Pazar 09.06.2019
Son Güncelleme: Pazar 09.06.2019

Önemli olan sıkıcı aile olmamak

Yeni filmi Bağcık’ta aile bağının sevgi ve güvenle kurulduğunu anlatan Görkem Yeltan “Birbirini seven, geliştiren, birbirinin mutluluğundan mutluluk duyan bir aileye sahibim. Cebimdeki elmas, ailenin değerli olduğuydu. Bu elmasla yola çıktım” diyor

Oyuncu, yazar, senarist ve Yemekteydik ve Karar Verdim filmi sonrası yönetmen... Görkem Yeltan, on parmağında on marifet derler ya işte öyle marifetli insanlardan. Ne zaman, nasıl karşımıza çıkacağı belli olmuyor. Bir bakıyorsunuz bir kitap yazmış, bir bakıyorsunuz bir film çekmiş. Bazen Mehmet Güreli'nin albümlerinde olduğu gibi söz yazarı olarak da karşımıza çıkmışlığı var. Yani üretken bir sanatçı... Ama bu üretkenliğinin arkasında çalışmak ve ter dökmek var. Yeltan şimdilerde ikinci filmi Bağcık ile karşımızda. Engelli bir amca, anne ve babalarını kaybetmiş iki kız kardeş ve onlara geçici olarak bakacak olan yalnız bir kadın. Bu dört insanın bir aileye dönüşme hikayesini anlatıyor Yeltan, Bağcık'ta. İlk filmi Yemekteydik ve Karar Verdim'de aileye daha eleştirel bakan Yeltan bu sefer madalyonun diğer yüzünü çeviriyor ve ailenin insanlar için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Geçen yıl Cannes'da Altın Palmiye alan Hirokazu Kore-eda'nın Arakçılar filminde olduğu gibi aile olabilmek için kan bağının da şart olmadığını, aslolanın yani aile bağının sevgi ve güven üzerinden kurulduğunu gösteriyor bize... Görkem Yeltan ile Bağcık'ı izleyip buluştuk. Aile meselesini konuştuk...

- İlk yönettiğin film Yemekteydik ve Karar Verdim'de aile yapısını sorgulamıştın. Bağcık'ta ise aile kurmanın ne kadar önemli olduğunu ele alıyorsun. Nedir aile meselesi üzerine düşünmenin ve iki film çekmenin sebebi?

- Yemekteydik ve Karar Verdim filminde ailenin yapısını sorgulamıştık. Kadraj olarak 4X3 çalışmıştım. Bir fotoğraf boyutudur bu. Bir fotoğraf karesi gibi düşünüp o fotoğrafın içindeki aileye bakmak istemiştik. Bağcık'taysa aileye daha umutlu bakmak istedik. Engelli bir adam, anne ve babası ölmüş iki kız kardeş ve yalnız kalmış bir kadınla bir aile kurmak istedik. Bir aile nasıl oluşuyor ve nasıl inşa ediliyor onun peşine düştük. Daha geniş kadrajlar tercih ettim. Çünkü hikayenin ruhunda aile olup genişleme, çoğalma durumu vardı. Yani iki farklı açıdan baktık aileye. Bunun sebebi de bir meseleyi farklı perspektiflerden ele almanın önemli olduğunu düşünmemiz. Evet, ailenin insanlar üzerine kısıtlayıcı tarafları vardır. Kimine göre sıkıcı da olabilir. Ama ben öyle bir ailede büyümedim. Bu anlamda kendimi mutlu ve şanslı hissediyorum. Dolayısıyla aile benim için daha iyi şeyler ifade ediyor.


- Nasıl bir ailede büyüdün?

- Birbirini seven, geliştiren, birbirinin mutluluğundan mutluluk duyan bir aileye sahibim. Aileye yeni katılanlar için de aynı durum geçerli. Bunun için aile filmlerini de çok seviyorum. Ama sinemamız bu konuda çok da üretken değil. Belki daha romantik, idealize edilmiş aile filmleri var ama gerçek bir aileyi anlatma konusunda biraz ketum. Bunun için aile meselesine odaklanmış olabilirim.
- Ne ifade ediyor aile senin için?

