Pazar 21.02.2010
Son Güncelleme: Cumartesi 20.02.2010

Berlinale'den film notları

Roman Polanski'nin Ghost Writer 'ından Thomas Vinterberg'in Submarino'suna, Semih Kaplanoğlu'nun Bal filminden Beat kuşağını anlatan Howl'a, 60. Berlin Film Festivali birbirinden ilginç filmlerle doluydu

Altın Ayı için yarışan 20 filmden üçte ikisini (14 tanesini) izlemiş olarak, filmlerin ortalamanın biraz üzerinde olduğunu söyleyebilirim. Her ne kadar herkesin hemen ittifak edeceği başyapıtlar pek yoksa da... Ama sanırım böylesi o kadar azaldı ki... Büyük festivallerde bile pek gözükmüyor. Her zamanki gibi siyasete ve çağdaş dünya sorunlarına yer veren bir festival sunan Berlin'de bu açıdan ilginç filmler vardı. Örneğin İranlı Raffi Pits'in Alman desteğiyle çektiği Avcı, karısı ve kızı göstericilerin içine karışan ve polisin açtığı ateş sonucu ölen bir güvenlik görevlisinin, çılgın öfkesi içinde uzun menzilli silahına sarılarak iki polisi öldürmesini ve peşine düşen iki polis tarafından bir ormanda kıstırılmasını anlatıyordu. Pitt'in filmi Kiarostami'yi hatırlatır biçimde kent ve doğa manzaralarına bol yer verirken, simgesel ve ekonomik anlatımıyla hayli etkileyiciydi. Afgan kökenli Alman yönetmeni Burhan Kurbani'nin Kelime-i Şehadet'i Berlin'de yaşayan bir avuç Müslümanı ele alıyor, hemen hepsi Türk olan kahramanları aracılığıyla İslam'ın bu çağda insanoğlunun çok çeşitli sorunları karşısındaki tavrını sorguluyor ve onun, yabancıların sandığı gibi klişelere ve önyargılara indirgenecek tek bir yüzü değil, çok farklı yüzleri olduğunu gösteriyordu. Zamanımızın temel tartışmalarından birine ışık tutan önemli bir filmle...
POLANSKI'DEN USTA İŞİ FİLM
Siyaseti bir gerilim romanı/filmine malzeme olarak ele alan, usta işi Roman Polanski filmi Hayalet Yazar ise yönetmenin bu alandaki üstün becerisini bir kez daha belirliyordu. Ama Tony Blair benzeri bir eski İngiliz başbakanının CIA'yle ilişkilerini odak alan bu gerilim öyküsü, yine de türüne çok önemli katkıları olan bir film değildi. İnsanoğlunun ruhuna yönelik kimi daha kişisel filmlerin fonunda da, kimi zaman siyaset duruyordu. Açılış filmi olan ve Lisa Lu'nun rol aldığı Çin yapımı Ayrı ve Birlikte, fonda ele aldığı Tayvan'ın kıta Çini'nden ayrılması olayına karşın, ön planda bu ayrılmanın dramını yaşayan, şimdi çok yaşlanmış kahramanlarının sorunlarını işlemedeki incelikle ilgi çekti. Japon filmi Caterpillar da, yine fona belli bir dönemin çok özel koşullarını yerleştirmişti: Savaşta azgın Japon milliyetçiliğinin kışkırtmasıyla bir dünya savaşına katılıp acı yenilgiyi tadan İmparatorlarının Japonyası... Ancak asıl önemli olan, ön planda yaşananlardı: Savaşın hemen başında ağır biçimde yaralanıp kol ve bacaklarını yitiren, yüzü bir canavara dönmüş bir askerin, evinde genç karısıyla yaşadıkları... Savaş filmi, siyasal polemik, psikolojik irdeleme, korku filmi ve farklı bir seksin gözlemlerini harman eden bu filmin herkes için olmadığı kesindi ama garip çekiciliği de yadsınamazdı. Çin ustası Zhang Yimou'nun Bir Kadın, Bir Silah ve Bir Aşçı Dükkânı, Amerikalı Coen kardeşlerin ilk ve ünlü filmi Kansız'ı bir kültür aşısıyla Mandarin döneminin Çini'ne ve bir kara komedi boyutlarına taşırken, çok heyecan uyandırmadı. Bir dönemin iddialı Danimarkalısı Thomas Vinterberg, Submarino ve genç Romen sanatçısı Florin Serban, Islık Çalmak İstiyorsam Çalarım filmlerinde, farklı biçimde de olsa temelde aynı şeyi anlatır gibiydiler: Çağımızın genç insanlarının içine düştüğü/düşürüldüğü o korkunç şiddet duygusu. Yaşamıyla, gündelik deneyimleriyle, kültürüyle ve eğlencesiyle şiddet... Ama ikisi de belli ölçüde ilginç olmalarına karşı, yeterince yaratıcı olamıyorlardı.
KUZEY AVRUPA MİZAHI
Şiddeti İngiliz tarzı kara komediyle Kuzey Avrupa mizahının tipik ve başarılı bir karışımı olarak sunan Norveç filmi, Hans Petter Molland imzalı Bir Tür Centilmen ise bana çok sempatik gözüktü. 12 yıl yattığı hapisten çıkan ve bir yandan onu yeni suçlara yöneltmek isteyen eski gangster patronunun, öte yandan kendisinden uzaklaşmış oğlunun ve de yeni tanıştığı kadınların etki alanına giren adamın öyküsü çok başarılıydı. Ve en azından başoyuncusu, Norveçli usta aktör Stellan Skarsgard'a ödül getirmesi kaçınılmaz gibiydi. Başka? Alman filmi Soyguncu, hapisten çıkmış azılı bir banka soyguncusu, aynı zamanda da maraton koşucusu kahramanının gerçek hayattan alınmış öyküsünü anlatırken, nedense yeterince inandırıcı olamıyordu. Amerikan filmi Greenberg, yönetmeni Noah Baumbach'ın önceki filmleri havasında, Hollywood dekoru önünde yaşanan bir modern ilişkiyi anlatırken, sevimli, ama fazla gevezeydi. Diğer Amerikan filmi Howl ise çok daha ilginçti: Şiir sanatını yenileyen ve eşcinsel yaşamıyla da tepki alan ünlü Amerikan şairi Allen Ginsberg'in öyküsünü verirken, mahkeme filmi, klasik biyografi, belgesel bölümler ve de şiirin anlamını görselleştirmeye yönelik özgün bir canlandırmayı birleştiren mozaik yapısıyla, filmi sinemada yapılmış en iyi ve yaratıcı biyografilerden biri saymamak mümkün değil.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.