Art arda işlenen bu cinayetlerin bir ortak noktası vardı. Kurban da fail de gençti, hemen hemen akran sayılırlardı. Peki, ne oluyordu? Ne oluyordu da, gençler birbirlerini böyle vahşice öldürmeye başlamıştı. Kurbanlar genelde, iyi eğitim almış, ailelerinin üzerine titrediği çocuklardı. Katillerin profilleri ise hep sorunluydu. Ailesi tarafından yeterince görülmeyen, ne yaptıkları, kiminle görüştükleri, dijital dünyada kimlerle bağlantı kurup hangi oyunlarda vakit geçirdikleri kontrol edilmeyen çocuklardı...
Peki, bu yaş grubu için çalan tehlike çanları mı var? Onları bu hale getiren hangi süreçler? Bu haberlerin artmaması için neler yapılabilir? Bu soruların cevaplarını bulmak için uzmanlar ile görüştük. Uzmanlar: "Empatiden yoksun öfkeli gençler yetişti. Ekran önünde çok vakit geçirdiler, şiddet temalı oyunlar oynadılar. Akranları ile iletişim kuracakları zaman pandemi çıktı ve evlere hapsolup sanal bir dünyada yaşadılar. Zorbalığın pirim yaptığı diziler izliyorlar. Yarış odaklı bir kariyer pompalanıyor. Başarı iyilikten değil, başkalarını ezmekten geçiyor anlayışını görüyorlar. İyi gençler için iyi bir çocukluk şart. Asıl sorun burada başlıyor. Oluşan bu global balon kültür yerine kendi Türk kültürümüzü yeniden canlandırmalıyız. Bu bağlar üzerine nasıl temellenmemiz gerektiğini keşfetmek zorundayız" diyorlar.

11 MAYIS 2024
Balıkesir'de kuryelik yapan üniversite öğrencisi Ata Emre Akman, 17 yaşındaki başka bir genç tarafından önü kesilerek 25 yerinden bıçaklanarak öldürüldü

4 EKİM 2024
Hafızamıza sur cinayeti olarak kazınan tüyler ürperten bir cinayet işlendi. 19 yaşındaki Semih Çelik, kendiyle aynı yaşta olan iki kız arkadaşını vahşi bir şekilde katletti
24 OCAK 2025
Kadıköy'de kaykay malzemeleri almak için pazara giden 14 yaşındaki Ahmet Minguzzi, 16 yaşındaki başka bir genç tarafından 5 yerinden bıçaklanarak öldürüldü
Tuğba Yağan / Uzman Psikolog
SOSYAL UYUM SORUNU YAŞIYORLAR
Aile içinde şiddetin varlığına çocuğun şahit olması, şiddet içerikli oyunların oynanmasına izin vermek gibi faktörler saldırganlığın öğrenilmesine neden olmakta. Çocukluk döneminde ailelerin fiziksel aktiviteler yapmalarıyla ilgili çocuklarını teşvik etmeyip desteklememeleri, çocuklarına ekran sınırı koymamaları, sorunlarıyla ilgilenme ve duygusal ve fiziksel olarak ihmal etmeleri, o çocuk üzerinde ergenliğe eriştiğinde saldırganlığı arttıran nedenler olarak ortaya çıkıyor. Özellikle cep telefonunda, tablet ve bilgisayarda oynadıkları oyunların, ergenleri empati duygusundan ve sosyalleşmeden uzaklaştırıp saldırganlık duygusunu tetiklediği gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Diğer yandan medyada çıkan şiddet dolu haberler, sokakta şahit olunan şiddet, aile ortamında ve neredeyse çoğu yerde insanlar arasındaki anlaşmazlıkların çözümünün şiddet kullanmaktan geçtiğini öğrenen çocuklar, okul ortamında ya da sokakta saldırgan davranışlar gösteren, akranlarına sözel ve fiziksel şiddet uygulayan ergenlere dönüştüler. Pandemi gibi akranları arasında kişilerarası gelişimi engelleyen bir sosyal izolasyon süreci yaşadılar ve o birkaç yıl bu ergenlerin çocukluk dönemindeki duygusal gelişimini, sosyal uyumunu oldukça olumsuz etkiledi. Bireyselleşerek yalnızlaşan, bencil, empatiden yoksun ve engellenmiş öfkeli ergenlere dönüşen bir kitle gerçeği doğdu.
Bu ülkede bu kadar çok ergen nüfusu varken, ihtiyaçları olan; engellenmek yerine yapıcı, problem çözme yöntemlerini ebeveynleri ve okul tarafından ergen, ebeveyn ve okul üçgeninde güçlü bağlar kurulmuş bir iletişime, duygularını sağlıklı yollarla ifade edebilmesini teşvik etmeye, kendini ve yaşamını sevmeyi öğrenebilme, güçlü yanlarının ve yapabildiklerini fark etmesine, kendi sınırlarını ve başkalarının da sınırlarını bilme ve koruyabilmeye, öfke yönetimini öğrenebilmeye, çatışma çözme becerisi kazanabilme, problem çözme becerisi edinmeye ihtiyaçları var onları iyi bir geleceğe taşıyabilmek, kurtarabilmek...
Prof. Dr. Ebru Güzel / Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi
TÜRK KÜLTÜRÜNÜ YENİDEN CANLANDIRMALIYIZ
Bizler çocukluğun katledildiği, yozlaştırıldığı ve erezyona uğratıldığı bir dönemdeyiz. Bir yandan kalabalık aile nostaljisi yaşarken diğer yandan çekirdek ailelerimizin dağıldığına şahit olduk. Yeni model yetişkin-merkezli toplumlarda çocuğa yer yok. Çocuk hakkında tasarruf zaten ailede değil, uzmanı var, rehberi var, medyası var yani ne yemesi, nerede okuması ya da nasıl giyinmesi gerektiğine toplum olarak hep birlikte karar veriyoruz. Onlar çocuk olmadan birey olmayı öğreniyorlar. Zaten çocuk olsalardı tween ya da teen gibi ifadeler kullanmazdık. Şimdi de dijital çocuk diyoruz, Alfa diyoruz, X kuşağı vs diyoruz da diyoruz. Oysa 0-2 yaş bebeklik, 2-18 çocukluksa bu isimlerle onları çağırdığımızda masum olmayan bir sürece hizmet etmediğimizin farkına varırız.
Özdeğerlerini dijital platformlarda aradıkları için hesaplarında da bu değersizlik bilincini görmek mümkün. Eşikteki çocuk adlı kitabımızı, yazdığımızda 20 kız çocuğu ile görüşmeler yapmıştık. İlginçtir ki bir önceki Filtreli Güzellik adlı kitabımızda Türkiye güzelleri ve süper modellerle yaptığımız araştırma bulguları ile aynı sonuca ulaşmıştık. Kız çocukları da süper modeller gibi kendilerini eksik, parçalanmış ve kusurlu hissediyorlardı. Ve ben o zaman yani 2019'da şu soruyu sormuştum: Bu kız çocuklarının beş yıl sonraki durumları nasıl olacak?
Bir Netflix dizisinde de incelin 13 yaşındaki çocukların birbirini yaftalamasının konu olması ve cinayete varan sonuçlarla senaryolaştırılması aklımıza başka bir soruyu getiriyor. Acaba toplumda böyle bozukluklar var da medya mı işliyor yoksa medya bunları yeniden üreterek konuyu fetişleştiriyor mu? Belki de her ikisi? Zaten bu yüzden de sorunlar açmaz haline geliyor. Tablo karanlık ve karışık ancak ben sadece sorun konuşmanın da doğru olduğunu düşünmüyorum. Son araştırmalarım bana gösteriyor ki, gelecek merkezli yaşamak bizi anksiyete sahibi yapıyor ve daha sorunlu çocuklar yetiştirmemize sebep oluyor. Kariyer, hedef, yarın ve vitrin odaklı olmak yerine geçmişe de yüzümüzü dönerek başlayabiliriz. Türk kültürünü asla yabana atmayalım, arkamızda çok doğru modeller, kişiler var. Bu bağlar üzerine nasıl temellenmemiz gerektiğini keşfetmek zorundayız.
Erol Erdoğan / Sosyolog, Yazar
SAĞLIKLI GENÇLER İÇİN İYİ BİR ÇOCUKLUK ŞART
İnsan enerjisinin, anlam arayışının ve varlığını gösterme çabasının zirve yaptığı bir aşama olduğu için ergenlik dönemi hem gençler hem çevreleri tarafından doğru yönetilmelidir. Ergenlik döneminin iyi geçirilmesi yetmez, iyi bir çocukluk da şart. Gençlik hatta yetişkinlik dönemleriyle ilgili konuştuğumuz her şey çocuklukla alakalıdır.
Çocuklar ve gençler başta olmak üzere her yaştaki insanın şiddet eğiliminin artmasında birden çok neden var. Çocukluğunu oyunsuz ve arkadaşsız geçirmek, eline sürekli telefon veya oyuncak tutuşturularak aile muhabbetinden mahrum bırakılmak, ailenin tek evladı olması sebebiyle zaman zaman aşırı korumaya maruz kalmak, parçalanmış aile bireyi olmaktan dolayı duygu ve aidiyet karmaşası yaşamak, kariyerist motivasyonlarla sürekli yarış içinde olmak, huzur yerine başarıya odaklanmak, dostluk ve arkadaşlık yerine hep öne geçme çabasında olmak insanı anlamsızlaştırıyor, bencilleştiriyor, yalnızlaştırıyor. İnsan bunları aşmak için bazen şiddete, bazen intihara, bazen maddeye yöneliyor. Şiddet, acizliğin fark edilmesiyle ortaya çıkan bir gayriinsani bir telafi çabasıdır. İnsanın bu dünyada kendini anlamlı bulabilmesi yeteneklerini kullanması ve geliştirilmesiyle başlar.
Çocuk ve gençlik politikalarında yetenekleri, heyecanları, ilgilileri, merakları ihmal ederek anlamsızlığı artırıyoruz. Sürekli başarıya, kariyere, hıza, hazza, yarışmaya, galibiyete yönlendiriliyoruz. Modern ve kapitalist akımlar, her insan kendisinin tanrısı olsun istiyor. İnsanın bencillik atına binerek koşar adım tanrılaşmaya çalışınca ruh ve fıtrat bozumuna uğruyor.
İnsan ailede, mahallede, sokakta, okulda, iş yerinde, toplu taşımada, tribünde yani hayatın her yerinde kendini anlamlı, değerli, saygın, işe yarar ve sosyalleşmiş hissederse mutmainliği artar. Mutmainliğin zıddı ise ezikliktir, anlamsızlıktır, değersizliktir. Bir de, sürekli hakları anlatıp sorumluluklardan bahsetmemek, sorumluluk hissetmeyen ama taleplerini yüksek sesle haykıran bir toplum oluşmasına neden oldu. Böyle olunca da haklar ve sorumluluklar dengesi kurulamıyor, bu ise toplumsal barışı olumsuz etkiliyor. Hak ve sorumluluk dengesini hem öğretide, hem yaşamda sağlamalıyız.