- Malum, aile toplumun en küçük birimi ve olmazsa olmazı. Belki bunun için aile söz konusu olduğu zaman aile kurumunun bireyler üzerindeki tahakkümü, baskısı gibi konular işleniyor. Ama kendimden de biliyorum ki aile başka şeyler de ifade edebiliyor. Aile güven demek sevgi demek aynı zamanda. Ha, bu dünyada ailesi olmayan insanlar da var. Kimileri de aile kurmayı istemiyor. Onlara sözüm yok, saygı duyarım görüşlerine. Ama benim gördüğüm, bildiğim aile sevgi ve güven üzerine kurulu bir yapı. Keza senaryoyu birlikte yazdığımız Asuman Kafaoğlu Büke, Yalçın Akyıldız da aileye aynı şekilde yaklaşıyor.
- Kalabalık ve içinde sanatçıların çok olduğu bir ailede büyümemiş olsaydın sanatın farklı dallarıyla yoğun bir şekilde uğraşır mıydın?

- Şu yaşımda bu kadar farklı alanda çalışamazdım herhalde. Ailedeki müzisyenler sayesinde müziğin içinde, oyuncular sayesinde oyunculuğun içinde oldum. Sinemaya meraklı olanlar sayesinde gözüm kulağım kapalı büyümemiş oldum. Örneğin Mehmet Güreli'nin resimlerini gördüğüm ve amcamın da güzel sanatlar mezunu olması sebebiyle resmin içinde büyüdüğüm. Bunun için bir gün kendi şiir kitabımı çizebildim. Çizmeyebilirdim de... Ama bu alanlara uzak olmadığım için faydasını gördüm. Aslında çocuklar için hayal ettiğim de böyle aileler. Yani çocuğu her alanla tanıştıran aileler. Çocuk belki sizin önemsediğiniz alanı seçmeyebilir ama o tanışıklık sayesinde alanın farkında olur. Sinemadan, müzikten, resimden, edebiyattan haberdar olur, isterse bunlarla hayatını zenginleştirebilir. Çocuk edebiyatıyla ilgilenme sebebim de biraz bu zaten...


- Aile meselesine farklı iki yönden baktığın için soruyorum, Türkiye'deki aile yapısını genel olarak nasıl değerlendiriyorsun?

- İyi aileler de var, kötü aileler de... Şimdi bir genelleme yapmak çok büyük laf etmek olur. İyi ailelerin içinde de kötü durumlar yaşanabilir, kötü bir ailenin içinde de iyi şeyler olabilir. Bunun için bir genelleme yapmak açıkçası bizi yanlışa götürür. Dileğim insanların iyi ailelerle tanışması... Çünkü iyi aile insana da iyi geliyor.
- Son yıllarda ailelerin tuhaf tuhaf hikayelerinden haberdar oluyoruz. Yaşananlar karşısında 'Bu kadar da olmaz' diyor insan. Sen böyle manzaralarla karşılaşınca ne düşünüyorsun, aileye bakışın değişiyor mu?

