İstanbul'un Eyüpsultan İlçesi'ne bağlı Pirinççi Köyü şehrin son köylerinden biri. Köy ahalisinin çoğu ise Selanik göçmeni. Arnavut ve Bulgar göçmenler de var. Çiftçilik ve tarım köyün kadim işlerinden. Şehir merkezine çok yakın olan ve söylenene göre tarihi ise Osmanlı arşivlerinde yaklaşık 650 yıl öncesine dayanan köye misafir olduk. 150 hanelik köyde yaklaşık 600 kişi kalıyor. Doğası, yeşili ve temiz havası muhteşem. Köy kahvehanesinde sohbet almış başını gidiyor.
"İSTANBUL'UN GÖBEĞİNDE KÖY HAYATI YAŞIYORUZ"
Biz de bir masaya geçip çaylar eşliğinde sohbete dâhil oluyoruz. Gürkan Drama (42) söz alıyor: "Biz Selanik göçmeniyiz. Ailemiz mübadeleden 200 yıl önce yerleşmiş köye. Çiftçilikle uğraşıyoruz. İstanbul'un göbeğinde köy hayatı yaşıyoruz, mutluyuz. İstanbul'da çok az köy kaldı. İSKİ istimlak ile köyü kaldırmak istiyor. Taşısalar iyi 'Al paranı git' diyorlar. Şu an köyde gündem bu" diye en büyük sorunlarını dile getiriyor. Köyde hayatının 05.30'da başladığını anlatan Drama, "Erken kalkmazsak işler bitmez. Buranın insanları mutlu insanlardır. Şehri ve köyü aynı anda yaşayabiliyoruz. İstanbul'a gitmemiz 15 dakika. Şehre gittiğimde iki saat sonra 'İşim bitse de köye gitsem' diye can atıyorum" diyor.
"MANDACI OLMAYANA KIZ VERİLMEZDİ"
Mandacılık yapan Reşit Onar (40) sohbete dahil oluyor. 50 mandası olduğunu ifade eden Onar'a mandaları soruyoruz: "Çamura girmeyi sever. Çünkü sıcaktan korunur. Manda alıştığına sağdırır kendini. Devlet memuru gibidir, saatle çalışır, sağıldığı saatte alıştığına sağdırır kendini. Mandanın sütü 60-70-80 TL'den başlıyor. Ancak yeni nesil mandacılığı zor buluyor, mandacılık ve üretim yapmıyor. Manda çobanı bulmakta zorlanıyoruz. Eskiden mandacılık yapmayana kız vermezlerdi. Günümüzde ise mandacılık zamanla bitecek, büyük işletmelere kayacak. Yeni nesilde mandacılık yapmak istemiyor."
DOĞA VE TEMİZ HAVA BURADA VAR
Emekli olan Tuncay Gülel (56), İstanbul merkeze gittikten sonra trafik keşmekeşinden köye kendini nasıl attığını, doğa ve yeşilin tutkunu olduğunu ifade etmeye başlıyor: "Yeşilin içinde doğal yaşamdayız. İstanbullunun özlemini duyduğu yaşamı köyde yaşıyorum, alışmışım buraya. Arkadaşlık, dostluk, samimiyet burada var. Doğa, temiz hava, hayvancılık ve seracılık yapılır bizim köyde."
KÖY HAYATINI BIRAKMAM
Mustafa Akdil ise (50) "Köyümüzü bize bırakın. 'Burada öleceğiz' pankartları asılı çevrede. İstimlak yapılmamalı, köy tarihi bir köy olduğu için mandacılığa destek verilmeli. Cebeci Köyü'nde de az kişi kaldı, ben de bu köye taşınacağım. Köy hayatını bırakmam. Devlet mandacılık için teşvik veriyor ama yerinde hayvancıları tespit edip devlet öyle teşvik versin bize" diyor.
Bir başka masada koyu sohbet sürüyor. Yıllarca esnaflık yaptıktan sonra emekli olan Mustafa Yıldız (66), 1893'te ailesinin köye yerleştiğinden söz ediyor. O da Selanik göçmeni bir aileye mensup. Yıldız, "Birçok kişi buradan ev almak istedi. Pirinççi Köyü'nü sevdiğimiz için yüksek miktarda paraları ret ettik, evlerimizi satmadık. Bu yaştan sonra gidip bir binada yaşayamam. Burada doğduk, burada büyüdük, burada öleceğiz" diyor. Hasan Güre (75) ve Kadir Ulaş da (58) aynı masada birbirlerini tasdik edercesine "Cennet köyümüz bırakılır mı?" diyerek Yıldız'ın sözlerini tasdik ediyor.
