Avatar'ın yeni romantik estetiği
İngiltere'de karlı bir akşam seyrettiğim Avatar, başından sonuna haddinden fazla stilize edilmiş bir estetik sunuyor. Filme 'yeni romantik' deme taraftarıyım
YENİ ESTETİK, YENİ GÜZELLİK
Filmin başından sonuna kadar, haddinden fazla stilize edilmiş bir estetik var karşımızda. Yani, 'güzellik' dediğimizde aklımıza gelebilecek bütün şablonlar, kalıplar karşımızda bu defa üç boyutlu olarak duruyor. Neredeyse akıl dışı bir orman görüntüsü, hepsi insanı şaşırtacak kertede ayrıntılı olarak işlenmiş ve 'anıtsallaştırılmış' diğer doğa elemanları izliyoruz: Göller, şelaleler, yaratıklar, çiçekler. Canavarlar bile bütün ürkünçlüklerine rağmen müthiş etkileyici ve estetik bir hale sokulmuş. Köpek mi kurt mu olduğu belirsiz ceylan gibi hayvanlar (diyelim), uçak gibi kullanılan kuşlar (bunların Yunan mitolojisinden gelen Pegasuslardan esinlenildiği -at değiller ama at gibi kullanılıyorlar- gün gibi ortada, zaten filmde arkaik, arketipik olmayan bir tek eleman yok), onların en büyük ve güçlüsü, çok etkileyici bir görsellikle/güzellikle bütünleştirilmiş. Basınca ışıklar saçan çimenler, uçuşan tüy/deniz anası benzeri diğer canlılar, dokununca bir çember gibi dönerek kapanan çiçekler ve daha neler, neler. Çok etkileyici bir ortam. Ne anlama geliyor bu? Sorunun yanıtını vermeden önce şunu belirteyim. Romantik edebiyat dediğimiz, İzlenimci sanat dediğimiz yaklaşımlar için bu tahayyül mertebeleri söz konusu bile değildi. Bundan çok daha kısırları, kısıtlıları anlatıldı. Gene de insanlar onlardan derecesiz ölçülerde etkilendi. Şimdi teknolojinin yardımıyla, imgelemin izin verdiği en uç noktaya götürülmüş olan bu estetiği kabul mü edeceğiz ret mi edeceğiz? Bir kere bu estetiğin 'maksimalist' bir anlayışla bütünleştiği açık. Biraz daha zorlarsak, gerçekle kurduğu ilişki bakımından da bu estetiğin sorunlu olduğunu öne sürmek ve onu kiçe yakın bulmak mümkün. Ne var ki, ben bu estetiğin tam da bu nedenden ötürü kiç olmadığını öne süreceğim. Nedeni şu. Kiç, tekrara dayalı, gerçeklikle ilişkisi kopuk ama gerçekmiş gibi sunulan bir tarzdır. Oysa filmde izlediğimiz estetik bize filmolojinin bir özelliğiyle yansıyor. Başta izlediğimizin gerçek(lik)le hiçbir ilişkisi olmadığını biliyor, bu estetiğin gidebildiği kadar uzak noktaya erişmesini gözetiyoruz. O estetiği kendi yalıtılmışlığı içinde izliyoruz. Dolayısıyla da onu mutlak bir muhayyilenin 'zaferi' olarak ele alıyoruz. Hal böyle olunca da, sanatın özünde yatan bir temel dürtüyü onunla bütünleştiriyoruz: Gerçekte yaşayamayaca-ğımız şeyleri (eylem, nesne, görüntü) bize yaşatan alan. O nedenle ben bu estetiğe 'yeni romantik' demekten yanayım. Ne yalan söyleyeyim, soğuk, karlı, çok mutlu olduğum geceye, sinemadan, bir de içim ısınmış olarak çıktım. Gençler beni ekip geceye karışıyordu...
* 2009 YILININ SİNEMA OLAYLARI İÇİN TIKLAYIN
EN SON HABERLER
- 1 Dünya Kupası'nın kısa tarihi
- 2 Neler oluyor bu kırmızı ete?
- 3 Erkekler sosyalleşmek kızlar eğlenmek istiyor
- 4 Türkiye sinemasının kalbini attıran adam
- 5 Buzun yıldızı kaydı!
- 6 Satrancın yeni şampiyonu, Manisa Doruk Koleji
- 7 Türk sinemasının hafızası ortaya çıkarılıyor
- 8 Müdavimler
- 9 Fiyat indirimi olmadı
- 10 Tek ırka odaklanmak yanlış