Giriş Tarihi: 8.06.2025

Balıklıgöl’den Göbeklitepe’ye Urfa’da zaman yolculuğu

Balıklıgöl’den Göbeklitepe’ye Urfa’da zaman yolculuğu

Güneydoğu Anadolu’nun kalbinde, tarih boyunca birçok medeniyeti ağırlamış olan Peygamberler Şehri Şanlıurfa bu kez Kültür Yolu Festivali’ne ev sahipliği yaptı. Türkülere konu olan, taşa kazınmış hikâyeler ile isotla yoğrulmuş lezzetleri harmanlayan Şanlıurfa’ya gelin yakından bakalım

Bazı şehirler vardır, yalnızca sokaklarını gezmekle kalmazsınız; onları dinlersiniz, hissedersiniz, hatta bazen koklarsınız. Şanlıurfa tam da böyle bir şehir. Tarihin, inancın ve kültürün iç içe geçtiği bu topraklar, ziyaretçisini sadece bir gezgin değil, adeta bir zaman yolcusu yapıyor. Güneydoğu'nun kavurucu güneşi altında parıldayan taş yapıları, mistik atmosferi ve cömert mutfağıyla Şanlıurfa, anlatmakla bitmeyen bir masal gibi. Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlık sebebiyle 'Şanlı' ünvanı alan şehir, 2 milyonu aşan nüfusuyla bölgenin en kalabalık nüfusa sahip ili.
Şanlıurfa'ya adım atar atmaz ilk durak çoğu zaman Balıklıgöl olur. Hz. İbrahim'in Nemrut tarafından ateşe atıldığına inanılan bu yer, inanç turizminin kalbidir. Rivayete göre, yüce yaradan İbrahim'i ateşten korumuş, ateş suya, içindeki odunlar da balığa dönüşmüştür. O günden beri bu gölde yüzen sazan balıkları kutsal kabul edilir. Göle bakan Halil-ür Rahman Camii ve hemen yanındaki Rızvaniye Camii, sadece mimarileriyle değil, dingin atmosferleriyle de insanın içini serinletir. Göl kenarında yürüyüş yaparken ezan sesine karışan kuş cıvıltıları, insana zamansız bir huzur duygusu verir.

TARİHİN SIFIR NOKTASI
Modern tarihin "en eski" tanımını baştan yazdıran yer Göbeklitepe de Şanlıurfa'nın dünyaya, insanlığa hediyesidir adeta. Dünyanın çeşitli bölgelerinden insanların merakla gelip ziyaret ettikleri yer olan Göbeklitepe, 12 bin yıllık geçmişiyle bugüne dek bilinen tüm uygarlıklardan daha eski bir inanç merkezi olarak kabul ediliyor. Şehir merkezine yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki bu arkeolojik alanda yer alan kireçtaşından devasa T biçimli dikilitaşlar, üzerlerindeki hayvan kabartmalarıyla insanlığın bilinçaltını taşlara kazımış gibi. Henüz tümü gün yüzüne çıkarılamamış bu alan, her ziyaretçisine "Ben neyi bilmiyorum acaba?" sorusunu sordururken, bir kez daha kendisine hayran bıraktırıyor.
HARRAN: TAŞ EVLER, KADIM BİLGELİK
Şanlıurfa'ya kadar gelmişken Harran'ı görmeden dönmek olmaz. Dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olan bu topraklar, karakteristik konik kubbeli evleriyle tanınıyor. Kil ve saman karışımıyla yapılan bu yapılar, hem yazın serin hem kışın sıcak tutuyor. Harran, yalnızca mimarisiyle değil, geçmişteki bilimsel rolüyle de önemli. İslam dünyasının ilk üniversitelerinden biri burada kurulmuş. Astronomi ve felsefenin kadim sokaklarda yankılandığı, göğe bakan bilge gözlerin iz bıraktığı bir yer burası.

SULAR ALTINDA KALAN SESSİZ BİR MASAL
Şanlıurfa'nın en zarif sırlarından biri de hiç kuşkusuz Halfeti. Fırat Nehri'nin kıyısına kurulmuş bu küçük ilçe, 2000'li yıllarda Birecik Barajı'nın suları altında kalınca, bugünkü "Saklı Cennet" kimliğine büründü. Eski Halfeti'nin taş evlerinin bir kısmı, cami minareleri ve incir ağaçları hâlâ suyun altından boy veriyor. Tekne turlarına katılıp sular altındaki köyleri gezmek, özellikle gün batımında insanın içini titreten bir deneyim. Sessizlik içinde ilerlerken suyun hemen üzerinde beliren Rumkale'nin silueti, tarihle baş başa kalmanın ne demek olduğunu yeniden hatırlatıyor. Halfeti'nin siyah gülleri de kendisi kadar gizemli. Yalnızca bu topraklarda yetişen bu nadide güller, rengiyle olduğu kadar kokusuyla da büyüler. Burada zaman yavaşlar, hayat bir şiir gibi akar.
ACININ ZARİF HALİ İSOT
Peki o kadar gezip acıkınca Urfa neler sunuyor bizlere? O kadar çok ki... Urfa mutfağının zenginliği, bir sofraya değil, bir hayata sığar. Acının zarif hali isot, neredeyse her yemekte kendini gösterir. Şehirde ciğer kebabı sabah kahvaltılarında bile yenir; çünkü burada et bir kültürdür, bir geleneğin taşıyıcısıdır. Lahmacun inceciktir, çıtır çıtırdır. Yuvarlama, borani, lebeniye gibi yerel yemekler ise hem mideyi hem ruhu doyurur. Eğer şanslıysanız, bir sıra gecesine katılıp, hem bu lezzetleri tadabilir hem de bağlama eşliğinde Urfa türkülerini dinleyebilirsiniz.
Urfa'nın dar sokaklarında yürürken sizi içine çeken başka bir dünya daha var: tarihi çarşılar. Bakırcılar Çarşısı'nda tokmak sesleri eşliğinde yürürken, el emeğinin zarafetini izlemek mümkün. Sipahi Pazarı'nda el dokuması şallar, yemeniler, mis kokulu sabunlar göz kırpar. Gümrük Han'da oturup bir menengiç kahvesi içmekse günün en keyifli molalarından biri olabilir. Avluda esen hafif rüzgâr, geçmişten fısıldayan hikâyeleri kulağınıza taşır. Şunu eklemeden bitirmeyeyim. Şanlıurfa, sadece tarihiyle değil, insanıyla da özel bir şehir. Bir kapıdan geçerken selam verdiğinizde karşılığında sıcacık bir gülümseme alırsınız. Çocuklar size isimlerini söylemeden önce memleketinizi sorar. Çünkü burada misafirlik, hâlâ kutsal sayılır. Neticede inançla yoğrulmuş, tarihle pişmiş, kültürle bezeli bir yaşam biçimi sunan bu kadim şehirden ayrılırken valizinizde sadece hediyelik eşyalar değil, damağınızda baharatlar, hatıranızda ise anlatmakla bitmeyecek hikâyeler taşıyor olacaksınız.