Geçtiğimiz günlerde bir seminer programı ve ney dinletisi için Avusturya'nın zarif ve tarih kokan şehri Salzburg'daydım. Bu şehir, yalnızca mimarisiyle, doğasıyla ya da sokaklarındaki huzurla değil; en çok da müzikle anılıyor. Çünkü Salzburg, müziğin hiç büyümeyen dâhi çocuğu Wolfgang Amadeus Mozart'ın doğduğu yer. Dünyaya gözlerini burada açtı ve ilk melodilerini burada duydu. Belki de bu yüzden bu şehirdeki hava bile biraz daha notalı, biraz daha melodik...
Aynı şehirde bir konser vermek ve müzikle orada insanlara dokunabilmek, benim için unutulmaz bir deneyimdi. Her sokakta bir nota, her taşta bir ezgi hissediliyor. Şehrin ruhu, müzikle yoğrulmuş gibi.
Programımın ardından Mozart'ın doğduğu evi ziyaret ettim. Duvarlar, pencereler, eski mobilyalar... Hepsi yüzyıllar öncesinden bugüne bir şeyler fısıldıyor gibiydi. Ben de o evin içinde dolaşırken, onun hiç bitmeyen yaratıcılığının, hayranlık uyandıran neşesinin ve üretkenliğinin izlerini ve köklerini aradım. Sadece bir müzik dehasını değil, aynı zamanda içindeki çocuğu hiç kaybetmemiş bir ruhu anlamaya çalıştım.
Ve orada bir kez daha şunu gördüm: Mozart, sadece çok iyi bir besteci değildi. O, içindeki çocuğu yaşatmayı seçmiş, büyüse bile ruhunun oyun alanını kaybetmemiş bir insandı. Belki de onu bu kadar özel ve kalıcı yapan şey, işte tam olarak buydu.
Mozart'ı bu kadar üretken, yaratıcı ve benzersiz kılan şey neydi, hiç düşündünüz mü?
Evet, olağanüstü bir yeteneğe sahipti. Ama sadece yetenek, bu denli etkileyici bir iz bırakmak için yeterli değildir. Onu daima diri, canlı ve üretken kılan şey; içindeki hiç sönmeyen tutku, heyecan ve meraktı. Bu üç duygu, bir insanın içindeki çocuğu yaşattığı sürece var olur. Ve Mozart, içindeki çocuğu asla susturmadı.
Yeni bir ses keşfetmek onun için sadece müzikal bir deneyim değil, adeta bir oyun gibiydi.
Saatlerce aynı melodinin peşinden gitmekten yorulmuyor, aksine her tekrarında daha da coşuyordu. Tıpkı bir çocuğun aynı oyunu defalarca oynamasına rağmen her seferinde yeniden heyecanlanması gibi... Onun notaları sadece teknik bir ustalığın ürünü değil, içinden taşan canlı bir ruhun izleriydi.
Mozart'ın müziğini dinlerken hissettiğimiz o tazelik, işte bu içsel çocuğun sesi. Hayata her gün yeniden bakan, her şeyi ilk kez görüyormuş gibi şaşıran, denemekten korkmayan bir ruhun yankısı...
Ne zaman ki bir insan "Artık büyüdüm, çocukluk geride kaldı" der, işte o zaman öğrenmeye olan açıklık da, şaşırma kabiliyeti de yavaş yavaş sönmeye başlar. Oysa ki ruhsal gelişimin, içsel yenilenmenin ve gerçek mutluluğun kapısı, işte bu üç duyguyla açılır: Tutku, heyecan ve merak.
Mozart bunu bize adeta notalarla anlatıyor.
Eğer bir ömür boyu yaratıcı, canlı ve ilhamla dolu kalmak istiyorsak, içimizdeki çocuğun sesini kısmamalıyız. Onun sorduğu soruları duymalı, hayata onun gözleriyle bakmayı denemeliyiz.
Çünkü o çocuk; içimizdeki en saf, en dürüst ve en yaratıcı hâlimizdir.
İşte bu yüzden sana da bir davetim var:
İçindeki çocuğu yeniden hatırla.
Sadece geçmişin değil, geleceğin de bu çocukta saklı.
Yeni bir şey öğrenirken heyecanlanmaktan utanma. Hayata tutkuyla yaklaşmaktan korkma.
Ve en önemlisi: merak etmeyi bırakma.
Çünkü o çocuk yaşadıkça, sen de gerçekten yaşarsın.
Mozart'ın hayatı bize sadece müziğin değil, yaşamın kendisinin de bir sanat olduğunu gösteriyor.
Onun öyküsüne baktığımızda, yalnızca bir besteci değil, aynı zamanda içindeki çocuğun sesine hep kulak vermiş bir ruh görüyoruz.
İşte bu yönüyle Mozart, hepimize çok kıymetli bir hatırlatma bırakıyor: Gerçek yaratıcılık, gerçek mutluluk ve gerçek gelişim, içimizdeki o çocuğun sesine kulak vererek mümkün.
Büyümek; sorumluluk almak, olgunlaşmak, kendimizi geliştirmek elbette önemli. Ama bu süreçte çoğumuz farkında olmadan bir şeyi kaybediyoruz:
İçimizdeki o saf, meraklı, heyecan dolu çocuğu...
Oysa ki o çocuk, aslında hâlâ bizimle. Yalnızca bir köşede sessizce bekliyor. Biz yeniden onunla göz göze gelene kadar...
Çünkü biz unutsak da o unutmaz.
O hâlâ gökyüzüne hayranlıkla bakmak istiyor.
Yeni şeyler keşfetmek, anlamak, sormak, öğrenmek, bazen de sadece hayal kurmak istiyor.
İçimizdeki çocuk yaşadıkça...
Bir iş yaparken tutkuyla bağlanırız.
Yeni bir fikri duyduğumuzda heyecan duyarız.
Ve dünyaya her gün yeni bir gözle bakabiliriz.
Bu da bize hem ruhsal bir tazelik, hem de sürekli bir yenilenme getirir.
Mozart'ı bu kadar özel kılan şey tam olarak buydu. O, zamanın ötesine geçmeyi başardı çünkü içindeki çocuğun elini hiç bırakmadı.
Onunla birlikte yaşadı, onunla üretti, onunla büyüdü. Ve bu yüzden, onun eserleri hâlâ bizlere canlı geliyor. Çünkü o eserlerde hâlâ hayranlık, coşku ve saf bir sevgi var.
Bugün senin için de bir davet var bu satırlarda.
Hayatın yoğunluğuna, yetişkinliğin sorumluluklarına ve dış dünyanın karmaşasına rağmen...
İçindeki o çocuğun elini yeniden tut.
Bir şeyler öğrenirken heyecan duy.
Yeni bir adım atarken merak et.
Ve ne yapıyorsan yap, tutkuyla yap.
Çünkü en güçlü versiyonun, en parlak potansiyelin, en gerçek "sen"...
İçindeki o çocukla birlikte yaşar.
Ve o çocuk yaşadıkça, sen sadece bir insan değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı olursun.
Mozart ve onun gibi daha nice insan bunu başardı.
Ve şimdi sıra sende.