Bazen gerçeklerden sıyrılıp bir rüyaya dalmak istersiniz. Bir masal dünyasında ya da mitolojinin bilinmeyen hikâyelerinde kaybolmak; gerçek olmadığını bildiğiniz öykülerin kahramanı olmak… Tam o esnada gerçekler, insanlarıyla, kargaşasıyla, sesiyle, doğasıyla çağırır sizi. Ve siz, bu gerçeklerin içinde masallara küçük kaçamaklar yapabileceğiniz anları kollarsınız. İşte böyle anlardan birinde yolunuzu Denizli'ye düşürmelisiniz. Çünkü Denizli, masallarla gerçeklerin buluştuğu en güzel noktalardan biri… Bu masal şehrinde, Cleopatra salınmış dillere destan güzelliğiyle… Salınırken de bir parça bırakmış güzelliğinden bu masal şehrine. Şehrin albenisi, işvesi, cilvesi Afrodit'ten gelmiş.
M.Ö. 261-246 yılları arasında II. Antiokos tarafından karısı adına kurulmuş şehir. Daha sonra Persleri, Büyük İskender'i, Romalıları, Bizanslıları, Selçukluları, Beylikleri ve Osmanlıları ağırlamış bereketli topraklarında. Huzur içinde geçen 500 yıllık Osmanlı hâkimiyetinden sonra bu güzelim topraklara göz koyanlara karşı savaşmış yörenin onurlu insanları. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ne Sevr'i tanımışlar ne Mondros Mütarekesi'ni. 4 Eylül 1922'de Buldan ve yöresinden düşmanı kovana kadar kendilerine katılan efelerle savaşmışlar kahramanca.
BEYAZ BİR PAMUK TARLASI
Masalların ve mitolojik hikâyelerin şehrine, Pamukkale'ye yolumuzu düşürüyoruz önce. Alabildiğince beyaz, alabildiğince temiz, saflığın ve masumluğun simgesi, beyaz bir pamuk tarlası uzaktan göz kırpıyor bize… Hayalimizi geniş tutuyoruz bu beyaz dünyada. Üzerinde salınan suya bakıyoruz. Ayrı bir asaleti var onun. Toprak üstünde akmayı sevmiyor; illaki kendi beyaz çarşafını seriyor ve kendi beyazlığını bırakıyor geçtiği her yere. Bu sularda yürümek ayrı bir zarafet veriyor, seke seke yürüyor insanlar. Sanki hâlâ Afroditler dans ediyor su yansımalarında. Kim bilir, kaç efsane yazılmış, kaç Afrodit, kaç Herkül geçmiş bu kutsal sulardan. Hayalimizi geniş tutuyoruz bu sularda. Bırakıyoruz kendimizi bu beyaz dünyaya.
Travertenler kollarını açmış, bekliyor ve sesleniyor: "Korkma düşerim diye." Yatıyoruz bu beyaz gelinin duvağında; kıpır kıpır dalgaların üstüne. Daldıkça dalıyoruz bu beyaz rüyaya. Artık iki bulutun arasındayız. Bırakıyoruz gözlerimizi gökyüzündeki mavi derinliklere. Ufkumuzu beyazla mavi kaplıyor. Kulak veriyoruz suların eşsiz senfonisine. Çökelez dağlarındaki oduncu güzelinin efsanesini anlatıyor: "Çirkin oduncu kızı daha fazla dayanamadı çirkinliğine, bıraktı kendini dağın eteklerinden bana ve ben ona bahşettim dillere destan güzelliğini." Bu sular aracı oluyor Oduncu Kızı ile Denizli Beyi'nin aşkına.
Siz de güzelleşmek mi istiyorsunuz? Bırakın o zaman kendinizi bu kutsal sulara. Bu sular öyle cömert ki sarıveriyor sizi önyargısız bir sevgi ile. Açıldıkça açılıyor, beyazlaştıkça beyazlaşıyor, genişledikçe genişliyor… İnsanı hayran bırakıyor. Zaten kim gördü de sevmedi. Kim yürüdü de kendini bu su yatağına koyuvermedi. Bu masal dünyasına doyum olmuyor elbette ama daha mitolojik öyküleriyle Hierapolis bizi bekliyor. Tarihin koridorlarında yürümek, farklı hikâyelere kulak vermek gerekiyor.