GENÇLERE HAYVANCILIK ZOR GELİYOR
Az ileride yolun hemen kenarında müstakil bir evde oturan Hayriye Başkaya'ya misafir oluyoruz. 73 yaşında... 50 yıl önce köye gelin geldiğinden söz ediyor. Tokatlı olan Hayriye Teyze gençlerden yakınıyor: "Eşim burada ormancıydı. Benim de eskiden ineklerim vardı, 11 yıl boyunca sabah erkenden kalkar bir saatte sağardım. Şimdi yoklar. Köylü ise birbirine tutkundur. Kimin ne olduğu bellidir, tanırız. Bu köyden başka yerde yaşamam. Ama hayvancılık pek kalmadı, çok az aile hayvancılığı sürdürüyor. Yeni nesil sigortalı iş derdinde. Hayvancılık onlara zor geliyor, yapmıyorlar."
GELENEKLER AZALDI, ÜZÜLÜYORUZ
Tarihi köyün ara sokaklarında bir yürüyüşün ardından köyde satış yapan bir araçtan alışveriş yapan Nihal Sudar ile karşılaşıyoruz. Kısa bir selamlaşmanın ardından köy evine misafir olmak istediğimizi söyleyince evlerinin 110 yıllık olduğunu öğrendiğimiz bir akrabasının köy evine konuk ediyor bizi.
Zeliha İpek evin hanımı, 71 yaşında. Annesi Selanikli, babası Arnavut. Köye dışarıdan gelin gelenlerden. 54 yıldır bu köyde yaşıyor. Zeliha Teyze anlatmaya başlıyor: "Kız kardeşim ile aynı gün köye gelin deldik. Eşim doğma büyüme bu köylüydü. Köyün kadınları dayanışma içerisindedir. Düğün dernekte hep birlikte çalışırız. Birliğimiz çok kuvvetlidir. İmece usulü tarhana, erişte, yufka yaparız. Eskiden tarlalara da aynı şekilde giderdik. Her hafta ev misafirliklerimiz olurdu, Kur'an-ı Kerim okunur, hazırlanan yiyeceklerle sonrasında sohbet ederdik, koronadan sonra her şey bitti, gelenekler azaldı, üzülüyoruz. Gençler ise ellerinde telefon hiçbir şey düşünmüyor, söz dahi dinlemiyor, ellerinde telefondan başka bir şey yok. Köyde ise istimlak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden gelenler oluyor, herkes tedirgin köyde."
KÖYÜN KIZLARI KÖYÜN KIZLARI DIŞA GELİN GİDİYOR
Rabia Onar (64), köyün Birlik marketini işleten ailenin büyüğü. Zeliha Teyze'nin de kız kardeşi. Köyün erkeklerinin kahvehanede görüştüğünü ama kadınların artık bağının zayıfladığını anlatıyor: "400-500 kişiye Ramazan'da iftar verirdik. 5-6 kişi malzemeleri getirirdi. Köy meydanında 25-50 kilo pilav yapardım. Eski düzen yok. Koronadan sonra köy hayatı bitti. Aynı bina hayatı gibi oldu, birbirine gitmek ve gelenekler azaldı. Gençler ise dışarda çalışıyor. Ne tadı kaldı ne tuzu. Komşu komşuya bile gitmiyor artık."
Sohbet sohbeti açarken eve misafirliğe gelen Dürdane Onar (74) Kayseri'den gelin deldiğini vurguluyor. Eşinin köyün yerlisi olduğunu ifade ediyor. Dürdane Teyze köyün bir geleneğinden gülümseyerek söz ediyor: "Bu köye gelinler dıştan geliyor. Akraba evliliği çok azdır. Aynı köylünün evlenmesi nadirdir. 4-5 kişi köy içinde evlendi. Pirinççi erkekleri dıştan gelin getiriyor, köyün kızları dışa gelin gidiyor."
Zeliha İpek'in görümcesinin kızı Nihal Sudar ise dört-beş kişinin köy içinde âşık olup evlendiğini anlatıyor: "Köy ahalisi birbirini kardeş gibi gördüğü için komşu komşunun çocuğunu almıyor. En son köy içi evlilik 15 yıl önce oldu. Nadir evliliklerden biri."
"DEVLETTEN TALEBİMİZ VAR"
Köy evinden ayrıldıktan ve köyün ara sokağında dolaşırken Nihat Çağlak ile karşılaşıyoruz. Gazeteci olduğumuzu öğrenince hemen devletten bir talebi olduğunu söylüyor: "İstanbul'da köy kalmadı, onu da elimizden almaya çalışıyorlar. Devletin bizi koruması lazım. İstanbul'un kurulan tek Türk köyü bu, birinci köyü derler buraya. Yegânedir, başka yok. 650 senelik köy. Eskiden şu evin ara yerindeki bölüm Atatürk'ün çiftliğiydi. Eski çiftlik arkası derlerdi buraya. Bursa'daki Cumalıkızık köyü gibi köyümüzle ilgilensinler, alt yapımızı yapsınlar, talebimiz devletten bu. Nesillere aktarılsın, nesiller köyümüzü görsün."
