Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Yeni kuşaklar için TMT

Elmas; 17 Ekim 1959 tarihinde, yani 27 Mayıs 1960 darbesinden yalnızca altı ay önce Doğu Akdeniz'in -yıllar sonra iki kahraman şehidimizin naaşlarının da bulunacağı- bin küsur metrelik sularının dibine gömüldü.

Elmas; 6 bin bomba, 500 tüfek ve çok sayıda mermi yüklü olduğu halde Kuzey Kıbrıs'a giden Türk teknesinin adıydı. Ve Türkiye'den Kıbrıs'a kendi özel olanaklarıyla silah taşırken Akdeniz'de boğulup ölen 'bereketçi' (Silah taşıyanlara verilen isim) bir mücahidin soyadından ilham alıyordu.

(22 Haziran 2012'de Suriye rejiminin düşürdüğü uçakta şehit olup Akdeniz'den cenazeleri çıkarılan iki pilotumuzun isimlerini de anıp, rahmet dileyelim: Gökhan Ertan ve Hasan Hüseyin Aksoy.)

Batırılan tekne, 1958 yılında Özel Harp Dairesi tarafından kurulan Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı'na (TMT) silah götürüyordu. Ancak devriye gezen bir İngiliz muharip gemisi Elmas'ı fark edince üç kişilik mürettebata "Tekneyi batırın" emri verildi. Bu emri veren kişi TMT'nin kurucularından Özel Harpçi Binbaşı İsmail Tansu idi.

Tansu, TMT'nin Lideri olan Özel Harpçi Daniş Karabelen'in yardımcısı bir albaydı. TMT'nin kuruluş projesi olan Kıbrıs'ın İstirdat (geri alma) Projesi'ni, kısa adıyla KİP'i hazırladı.

İsmail Tansu, TMT üzerine yazılmış en iyi kaynak olan Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu adlı kitabın yazarı. 2015'te vefat eden Tansu, 2008'de Ankara'da yaptığımız görüşmede bana Elmas'ın batırılması olayının ayrıntılarını anlatmıştı. Tansu, 27 Mayıs İhtilâli'nden üç ay sonra, 2 Eylül 1960 günü emekli olup TSK'dan ayrıldı. Bu, manidardır. Herkesin uyuduğu ya da uyuyormuş gibi yaptığı zamanda ordudan ayrılması anti-darbeci olduğunun da kanıtıdır.

BİR BAŞKA AÇIDAN 27 MAYIS

Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de bir başka açıdan 27 Mayıs'ı anlatacağım. Zira Kıbrıs'ı ve TMT'yi anlamadan 1960 darbesinin dış dinamiklerini anlamak imkânsız. Önce bir hatırlatma: Haşmet Babaoğlu geçen perşembe günkü yazısında şu kritik cümleyi sarf etti:

"Yıl 1954...

Bir milletvekilinin sorusu üzerine dönemin Demokrat Partili Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü 'Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur' demişti."

Ardından da özetle Köprülü'nün halefi Fatin Rüştü Zorlu'nun (Yeni kuşaklar için not: 27 Mayıs'tan sonra idam edilen Dışişleri Bakanı) gelişi ile Kıbrıs'ı mesele edinmeye başladığımızı ve Menderes hükümetinin dış dinamikler nedeniyle, özellikle de Kıbrıs 'yüzünden' hedef alındığını yazdı. Özetin de özetini yapalım:

Kıbrıs'ın Türkiye açısından bir dış dinamik olarak kalmasını isteyen harici odaklar, iç dinamikleri harekete geçirerek darbeyi tertiplediler.