MİTOLOJİK ÖYKÜLERİN ARKA BAHÇESİ
Tarihin koridorlarına doğru yol alıyor mitolojik öykülerin arka bahçesine, Hierapolis'e çıkıyoruz. Burası Pamukkale travertenlerinin üstündeki tepeye kurulmuş, Amozanlar kraliçesi Hiera'dan adını alan kent. Kenti bir ucundan diğer ucuna kadar bölen caddede hayallerimizden sıyrılmadan devam ediyoruz. Dillere destan güzelliğimizle Cleopatra'yız ya da gücüyle ün yapmış Herkül… Cadde'nin sonundaki Güney Bizans Kapısı'nı açıyor hizmetkarlar hürmetle. Dini mağara olarak bilinen Plutonion'un üstüne kurulan, Apollon'un ana tanrıça Kybele ile buluştuğu Apollon Tapınağı, bütün ihtişamı ile davet ediyor bizleri. Geniş basamaklardan bir kral edasıyla salına salına çıkıyor, ihtişamı seyre dalıyoruz. Hierapolis halkı bir telaş içinde belli ki tiyatroda sergilenecek oyunun hazırlığında. Yamaca yaslanan 50 oturmalı tiyatroya çeviriyoruz yönümüzü. Acaba Apollon için sergilenen kaçıncı oyun olacak bu? Ya da oyun yine tanrıça Kybele'ye mi adanacak? Heyecanla oyunu beklerken sütunların arasındaki heykellerin ihtişamına kapılıyoruz, hayretlere düşüyoruz. Sahne arkası duvarlardaki mermer kabartmalar, görüp görebileceğimiz en güzel sahne dekoru... Oyunun konusu her zamanki gibi aşkları... Büyük aşklar, ayrılıklar, acılar, şarkılar derken su gibi akan oyunun finali geliveriyor ve Hierapoils halkı avuçları patlayıncaya kadar alkışlıyor oyuncuları. Tam o esnada kalabalık bir turist topluluğu ile karşılaşıyoruz. Etrafımıza bakıyoruz ki ne oyun var ne de oyuncu... Hepsi bu şehri ve izlerini bırakarak binlerce yıl önce gitmişler buralardan...
APOLLON'A SELAM
Tiyatronun her karesini fotoğrafladıktan sonra Hierapolis kent merkezine dönüyoruz yine. 6. ve 7. yüzyıldan kalan kiliseler çarpıyor gözümüze ve orada eskiden yapılan ayinlerin sesleri yankılanıyor kulaklarımızda. O kadar çok kilise var ki bu antik kentte, literatürde "Kutsal Kent" demelerini daha iyi anlıyoruz. Nekropol alanındayız. Öldükten sonra dirileceklerine inanmalarından olsa gerek, mermerden yapılmış konut mimarisini anımsatan mezar yapılarını görüyoruz. Her biri birbirinden ihtişamlı bu yapıları gördükten sonra Apollon'u selamlayıp Hierapolis'ten ayrılıyoruz.
BİR DİLEK TUTALIM
Çürüksu Irmağı'nın kenarına kurulmuş Leodikea bizi bekliyor sanki. Küçük Asya'nın 7 ünlü kilisesinden birisinin bu kentte olduğunu öğreniyor ve daha da heyecanlanıyoruz. Her Roma şehrinde olduğu gibi büyük tiyatroyu görüyoruz bu şehirde de. Tiyatronun sahnesi tamamen yıkılmış ama 20 bin kişilik seyircilerin oturduğu alan sapasağlam ayakta. Hemen ileride 15 bin kişilik küçük tiyatro. Mitoloji ve gerçek dünya arasında gidip geldiğimiz yolculuğumuzda, geçmişte sanata verilen önemi düşünüyor, günümüzde biz ne kadar önem veriyoruz diye kendimizi sorgulamadan geçemiyoruz. Küçük tiyatronun doğusunda Zeus Tapınağı'na ilişiyor gözümüz. Bu ne büyük bir ihtişam? Hayran olmamak elde değil. Kentin biraz güneybatısında, doğu batı doğrultusunda, 350 metre uzunluğu ve 60 metre genişliği ile oldukça heybetli bir stadyuma çıkıyor yolumuz. Bu stadyum eskiden anfi tiyatro olarak da kullanılıyormuş. Kentin ana caddesindeki iki çeşmeli anıtsal çeşme yıllara meydan okumuş, sapasağlam duruyor. Kim bilir kaç dilek tutulmuş, kaçı gerçek olmuştur bu çeşmede? Biz de bu çeşmede dilek tutuyor ve Leodikea şehir turunu tamamlıyoruz.
