Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

"Bugünün işini yarına bırak"

Masanın üstünde neler varmış bir bakalım: Üç kitap... İki dergi... Kalem kutusu... Açılmamış kolonyalı mendiller... Patlamış bir ampul... Çeşitli NYT ilaveleri... İki adet CD... Akbank Sanat'ın aralık ayı broşürü... Farkındalık projesi kapsamında gönderilmiş küçük bir şemsiye... Otomobil tanıtım kataloğu... New Yorker dergisinin 2015 "kapaklar" takvimi... Kolonya şişesi... Speaker... Makas... Sekiz-on kullanımlık kağıt havlu rulosu... Sonsuz sayıda alışveriş fişi...
Bu nesnelerden sadece üçü masaya ait: Kalem kutusu, makas ve kağıt havlu. Diğerlerinin başka bir yeri var: Kitaplık, çekmece veya çöp kutusu...
Ancak iflah olmaz bir "şey", onları ait oldukları yere koymamı veya atmamı engelliyor: Erteleme... "Şimdilik şurada dursun, bir ara düzenlerim" diye diye doldurmuşum masanın üstünü.
Yukarıda "şey" dedim. Çünkü "ertelemek, geciktirmek, sürüncemede bırakmak" bir duygunun sonucu mu, yoksa bir düşüncenin mi; tam olarak bilmiyorum.
"Bugünün işini yarına bırak" diyen kim? Şeytan mı? Bunu söylemek, kabahati dış bir güce yükleyerek kendini kandırmak olur. Aslında tek bir sorumlu var: Bendeniz.
Ancak bu alanda yalnız olmadığımı da biliyorum. "Ertelemeci ruh hali" milyonları etkileyen bir sorun. Aksi halde sürüyle kitap çıkmaz, makaleler yazılmazdı.
Amerikalılar derin psikolojiyi pek önemsemez. Ertelemenin psikanalizini yapmak, mesela "büyümekten kaçmak" gibi bir neden aramak yerine, sorunu pratik çözümler öneren rehber kitaplarla halletmeye çalışır.
Ben de tam bir ertelemeci olduğum için, bu konuda rast geldiğim yazıları okumadan geçmem. Mesela geçen gün bir tanesi "İki Dakika" kuralını öğretmeye çalışıyordu.
Ertelemecinin temel taktiklerinden biri ilk adımı atamamaktır ya... Bazen iş gözünde büyür... Bazen zaman yetersizdir... Kimi, değerli saatlerini sağa sola atılmış giysilerini gardıroba kaldırmaya veya bir hafta sonra teslim edilecek basit bir ödevi yazmaya ayırmak istemez.

"Just do it"
"İki Dakika" kuralını, "Başlamak bitirmenin yarısıdır" diyenler ortaya atmış olmalı. Takip edilecek yol çok basit: En fazla iki dakika süren bir işi, hemen-şimdi yaparak ilk adımı atıyorsunuz.
Örneğin, masayı toplamak yarım saati alabilir. Üç kitabı rafa yerleştirmek iki dakika bile sürmez. Bu durumda ünlü reklam sloganındaki gibi davranıyorsunuz: "Just do it!"
Başka alanlarda da uygulanıyor bu kural. İşi önce dilimliyor, sonra da ilk dilimle başlıyorsunuz. Diyelim ki sabahları koşmak istiyor ama hep erteliyorsunuz. Halbuki spor ayakkabınızı giyip dışarı çıkmak, sadece iki dakikanızı alacaktır. (Eh, kapıdan çıktıktan sonra geri dönecek haliniz yok ya; başlarsınız koşmaya...)
Sağlıklı beslenmek istiyor ama bir türlü başaramıyor musunuz? Hemen yerinizden kalkın. Buzdolabına gidin. Bir salatalık alın. Yıkayın ve ısırın. İşte iki dakika içinde sağlıklı beslenmeye başladınız bile...
İki dakika kuralı, "Sen dokumaya başla, ipliğini Tanrı verir" diyen Alman atasözünün pratiğe dökülmüş hali gibi.
Peki, ben bu numarayı yutar mıyım? Yutmam tabii... Kitapları kaldırmak, ayakkabımı bağlamak veya buzdolabına kadar yürümek yerine, "Ertelemeye Karşı İki Dakika Kuralı" başlıklı makaleyi okumayı tercih ederim. Masa beklesin.
NOT: Dünkü saldırıda ölenlere Allah'tan rahmet, yaralananlara şifa dilerken aklımı tek bir soru kurcalıyor: Terörle mücadele şeklimizin doğruluğundan emin miyiz?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA