in tutuklanmasını istemişti. Bu ajanların amacı da belki buydu fakat Fransız polisi bizi gece gündüz koruyordu Cannes'daki 10 gün boyunca.
O FİLME ÇOK KIZDI
- Yılmaz Güney'in Duvar filmini Geceyarısı Ekspresi'ne karşı çektiği söylenir.
- Aslında Yılmaz hapishanedeki mahkumlara bu öyküleri anlatacağının sözünü vermişti. Asıl amacı bunları anlatmaktı. Duvar'da izlediklerinizin hepsi aslında Yılmaz'ın gördüğü şeyler değil diğer mahkumlar tarafından ona anlatılanlardır. Tabii Geceyarısı Ekspresi'ne de karşıydı, filmi izlediğinde çok sinirlenmişti çünkü bütün Türkler çok kötü yansıtılmıştı. Sonra ben ona "Öyleyse Duvar üzerinde çok dikkatli çalışmalısın çünkü bizim hem negatif hem de pozitif karakterlere ihtiyacımız var" dedim. Fakat sonunda Fransız yapımcı filmin senaryosu üzerinde çok iyi çalışmadı. Tuncel Kurtiz'in oynadığı iyi karakter çok kısa süreye sahipti. Çok çok iyi bir film değildi, aceleyle çekilmişti. Yol'un Cannes'da yakaladığı rüzgardan yararlanabilmek adına filmi hızlıca çektiler. Altın Palmiyen varsa bir sonraki filmini finanse etmen daha kolay olacaktır, bunu fark edemediler.
FRANSA'YA YANIMDA ÇALIŞAN BİRİNİN KAĞITLARIYLA GİRDİ
- Bu kaçırılma hikayesiyle ilgili farklı iddialar da var. Biliyor musunuz onları?
- Yılmaz kaçtıktan sonra birçok makale, haber yazıldı çizildi Türkiye'de. Büyük bir harita yayımlanmıştı. Yılmaz'ın yurtdışına nasıl gittiği bu harita üzerinden anlatılıyordu. Gerçekten çok gülmüştüm o haritayı görünce. Nerelere gitmemiş ki Yılmaz, nereleri uydurmuşlar? Lübnan, Libya, İtalya, İsviçre sonra Lihtenştayn, Almanya... Gerçekte bu kadar ülke yoktu, Fransa, İsviçre, Türkiye... Ayrıca bilirsiniz, Yılmaz Güney Fransa'ya hiçbir zaman Yılmaz Güney olarak girmedi. Oraya başka bir insan olarak gitti. Başka kağıtlar ayarlandı onun için.
- Neydi oradaki ismi?
- Bir İsviçreli olmuştu Yılmaz. Ama ismi söyleyemem.
- Hadi ama olayın üzerinden yıllar geçti.
- Evet,ama ismini kullandığı kişi hâlâ yaşıyor. Ve böyle bir durumdan haberi bile yok.
- Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?
- Yanımda çalışan bir İsviçreliydi. Onun haberi olmadan kağıtlarını aldım ve bazı değişimler yaptım. Hâlâ da bu kişi bunları bilmez.