KÖYDE SERACILIK DA YAPILIYOR
Köyde birçok sera da görmek mümkün. Marul, kıvırcık, taze soğan, karalahana, domates, biber, patlıcan, karpuz ve mısır ekiliyor. En çok kıvırcık revaçta. Buradakilerin İstanbul'daki semt pazarlarında kendi tezgâhları var. Ürettiklerini kendileri satıyorlar. Bunun eskiden beri böyle olduğu köylüler tarafından söyleniyor. Köye gelmişken mandacıların mekânına uğramadan olmaz. Köy yoluna çıktığınızda bir-iki dakikalık mesafede bir çiftlik bulunuyor.
"STRESTEN İŞİMİZİ YAPAMIYORUZ"
Çiftliğin adı Derin Orman Çiftliği... Sahiplerinden olan Sinan Satıcı'nın (55) mandaları ormana götürdüğünü öğreniyoruz. Bir-iki saat bekledikten sonra orman yolundan ilk mandalar geliyor. Pirinççi'nin deresinde serinlemek için mandalar çömeliyor. Sonra ardı sıra diğer mandalar geliyor. Ormanda mandaların başında duran Sinan Satıcı geldikten sonra ahıra mandaları bağlıyor. Sonra koyu bir sohbet başlıyor: "Anne tarafım Selanik, baba tarafı Arnavut. Dedelerimiz çok eskiden bulunduğumuz araziyi almış. Hayvancılığı ve mandacılığı yıllardır sürdürüyoruz. Severek mandacılık yapıyoruz. Yavrularla birlikte 250 manda var. Sabahtan akşama kadar 15 saatimiz mandalarla geçiyor. Mandanın sütü kıt, yeterli süt bulunmuyor ve çok değerli. Mandadan günde 7-8 kilo çıkar. Talep fazla. Günde 250-300 kilo sütlük kapasitemiz var, randıman almak için elle sağıyoruz. Manda sıcak havada suya girmek zorunda soğumasa manda çatlar. Çamura ise sokucu hayvanlardan kendini korumak için giriyor, kendini koruyor. Biz hayvancılık bitmesin diye direniyoruz. Ama direncimizi kırdılar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan bize yardım etmesini istiyoruz. 610 yıllık köyde hayvancılık geleneğini sürdürmeye çalışıyoruz, İSKİ'nin istimlak olayını durdurmasını istiyoruz. Cumhurbaşkanı köyü korusun istiyoruz. Köyü kaldırmak çözüm değil. Her gün, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri gelecek diye korkuyoruz. Stresten işimizi yapamıyoruz."
Yerli turistler ise İstanbul'a çok yakın olan bu köydeki mandaları görmek için çiftliğe geliyor. Mandalarla fotoğraf çekenlerin çok olduğunu öğreniyoruz. Köyün tarihinin çok eskiye dayandığını öğrenen ziyaretçilerin ise şaşkınlık yaşıyor.
"PADİŞAH EŞLERİ BÖLGEDE GEZERMİŞ"
25 yıllık Birlik marketinin sahibi 1938 yılında mübadele ile köye gelen Selanik göçmeni bir ailenin ferdi. Market işletmecisi Ercan Onar (53) konuşuyor: "Köyün geneli birbirine akrabadır. Köyümüzün konumu asıl ismi Pirinççi Köyü değildi, adı Birinci Köyü'idi. Tarihi çok eski. 610-650 yıllık köy. Padişah eşleri bu bölgede gezermiş, gül bahçeleri varmış. Aynı zamanda Göktürk tarafından gelen kervanlarda buradan geçermiş. Bu çevrede Müslüman Türk köyü olan tek köyüz. Eskiden bir de askeriye ve askeri fırınlar varmış. Tahan ekmeklerinden yapıp alaylara ekmekler götürülüyormuş. Geçmişte bahçelerden ihtiyacımız olanı alıp at arabalarına mısır, karpuz, sebze ne varsa yükleyip İstanbul'un mahallelerinde satışlar yapardık. Hatta eski İstanbul'da taş fırınları için ormanda çalı toplar demetle verirdik. Taş fırınlara bizim buradan giderdi çalılar. Hafta sonu bu tarafa gelenler ise çok fazla. Müdavimler çoktur. Pikniğe giderken illa markete uğrar 'Ercan abi, nasılsın?' deyip selam verirler."
Köy ahalisine ziyaretlerimiz sonrasında doğası, yeşili ve temiz havası muhteşem olan köyün ahalisinin samimi ve sıcakkanlı karşılamasını geride bırakıyoruz. Köye bir daha gelme düşüncesiyle İstanbul'un kaybolmaya yüz tutmuş tarihi köyünden ayrılıyoruz.