Son Güncelleme: Cumartesi 22.08.2009
Görkemli ‘soysuz’
Tarantino'nun son filmi Inglourious Basterds Naziler ve Yahudiler ilişkisinde kurbanla katilin yerini değiştiriyor. Filmlerine, insan ruhunun karmaşasına vakıf olmak için gitmediğimiz malum, ama Tarantino bize sinemanın hayatı çekilir kılma yollarından biri olduğunu anlatıyor
ÇOCUKLUK FANTEZİLERİ
Tarantino'nun 2000'lerde çektiği filmlerin tamamı, intikam fantezileri üzerine. Kill Bill Vol.1 ve Vol.2, Beatrice'in (Uma Thurman) kalleş çete arkadaşlarından; Death Proof, bir grup genç kadının kendilerini arabayla taciz eden manyak dublörden aldığı intikamın filmiydi. Inglourious Basterds da, Yahudiler'in II. Dünya Savaşı 'sırasında' üst düzey Nazilerden, yani birebir muhataplardan görkemli bir intikam alabilmesine dair hayali bir senaryo. Tarantino, kendisinin bu türden çocukluk fantezilerinin daha çok siyahlar adına Ku Klux Klan'cilerle ilgili olduğunu söylüyor. Inglourious Basterds, sinema aracılığıyla neredeyse rap yaparak (yani "sana şöyle ederim, böyle ederim" diyerek) rahatlamakla ilgili bir eser. Tabii bu sadece filmde olan bitenin genel çerçevesi. Basterds, her Tarantino filmi gibi, gerçeğinden daha estetik bir dünya alternatifi olarak sinema üzerine. II. Dünya Savaşı'yla ilgili film yapan başka bir yönetmen, bize muhtemelen senaryo aşamasında okuduğu tarih kitaplarından bahsederdi. Q.T. ise, röportajlarında elbette bu projeye hazırlanırken izlediği filmleri anlatıyor. Tabii başkalarının eserlerinden alınmış onca ilhama rağmen, Basterds sadece bir Tarantino filmine benziyor. Çünkü izlediğimiz sahneler, birebir sinema tarihinin kendisiyle değil, Tarantino'nun onlardan ne şekilde etkilendiği üzerine. Açılış jeneriğinde John Wayne klasiği Alamo'nun o çok tanıdık müziğini duyunca, insanın aklına Alamo'dan öte, müziğinin temsil ettiği hüzünlü fakat mağrur direniş teması geliyor. Aynı tatta orijinal bir müzik besteletmesi pek de zor olmazdı. Ne ki, birebir aynısını kullanmanın getirdiği komik bir 'kültürel paylaşım kutlaması' da var işin içinde. Filme asıl kimliğini veren binbir 'Tarantinoluk' olmasaydı, bu kutlamanın bir anlamı olmazdı.
YÖNETMENİN ÖZGÜN DÜNYASI
Basterds'ı izlerken, sinema tarihinin herhangi bir bölümünü değil, en çok yönetmenin kendi filmlerinde kurduğu özgün dünyayı düşünüyor insan. Rezervuar Köpekleri'nin finalindeki 'kördüğüm' çatışma sahnesinin, Pulp Fiction'ın restoran soygunundaki 'kara komik' gerilimin, II. Dünya Savaşı'na uyarlanmış hallerini izliyoruz. Filmdeki 'en Tarantino şey' ise, II. Dünya Savaşı aksiyonundan hayli uzak olması. Onun yerine Basterds'ın büyük kısmı, karakterlerin sakin sakin, tane tane konuşarak dolambaçlı, tuhaf, ama kendi içinde mantıklı birtakım çıkarımlarda bulunduğu anlardan oluşuyor. Tarantino kendini kahramanlarının pozisyonuna koyarak, onlar adına takıntılar ve gözlemler üretiyor. Karakterler farklı olsa bile, aslında hepsi yine onun ağzından, önemlinin önemsizleştiği, önemsizin önem kazandığı bir âlemden konuşuyor. 'Bastard'ın telaffuzundan yola çıkarak 'basterd' şeklinde ('e' ile) yazılmasını uygun görmek de, tam olarak böyle bir şey. Bu tür takıntıların toplamı, tek başına iyi bir film ortaya çıkarmaya yetmeyebilir. Ama aralarını, 'ciddiyete talip' nice yönetmenin kıyısından bile geçemeyeceği kadar görkemli bir sinemasallıkta anlarla (sürprizini kaçırmayayım) doldurduğu zaman, Tarantino'ya söylenecek tek bir şey kalıyor: "Çok şerefsizsin!"
HİTLER VE GÖBBELS SIKICI
Onun filmlerine, insan ruhunun karmaşasına veya hayatın gizemlerine vakıf olmak için gitmediğimiz malum. Ama sinemanın hayatı çekilir kılma yollarından biri olduğunu hatırlamak ve bundan gayet çocukça zevk almak gibi bir niyet varsa, doğru adresteyiz. Bugüne dek, etkilendiği film türlerinin birçoğuna el attı. Geriye sadece 60'lar ve 70'lerin İtalyan korku filmleri ile Fransız Yeni Dalga'sı kaldı ki, ihtiyarlık yıllarında Yeni Dalga aşk-meşk filmlerini Tarantinoca bir gevezelikle yorumlamasını ve filmsel drama yaratmadaki gücünü oraya uyarlayarak hepimizi şoke etmesini şiddetle umuyorum. Bu 'hayran fantezisi'nden sonra Basterds'a dönecek olursak; filmdeki en sıkıcı unsurlar, Hitler ve Göbbels'in varlığı. "Nein! Nein! Nein!" diye bağıran bir Hitler'i izlemenin, artık ne eleştiri ne de mizah adına kimseye pek bir hayrı kalmadı (Ku Klux Klan'cileri bile tercih ederdim.). Filmin destek çıktığı belki de en anti-faşist fikir, 'gerçek'in katılığına isyan etmesi ve gerçekleri anlatma iddiasına girmeden, ama fantezi düzleminin altını da çizerek, tarihi istediği gibi eğip bükmesi. Basterds'da Nazilere karşı uygulanan eylemin adının 'Operation Kino' olması son derece manidar. Ne de olsa II. Dünya Savaşı döneminde Avrupa'dan kaçan Yahudi yönetmenler, sanatsal yaratıcılıklarıyla Hollywood'u ihya etmişlerdi. Savaşçılıkla özdeş Kızılderililer ile, 'kurban'lıktan sıyrılarak askeri ve 'ajansal' marifetleri yeni yeni film konusu olmaya başlayan Yahudi halkının tarihsel kaderini birbirine benzetmek mümkün değil. Fakat gerçek şu ki, herhangi bir konuda derdini anlatıp ruhunu iyileştirmek ve bazen de isterseniz 'hayattan intikam almak' adına, sinema yapmaktan daha etkili bir araç bulmak zor. Bunu da, sinemacı olmasa 'bir tuhaf film manyağı' olarak ömrünü harcayacak Tarantino'dan daha iyi kimse bilemez.
EN SON HABERLER
- 1 Dünya Kupası'nın kısa tarihi
- 2 Neler oluyor bu kırmızı ete?
- 3 Erkekler sosyalleşmek kızlar eğlenmek istiyor
- 4 Türkiye sinemasının kalbini attıran adam
- 5 Buzun yıldızı kaydı!
- 6 Satrancın yeni şampiyonu, Manisa Doruk Koleji
- 7 Türk sinemasının hafızası ortaya çıkarılıyor
- 8 Müdavimler
- 9 Fiyat indirimi olmadı
- 10 Tek ırka odaklanmak yanlış