Ve bunu bir soruyla açayım: Kıbrıs'a silah yardımı ne zaman sonlandırıldı? Cevap: 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra… 'Başvekil' Adnan Menderes, her ne kadar TMT'yi kurmadan önce NATO'yu karşısına almaktan çekinse de sonra riski üstlenmişti. Fatin Rüştü Zorlu, TMT'yi benimseyen ilk devlet adamıydı. Menderes'i ikna etmesi biraz zor oldu. Çünkü o günlerde ABD'nin ekonomik desteğine ihtiyaç duyan Menderes, Kıbrıs konusunda daha yumuşak bir profil çizmekten yanaydı. Beş ay sonra Menderes projeyi kabul etti ve TMT konusu Genelkurmay Başkanı'na havale edildi.

Menderes, NATO menşeli bir darbenin ardından idam edildiyse biraz da bu sebepledir cümlesi yanlış olmaz. Ve daha iddialısını söyleyeyim: Boşuna değildir Özel Harp Dairesi'nin TMT olayından sonra hedef seçilmesi. (Çünkü TMT, Türk derin devlet aklının NATO/ABD gladyosuna rağmen yürüttüğü ilk operasyondur.) Ve yine boşuna değildir, Kıbrıs'ın 1960 darbesinden sonra unutulması… Uzun bir süreliğine… 1974'e kadar…

1950'li, 60'lı ve 70'li yılların Türkiyesinde NATO/ Gladyo çizgisinin dışına çıkmak suikasttan darbeye ABD menşeli bir dizi komplo faaliyetine mesnet teşkil ederdi. Adnan Menderes, 1960 darbesinden önce Türk Mukavemet Teşkilatı'nı (TMT) milli amaçlarla kullanmaya çalışmasının bedelini canıyla ödedi. Zira TMT, Türkiye'nin NATO ve Gladyo'ya rağmen milli imkânlarıyla kurup desteklediği bir örgüttü. Bugün Doğu Akdeniz'de haklarımızı savunabiliyorsak, Mavi Vatan meydan okuması ile dünyaya gerekli mesajı verebiliyorsak bu, inkâr edilemez ölçüde TMT sayesindedir.

Türkiye, Elmas yakalanana kadar ve hatta sonrasında Kıbrıs'a pek çok kez silah ve mühimmat gönderdi. Ankara'daki TMT merkezinde bulunan İsmail Tansu, İngiliz gemisinin, teknenin varlığını fark ettiğini anlayınca Elmas'ın mürettebatına şu mesajı geçti:

- Elmas'ı hızla su alacak şekilde delin. Üçünüz de lastik botla kıyıya doğru yaklaşın. Yakalanırsanız önceden söylediğim şekilde ifade verirsiniz. Allah yardımcınız olsun.

'Bereketçiler' şu cevabı verdi:

- Emredersiniz. Vatan sağ olsun, TMT var olsun.

TMT'nin ilk kurulduğu dönemlerde Ada'ya silah taşıyan gençlerden bazılarının bile örgütün varlığından haberi yoktu. 1958'de Kıbrıs'tan Anamur Limanı'na gelen üç Kıbrıslı genç MİT Adana Bölge Başkanlığı'nda (Dönemin Bölge Başkanı Fuat Doğu idi) istihbaratçılar ve İsmail Tansu tarafından sorgulandı. Tansu sorgu sonucunda bu gençlerin iki hafta önce kurulan TMT'den bihaber olduğunu anladı. Sorgu bittikten sonra gençler silah yüklü bir tekneyle Ada'ya gönderildi. İlk sevkiyat 16 Ağustos 1958'de yapıldı. Sonra, darbe olana kadar düzenli biçimde devam etti. Bu sevkiyatlarda denizde fırtınaya yakalanıp şehit olanlar, Ada'da arabayla iç kesimlere silah taşırken Rum örgütü EOKA tarafından yakalanıp öldürülenler oldu.

Bununla birlikte eski TMT mensuplarının anlatımlarına göre -olayın henüz farkında olunmadığı dönemlerde- İngilizlerin eskortu ile silah sevk edildiği bile vakiydi. Silahlar daha çok Mersin'in Taşucu Limanı'ndan yüklenir ve Küçüksu'dan Kıbrıs'a çıkarılırdı. Ayrıca Anamur'dan ve İskenderun'dan da tekneler kalkardı.