- Aileye bakışım kendi ailem üzerinden olmak durumunda. Mesela çocuğu olan biri kendi çocuğuyla olan ilişkisi üzerinden tecrübelerini anlatabilir. O anne babaya, kimsesiz çocuklarla ya da kötü bir ailede yetişen bir çocukla ilgili bir şey sorsanız, tatmin edici cevap almanız zor. Çünkü tecrübeleri nedeniyle o eksene geçmesi zordur. Bunun için benim de temel olarak aileye bakışım da kendi ailemle kurduğum ilişkisi üzerinden şekillendi. Elbette aileyle ilgili kötü örneklere yakın bir arkadaşım üzerinden, komşum üzerinden ya da edebiyatta, sinemada anlatılan hikayelerde rastlıyorum. Ama cebimdeki elmas ailenin değerli olduğuydu. Bağcık'ta bu elmasla yola çıktım. Hayata bardağın dolu tarafından bakmak gerektiğini düşünüyorum. Benim yaşam çizgimde bu var. Hayatta bir şeylerimiz var, bir şeylerimiz yok. Kaybettiklerimiz var ama elimizde değer vermemiz gerekenler de var. Bağcık biraz da elimizde olmayanların peşinden koşmaktansa ve o yok diye şikayet etmektense elimizde olanların kıymetini bilmemizi, sevdiğimiz şeylerle hayata tutunmayı öneriyor. Çünkü insanların paraları olmayabilir ama mutlu olabilirler. Ya da çok paranız olabilir ama eksik bir şeyler de vardır içinizde. Hayatta hiçbir şey tam olmuyor.


SEVGİ VE GÜVEN AİLENİN TEMEL DEĞERİ
- Bağcık'ta engelli amca, anne babası olmayan iki kardeş ve yalnız bir kadının aileye dönüşmesi anlatılıyor. Aile olmak için kan bağı şart değil. Bunu görüyoruz...

- Kan bağı önemli tabii. Toplum tarafından da önemseniyor. Ama çocukları olmayan bir iki insan, kan bağı olmayan bir çocuğu evlat edinip iyi bir aile de kurabiliyor. Bu aile de aile. Aile bağını oluşturan şeylerden biri kan bağı olduğu gibi asıl olarak sevgi, güven gibi değerlerin bu bağı oluşturduğunu düşünüyorum. Değerler bu anlamda daha kıymetli gibi geliyor bana.
- Bir taraftan çocuk edebiyatı alanında kitaplar yazıyorsun bir taraftan aile üzerine filmler çekiyorsun. Sence iyi aile ve iyi ebeveyn nasıl olmalı?

- Hep söylüyorum çocuklarını iyi şeylerle tanıştıran, mutlu olmalarını sağlayan aileler bence iyi ailedir. Çocukların sıkıcı ailelerde büyümemesini dilerim. - Nedir sıkıcı aile? - Gündelik hayatın bütün yükünü taşıyıp bunu çocuklarına yansıtan aileler. Yaptığım söyleşi ve atölyelerden görebildiğim kadarıyla bu tür aile tipi bizde yaygın. Ama çaresi var. Çocukla çocuğun istediği gibi vakit geçirmek, hayal dünyasını zenginleştirmek... Zaten çocukla birlikte olursanız hayat güzelleşiyor. Çocuk sahtekar değil samimidir, eğleniyorsa sonuna kadar eğlenir, bir şeyi sevmiyorsa hemen söyler. Onunla birlikte vakit geçirince insan kendi içinde bir şekilde unutturulan güzellikleri de keşfedebiliyor.
- Çocuk edebiyatında son yıllarda bir atılım var. Uzun yıllardır kalem oynatan bir yazar olarak sorayım sana, bir yerlerden bir yerlere geldik mi?

- Tabii ki geldik. Hatırla biz çocukken anlatılan hikayelerin, anneni üzme, yemeğini ye gibi didaktik yönleri vardı. Sonra Yalvaç Ural, Gülten Dayıoğlu gibi yazarlar bir kapı aralandı. O kapıdan girenler o didaktiklikten kurtardılar. Çocuk edebiyatının bir tür olduğu anlaşıldı. Artık çok fazla iyi kitabımız basılıyor. Ama çocukların o edebiyatla tanışmaları hâlâ ağırlıklı olarak okullar üzerinden oluyor. Aileler bu noktada çok da aktif değiller. Fakat şimdiki çocuklar bizim dönemimize göre şanslılar. Çünkü beğendikleri kitabı bulma konusunda internet iyi kullandıklarını düşünüyorum.

FOTOĞRAF: MURAT ŞENGÜL

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.