Geçtiğimiz ay bir seminer programı için Viyana'daydım. Şehrin zarif sokaklarında yürürken, taş duvarların ardında yıllardır susan ama hâlâ konuşan bir oda vardı aklımda: Sigmund Freud'un terapi odası. Orada ne bir çığlık yükselirdi ne de büyük cümleler kurulurdu... Ama her sessizlik, bir iç dünyanın çatırdayışını anlatırdı. Seminerde, ruhsal dönüşüm, kalp yaraları ve insanın kendi içine yaptığı yolculuklardan konuştuk. Ama en çok bir katılımcının şu sorusu içime dokundu:
"Ayrılık acısı neden bu kadar uzun sürüyor?"
İşte o anda Freud'un yıllar önce söyledikleri geldi aklıma:
"Bilinçaltı, sevdiği şeyi bir anda terk etmez. Onu tanıdığı tüm yollarla tutmak ister."
Yani birisi gider... Ama biz onun hatırasını, kokusunu, sesini... içimizde tutmaya devam ederiz. Ve bazen sanırız ki; gidenin ardından sadece sessizlik kalır. Ama aslında...
YENİ BİR BENLİĞE DOĞRU
Zaman geçer. O başta dayanılmaz gibi görünen boşluk, zamanla seni taşıyan bir genişliğe dönüşür. Artık yokluğun acısıyla değil, varlığın farkındalığıyla yaşarsın. Çünkü ayrılık sana sadece birini değil, kendini de göstermiştir. Bir sabah uyanırsın. Pencereden süzülen ışık biraz daha anlamlı gelir. Bir şarkı çalar, ağlamazsın ama gülümsersin. Çünkü bilirsin: Artık eksik değil, eksilenle olgunlaşmışsındır. Yeni "sen" öyle kolay doğmaz. Acıyla yıkanır, sabırla şekillenir. Ama bir kere doğdu mu... Daha derin, daha güçlü, daha şefkatli bakarsın hayata. Aşkı tüketmek için değil, büyütmek için istersin. Sevdiğini tutmak için değil, özgürleştirebildiğinde sevebildiğini anlarsın.
Gidenin ardından kalan sessizlik, seni yutmadı. Sana kendini anlattı. Ve şimdi artık sessiz değilsin. Ama daha çok dinleyen, daha çok hisseden, daha çok yaşayan bir haldesin. Şunu unutma, yol arkadaşım... Bazı insanlar hayatından öylece çıkıp gitmez.Gitmeleri bir terk ediş değil, senin kendine dönüş biletindir. Onlar seni yarı yolda bırakmadı belki de... Senin kendi yolunu fark etmen için çekildiler. Çünkü bazen birinin gidişi, göremediğin aynayı önüne koyar. Sana seni unutturan her şey sarsılır ve bir sabah o aynada ilk kez gerçek halinle karşılaşırsın: Yorgun ama derin, kırık ama hâlâ yaşayan, ve en önemlisi - yeniden başlayabilecek kadar güçlü... Bazı acılar vardır, seni yıkmak için değil, içindeki enkazın altındaki hazineleri ortaya çıkarmak için yaşanır. Zannettiğin gibi kaybetmedin; belki de seni olduğun kişiden, olman gereken kişiye taşıyan köprüyü geçtin. Canını yakmış olabilir... Ama bazen doğumlar da sancılıdır. Ve bu senin yeniden doğuşundu. Ve evet... Kırıldığın o yer... İşte tam oradan sızar ışık. O çatlak, ruhunun nefes aldığı yerdir. Oradan içeri süzülen ışıkla artık daha net görürsün her şeyi: Kendini, geçmişini, sevilmeye değer yanlarını... Ve artık taşıman gerekmeyen yüklerini. Yolculuk devam ediyor dostum. Ama bu kez yola çıkan sensin. Ve artık biliyorsun: Hiç kimseyle tamamlanmana gerek yok... Çünkü sen zaten bütünsün.
GERÇEKTEN NEYE İHTİYACIM VAR?
Ayrılık sonrası bir sessizlik gelir. Ne telefondan bir ses, ne kapıdan bir ses, ne de içinden bir ses duyarsın... Önce bu sessizliği "yokluk" sanırsın. Ama aslında bu sessizlik, iç dünyanda başlayan yeniden yapılanmanın ilk sesidir. Çünkü insan, en çok kaybettiğinde kendine döner. İçindeki boşluk önce seni korkutur. Sanki o giden kişi, içinden bir parçayı da alıp götürmüştür gibi gelir. Ama zamanla anlarsın... O parça aslında hiç senin olmamış. Sadece ona yaslanmışsın. Şimdi ise kendi ayaklarının üstünde yeniden doğman için bir fırsat var. Ayrılık, insanın kendine sorduğu en derin soruların doğduğu yerdir: "Ben ne istiyorum?" "Gerçekten neye ihtiyacım var?" "Bu ilişki bana ne öğretti?" Bu soruların her biri, içsel dönüşümün anahtarıdır. Bu sorular o büyük sessizlikte yankılanır. Bu dönemi susturmaya çalışma. Kalbini dinle. Çünkü her ayrılık bir "gitmek" değil, bazen bir "uyanıştır."
DURUM ANLAM TEPKİ...
DAT sistemini daha önceki yazılarımda anlatırken, insanların yaşadıkları acıların aslında olayların kendisinden değil, o olaylara yükledikleri anlamlardan beslendiğini söylemiştim. Ve bu hâlâ geçerli. Hâlâ gerçek. Bir ayrılık yaşadığında, dışarıdan bakıldığında olan sadece bir "gitme"dir. Ama asıl yıkım, iç dünyanda kurduğun o hikâyenin çökmesidir. "Ben onsuz yapamam" dediğin yerden, "Ben kimim?" sorusu doğar. Çünkü bazen insan sadece birini değil, o kişiye yüklediği anlamı da kaybeder. İşte tam burada başlar dönüşüm: Durum aynı kalsa da verdiğin anlam değiştiğinde tepkin de değişir. Ayrılığı bir kayıp olarak mı görüyorsun? Kırıldığın, eksildiğin, yalnızlaştığın bir son mu? Yoksa seni kendine daha çok yaklaştıran, seni en çıplak halinle yüzleştiren, belki de şimdiye dek ihmal ettiğin o "öz benliğe" açılan bir yolculuk mu? Bazen en büyük fırtına, seni karaya vuran değildir. Seni kıyıya taşıyan odur. Ve o kıyı, dışarıda bir yer değil, içindedir. Bir daha kimseye anlatamadığın ama kendinle ilk kez tanıştığın o içsel kıyı... Unutma: Sessizlik, çoğu zaman bir boşluk değil, ruhunun yeniden kurduğu bir cümledir. Bunu anlamak için kulağını dış dünyaya değil, kalbinin en derin köşesine çevirmelisin. Çünkü bazı sözler sadece kalple duyulur. Ve o sözler, seni yeniden inşa eder.