TMT'yi kurmak üzere Ada'ya giden ilk kişi Özel Harpçi Albay Rıza Vuruşkan'dı. Rıza Vuruşkan'ın (Rahmetli soyadıyla müsemma bir vatansevermiş) kod adı Bozkurt idi. (Kimi kaynaklarda Başkurt diye de geçiyor.) Vuruşkan, 31 Temmuz 1958 günü beş kişilik ekiple gelmişti Ada'ya. Seyahat ettiği pasaportta 'Ali Conan' yazıyordu. Sahte soyadı, muhtemelen fantastik çizgi karakter Conan'a göndermeydi.

Kıbrıs'a İş Bankası'nın Lefkoşa şubesi müfettişi maskesiyle gitmişti. Silah sevkiyatı onun gidişinden sonra başladı. Bu arada TMT üyelerine Kıbrıs'ta ve Türkiye'de askeri eğitim verildi.

Elmas battıktan sonra tüm dünya, Türkiye'nin, Ada'da Türkleri katleden Rum çetelerine karşı soydaşlarını silahlandırdığını anladılar. Olay dünya basınında haber oldu. Rum lider Makarios herkesi ayağa kaldırdı.

Oysa kendileri, Kıbrıs'ta Yunan Ordusundan Albay Grivas liderliğinde EOKA adında silahlı bir örgüt kurmuşlardı ve Türkleri Ada'dan silme planları yapıyorlardı.

İngiliz yazar Lawrence Durrell'in Kıbrıs'ın Acı Limonları adlı kitabında EOKA'nın nasıl silahlandırıldığı anlatılır. Durrell'in, kitabın notlarını tutarken Kıbrıs'taki İngiliz istihbaratında görevli olduğunu da anımsatalım.

Türkiye, Kıbrıs'a silah gönderdiği iddialarını ulusal güvenlik gereği hep reddetti. İngilizler ve Rumlar, Elmas'ı Akdeniz'in derinliklerinden çıkarmaya çalıştılar, ancak bunu başaramadılar. Elmas'ı batıran mürettebat 'uluslararası kamuoyunun tepkilerini dindirmek için' Türkiye'de yargılandı. Mürettebatın avukatı TMT'nin 'Toros' kodlu mücahidi Rauf Denktaş'tı.

Kıbrıs'ta EOKA'nın Türklere yönelik saldırılarına karşılık vermek amacıyla 1956 yılında Volkan Örgütü kurulmuştu. Bu dönemde Fazıl Küçük tarafından kurulmuş olan Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği ve Kara Çete gibi diğer örgütler başarısızlığa uğrayarak Volkan'a katıldı.

TMT'nin fikri tohumları, 23 Kasım 1957 akşamı Lefkoşa'da Kıbrıs Büyükelçiliği görevlisi Mustafa Kemal Tanrısevdi'nin evinde, Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi tarafından atıldı. Denktaş, 2 Ocak 1958 günü Fazıl Küçük'le gittiği Ankara'da Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'yla görüştü ve konudan bahsetti. Zorlu Denktaş'a şayet gönderirlerse silah alıp alamayacaklarını sorunca Denktaş alabileceklerini söyledi. Zorlu konuyu Genelkurmay Başkanlığı'na bildirdi. Birkaç ay sonra örgütün kurulması için izin çıktı. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin adının bu olaya karıştırılmaması da istendi. Bir başka deyişle casuslara söylenen klişe ilke burada da geçerliydi: "Yakalanırsan seni tanımam."

Nisan 1958'de Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş TMT'nin yapılanmasının ayrıntılarını konuşmak üzere Ankara'ya çağrıldı. Toplantıda 1958-60 arasında örgütte görev alacak 23 Türk askerinin adı belirlendi.