MASALLARDAN GERÇEKLERE…
Masallarla gerçeklerin birleştiği bu şehrin gerçeklerine doğru yol alırken, önce şehrin simgesi horoz heykelleri karşılıyor bizi. Şehrin merkezine doğru uzayan caddeleri süsleyen palmiye ağaçları bir yaz masalını anımsatıyor. Cafelerin, restoranların, butiklerin dolup dolup boşaldığı, genç yaşlı herkesin arşınladığı, şehrin en işlek caddesi olan Delikliçınar, şehrin kalbi adeta. Caddenin uzandığı yolun sonunda yer alan Babadağlılar İşhanı'nda Denizli'ye özgü aradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz. Özellikle Buldan ve Kızılcabölük el işleri, nakış, dokuma, havlu, bornoz gibi çeyizlikler, düğün yapacakların ilk adresi. Delikliçınar Caddesi'nin bitişiğinde yer alan ve şehir merkezine 1 km uzaklıkta bulunan Atalar Mahallesi, Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet dönemi yerleşimleri ve evleri ile tarihi bir yolculuğa çıkarıyor. Şehrin güneydoğu tarafında bulunan Kuyupınar Mahallesi'nin İstiklal Caddesi'ndeki Tarihi Denizli Evi, atmosferi ve donanımıyla geçmişe götürüyor.
DENİZLİ DOKUMASININ EN GÜZEL ÖRNEKLERİ
Bizans devrinden kalma bir metre kalınlığında 800 metre uzunluğunda surlarla çevrili Kaleiçi Çarşısı ise kent merkezinin biraz dışında kalıyor. Bayram Yeri Kapısı, Küçükkapı, Demirciler Kapısı, Gökboyacılar Kapısı, Dörtçeşme Kapısı ve Yenikapı'dan oluşan beş kapılı çarşıda, Selçuklulardan günümüze gelen 7 çeşme, 2 şadırvan, 6 apteshane, 2 camii, su depoları bulunuyor. Denizli dokumasının en güzel örneklerinin bulunabildiği bu çarşıda yumuşacık pamuklu kumaşlara dokunmalısınız mutlaka. O zaman daha iyi anlayabiliyorsunuz zamanında saraya çalışan tezgâhlardan çıkan kumaşların güzelliğini. Zihniniz Topkapı Sarayı'na kayıyor. Günlük saltanat işlerinden kurtulup yorgun argın sarayın hareminde dinlenen sultanın sırtındaki nakışlı gömleği ya da uykuya dalan hanımların giydiği gecelikleri hayal ediveriyorsunuz.
DİLE DÖKÜLMEYEN HİKÂYELER
Çarşının bir diğer güzelliği, halı tezgâhlarının hiç durmadığı gösteren, kök boyalar kullanılarak özellikle kırsal alanda dokunan halılar… Selçuklu motifleriyle süslenen halılarda Denizlili kadınların acıları, gizliden gizliye akıttıkları göz yaşları, aşkları, dile dökülmeyen hikayeleri saklı. Çarşıda en çok göze çarpan ise Yatağan Kasabası'na özgü bıçaklar, çakılar, turistik yatağan palaları… Yüzyıllardır ev ve lokanta malzemelerini üreten Bakırcılar Çarşısı'nda el emeği bakır kaplar sizleri bekliyor.
PAYINIZA DÜŞENİ ALIN
Masallarla gerçeklerin iç içe geçtiği bu diyarda gün apayrı bir güzellikle bitiyor. Bulutların gölgesinde, tarihten ve yeryüzünün doğal güzelliklerinden payına düşeni fazlasıyla alan Denizli, payına düşenleri paylaşmak için sizleri de bekliyor.