Son Güncelleme: Cumartesi 23.05.2009
Türkan Saylan ve Hrant Dink
Vicdanlı ve insan odaklıydı ama Türkan Saylan aynı zamanda 'modern Türkiye' projesinin sahibi ve kazananıydı. Hrant ise 'Cumhuriyet projesi'nin kaybedeni, ihmal edileni, yok saydığı, 'yetimi' idi
SAYLAN PROJENİN SAHİBİYDİ
Türkan Saylan, Türkiye'yi 'muassır medeniyet seviyesine çıkarma,' projesinin ta kendisidir. Bu anlamda 'Atatürk'ün kızıdır.' Cumhuriyet'in kadın devriminin rol modellerindendir. İlk önce kendi hayatında geleneksel değerlerle mücadele etti. Otoriter babaya direndi. Mesleğini bırakmasını isteyince iki çocuğunu kocasına bırakıp gidebilmeyi göze aldı. Sonra toplumsal projenin örgütleyicisi oldu. Eğitimin kadınların kurtuluşu olacağına inandı ve sağlık konusunda verdiği paha biçilemez hizmetlerin yanı sıra Anadolulu binlerce kız çocuğunun eğitime ulaşabilmesini sağladı. Kemalizm'in homojen' yapısına sıkı sıkıya bağlı kaldı. Her zaman laikliğin elden gideceği korkusunu yaşadı. Bu nedenle üniversiteye türbanla girilmesine karşı çıktı. Bu kaygısı başında bulunduğu derneği, 'Cumhuriyet mitingleri'nin düzenleyicileri arasına soktu. Ancak hiçbir zaman darbeci olmadı. 12 Eylül darbesine karşı çıktığı gibi mitinglerin şirazesinden çıktığını görünce darbeye karşı olduğunu tekrarladı. Bu nedenle İzmir Mitingi'nde konuşturulmadı. En önemlisi Atatürk bir dogmaya dönüştürülürken, o 'sivilleşti'. Devletten bağımsızlaşmak gerektiğini fark etmişti. Çağdaş toplumun örgütlü toplum olduğunun farkındaydı. Tüm eğitim çabalarını özel kuruluşların bağışlarıyla gerçekleştirdi. Kısacası Saylan'ı tek bir şeye indirgeyerek anlamaya çalışmak ona haksızlık olur. Ama şunu söyleyebiliriz, Saylan, 'modern Türkiye' projesinin sahibi ve kazananıydı. Ama daha önemli bir şey var: Vicdanlıydı, insan odaklıydı. Sonunda kansere karşı vakur, ölüme karşı edepli oldu.
HRANT PROJENİN YETİMİYDİ
Hrant ise 'aşağıdan' geliyordu. Babası esnaf. Malatya'da dünyaya gelmiş. Ailesi dağılınca kardeşleriyle birlikte Gedikpaşa Kilisesi'nin yetimhanesinde büyür. Yedi yaşındadır daha. Yetimhanede serada çalışır. Temizlik yapar. Yemek yapar. Yetim çocuklar için Tuzla'da çalışarak kurdukları yaz kampının devlet tarafından ellerinden alınışına tanıklık eder. Büyür. Evlenir. Ermeni'dir. Bir de solcu olur. 12 Eylül darbesinde gözaltına alınır, işkence görür. Homojen değil, heterojen bir toplum hayal eder. Sessizleştirilen Ermeni vatandaşların yüksek volümlü sesi olur. Bir ezilen olarak ezilen Kürtlerin, türban yüzünden okuluna gidemeyen kızların yanında olur. Tehdit edilir ama vazgeçmez. 'Güvercin tedirginliği' ile yaşar ama korkuya yenilmez. Çekip gitmeyecek kadar bu ülkeyi sever. Daha önemlisi ufku geniş, kalbi sıcaktır. Her şeyden önemlisi vicdanlıdır. O, 'Cumhuriyet projesi'nin kaybedeni, ihmal edileni, yok saydığı, 'yetimi idi', sonunda kurbanı oldu. Aslında Saylan'ın bittiği yerde Hrant Dink başlar. Bir eşiktir. Hrant, Kürt meselesini, türban sorununu çözmüş, tarihle yüzleşmiş demokratik bir Türkiye'dir. Yani 'kurucu modelin' ileri götürülmüş, aşılmış halidir. Bu nedenledir ki, asker- sivil bürokrasi Saylan'ın cenazesine sahip çıkarken, Hrant'ın cenazesine sahip çıkmadı. "Hepimiz Ermeniyiz" sloganı devlet temsilcilerini de Saylan cenazesine katılanların bir kısmını da rahatsız etti. Yine de herkesin bir diğerinin evinin duvarını kırmızı boyayla işaretlediği günlerde, bu iki cenazenin bize anlatacağı bir şeyler olmalı. Bunun için tek bir ortak zemin var. O da demokrasi ve vicdan. Demokrasinin farklı düşünene tahammül etme, saygı gösterme rejimi olduğunu kavramak. Bunun yetmediği yerde ise Hrant'ta da, Saylan'da da olan insan sevgisi ve vicdanın peşinden gitmek. Her alandaki ideolojik keskinlikler, aidiyetler cemaat ruhu ancak düşmanlık yaratıyor. Oysa bu ne Saylan'ın ne de Hrant'ın istediği şey değildi. Saylan'la, Hrant birçok noktada yan yana durabilirdi, anlaşamadıkları zaman bile. Unutmamak lazım, Hrant diaspora Ermenilerine göre çok 'liberaldi'. İlk önce kendi içindeki fanatiklerle mücadele etti. Saylan ise evindeki darbecilerle. Korkularımızı aşmak zorundayız. Aklımız ve vicdanımız yerine kolay edinmiş kimliklerin ezberciliği çürütüyor bizi. Kanserli bir hücre, kangren olmuş bir gövde gibi. Eğer Kürtlerin, Ermenilerin, türbanlıların yok olduğu bir toplum özlemiyorsak. 'Ötekileri' gerekirse darbe ile susturmayı düşünmüyorsak. "Yaşam tarzını korumak isteyenlerin korkusu bizi ilgilendirmiyor," demiyorsak. Şimdi yeniden düşünmek zamanı. Geçen yazılarımın birinde kullanmıştım ama Ece Ayhan'ın o güzel dizesinin yine tam yeri: "Silgiler silerken silinirler."
EN SON HABERLER
- 1 Dünya Kupası'nın kısa tarihi
- 2 Neler oluyor bu kırmızı ete?
- 3 Erkekler sosyalleşmek kızlar eğlenmek istiyor
- 4 Türkiye sinemasının kalbini attıran adam
- 5 Buzun yıldızı kaydı!
- 6 Satrancın yeni şampiyonu, Manisa Doruk Koleji
- 7 Türk sinemasının hafızası ortaya çıkarılıyor
- 8 Müdavimler
- 9 Fiyat indirimi olmadı
- 10 Tek ırka odaklanmak yanlış