Rıza Vuruşkan'ın Ada'ya gidişinden kısa bir süre sonra altı subay daha Kıbrıs'a gönderildi. Örgütün kurulmasının ardından kişiliği, yaşı ve sağlığı itibarıyla uygun görülenler yemin ederek örgüte üye oldular. TMT üyesi olmak için yemin eden mücahitlere bir tutanak imzalattırılırdı. Gizli tutulan bu belgeye Nişan Yüzüğü kod adı verilirdi.

Ağustos 1958'de TMT'nin ilk hücresi kurulmuş oldu. Örgüt 18 yaşını geçmiş erkek veya kız gençlerle oluşturulacak, örgüte alınanların Türkiye'de veya Kıbrıs'ta eğitimden geçirilmesi zorunlu olacaktı. Örgüt mevcudu kısa vadede 5 bin, uzun vadede 10 bin olarak planlanmıştı. 1960 öncesinin hazırlıkları sayesinde Kıbrıs Harekâtı'nın başladığı 20 Temmuz 1974 tarihinde TMT üyesi 17 bin mücahit bulunuyordu.

TMT, 5 kişilik hücreler şeklinde örgütleniyordu. Her hücre bir 'oğul'du. Hücreler bir araya gelip bölüğü, yani 'petek'i oluşturuyordu. Tabur da peteklerden meydana geliyordu ve bu birimin adı da 'kovan'dı.

MENDERES'İN ÖDEDİĞİ DİYET!

Bunları yeni kuşaklara anlatmak lazım. Bilhassa da Kıbrıslı yeni kuşaklara… Çünkü o toprakların nasıl bize yâr olduğunu tam olarak bilmiyorlar. FETÖ'nün cemaat olduğu zamanlarda (2011'de) cemaatçilere hitaben yazdığım bir şey vardı: "Bir devlet mi ele geçirmek istiyorsunuz? Önce Kıbrıs'a gidin, oradaki yavru devlette staj yapın, Türk devlet aklı sizin bu stajdan geçtiğinizi düşünürse belki Ankara'yı da size verir. Ama hiç zannetmiyorum."

O dönemde bunları yazabilmek kolay değildi. Bu yüzden hem cemaatçiler, hem de daha önemlisi Kıbrıslı gençler buna tepki gösterdi. Kıbrıs'tan "Bunları niye bize yolluyorsunuz?" yollu tepkiler işittim. Elhak haklılardı. Her ne kadar KKTC'nin Avrupa Birliği'ne entegre olmasını isteseler de onların ortak bilinçdışında TMT gibi bir arketip var. Büyüklerinden dinledikleri öykülerle kafalarında oluşmuş bu mitsel arketipi bilgiyle somutlaştırmak lazım gençlerin zihinlerinde.

Son olarak Nâzım Hikmet Ran'ın bir şiiriyle kapatalım. Zira darbeden yalnızca 11 ay önce, 25 Haziran 1959'da yazdığı 'Kore'de ölen bir yedek subayımızın Menderes'e söyledikleri/Diyet' adlı şiirinin son dizeleri enteresan. Nâzım'ın, kimileri için bir 'tabu' olduğunu bir anlığına unutup, yazının sonundaki soruyu sormaktan da sakınmayacağım.

"Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,

Ölüler otomobilden hızlı gider,

Kör gözlerim,

Kopuk ellerim,

Kesik bacaklarımla peşinizdeyim.

Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,

Göze göz,

Ele el,

Bacağa bacak,

Diyetimi istiyorum,

Alacağım da."

Bu bir ilham mıydı, bir istihbarat mı, yoksa salt muhalif bir dilek mi?

Kimse bu sorunun yanıtını kesin olarak veremez. En fazla üçüncü seçenek ağır basıyor diyebilirsiniz. Gelgelelim söylenebilecek tek kesin şey, bu mısralarda bahsi geçen 'diyet'in kısa bir süre sonra ödendiği. Darağacı'nda…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA