Mehmet Metiner

18 Temmuz 2013, Perşembe

CHP’nin genlerinde darbecilik var

Kelime oyunlarıyla ve siyasi oyunbozanlıklarla sandığı önemsizleştirmeye ve çoğunluk iradesini itibarsızlaştırmaya çalışan CHP, kadir-i mutlak bir güç olarak iktidarda bulunduğu o malum dönemde tam tersini savunuyordu ne hikmetse.

Tek parti döneminden sonra CHP hiçbir vakit tek başına iktidara gelemedi. Bu tepki halkın bir siyasal parti olarak CHP'ye duyduğu tepkiyle/öfkeyle açıklanamayacak kadar derin bir sosyolojik olguya işaret etmektedir. CHP demek parti demek değildir çünkü. CHP demek, halkın kahir ekseriyetinin inançlarına ve değerlerine aykırı bir sistematik veya düzen demektir. CHP'nin derin düzeni "halka rağmen halk için" anlayışını içkin olduğu için gücünü öyle sandıktan alan bir düzen değildi. CHP iktidardan sandık marifetiyle alaşağı edilmiş olsa bile felsefesiyle ve umdeleriyle anayasanın içinde apaçık bir güç olarak saklıydı. Kurumlarıyla da görünür devlet olmayı sürdürüyordu. Bir tek iktidarda parti olarak bulunamıyordu. CHP'nin darbeden başka siyasal muhaliflerini alt edebilecek veya kendini iktidara taşıyabilecek başka bir seçeneği söz konusu değildi.

CHP'nin genlerinde darbecilik olduğunu söylememin asıl sebebi de ideolojisiyle alakalıdır. İttihat ve Terakki'nin evladı olan CHP darbeciliği miras olarak genlerinde taşıyordu zaten. CHP'nin bu darbecilik geni Birinci Meclis'ten itibaren harekete geçmiş, İkinci Meclis'te de tek başına iktidar olma olanağına kavuşmuştu. Birinci Meclis'in hangi ayak oyunlarıyla lağvedildiği artık sır değil. İkinci Meclis'te süngünün ucunun nasıl gösterildiği de pekâlâ biliniyor.

CHP'nin hem ülkenin, hem meclisin, hem hükümetin, hem yargının, hem devletin sahibi olmak için hangi darbe süreçlerini kullandığını burada hatırlatmamın gereği yok sanırım. Merak edenler yakın tarihle ilgili hatıratlara ve kitaplara başvurabilirler. CHP'nin demokrasi anlayışı da işte bu ideolojik darbecilik ruhuyla maluldür. CHP'nin 1960 askeri darbesiyle başlayan darbeler tarihi karşısındaki tavrını bilenler bugünkü darbeler karşısında sergilediği tavrın anlamını da kavramakta zorlanmazlar. Bugün Kılıçdaroğlu'nun darbe karşıtı olduğunu söyleyenler yanılıyorlar. Kılıçdaroğlu'nun o karşıt gibi sözlerinin arasına ustalıkla yerleştirilmiş "ama"lar, haddizatında dünkü darbeci CHP'nin zihniyetiyle birebir denecek kadar aynıdır.

CHP'nin 26 Aralık 1938 tarihli olağanüstü kurultayında konuşan en güçlü isimlerinden ve ideologlarından İzmir mebusu Mahmut Esat Bozkurt'un demokrasiye yüklediği anlama bakınız, bugün demokrasinin sandıktan, yani çoğunluktan ibaret olmadığını söyleyen CHP yöneticilerinin demokrasiden anladıkları anlamın aynısı olduğunu görürsünüz mesela. Şöyle diyor Bozkurt: "Demokrasi karar almak için millet mevcudiyetinin bir fazlası ile iktifa etmektedir. Halbuki Türk ulusu kendine has usulü ile işlerini birlikte görmekte ve birlikte yapmaktadır." CHP'nin istediği demokrasi bu işte: Tek parti yönetimi! Halka rağmen halk için felsefesi! Muhalefetin olmadığı açık oy ve gizli tasnifin geçerli olduğu çakma ve hileli bir seçim sistemi! Yani CHP usulü demokrasi… O yüzden çoğunluk fikri CHP'li seçkinleri hep rahatsız etmiştir… O nedenle sandık iradesi CHP'li seçkinlerin hiç de hazzetmediği tek şey olmuştur…

Bozkurt'un bu kaba ve fazlasıyla özgüvenli felsefesi günümüzde sadece CHP'liler tarafından daha rafine bir biçime dönüştürülmüş bulunmaktadır. Öz aynı özdür… Zaten o nedenledir ki CHP asla kendi geçmişini bırakınız reddetmeyi, kendi geçmişiyle hesaplaşmak gerektiğine bile inanmamaktadır. Ne hesaplaşması? Kendi geçmişini onur ve gurur duyulacak bir geçmiş olarak hâlâ yüceltip durmaktadır. Kelime oyunlarıyla ve siyasi oyunbozanlıklarla sandığı önemsizleştirmeye ve çoğunluk iradesini itibarsızlaştırmaya çalışan CHP, kadir-i mutlak bir güç olarak iktidarda bulunduğu o malum dönemde tam tersini savunuyordu ne hikmetse.

Üstelik sandıktan hileli yöntemlerle nasıl çıktıkları bilindikleri halde İnönü'nün Takrir-i Sükun Kanunu'nun hararetle tartışıldığı meclis oturumunda 2 Mart 1927'de Şeyh Said isyanına göndermede bulunarak söylediği şu sözler manidardır: "Hükümeti ele geçirmenin tek çaresinin mecliste ekseriyeti kazanmak olduğu unutulmuş, bilakis dışarıda meclisi zorlayarak kısa yoldan basamağa çıkmak amacı gözleri perdelemişti." Şimdi aynı sözleri alın bugünkü CHP'nin başını çektiği ve her aşamasında tetikçiliğini yaptığı "Gezi Parkı" olaylarına uyarlayın. Dışarıdan cebri yollarla hükümet devşirmeye çalışanlara İnönü'nün verdiği bu yanıt bilmem CHP'liler için ibret dersi olur mu? Hiç sanmıyorum! Çünkü İnönü'nün bu sözleri söylerkenki mantığı da demokrat değildi, bugünkü CHP'lilerin sahiplendiği ideoloji de… Amma velakin zahiren bu sözlerin doğru olmadığını kim söyleyebilir? Doğru sözlerin yanlış bir amaç için nasıl kullanıldığını da o faşist Takrir-i Sükun Kanunu'ndan biliyoruz "netekim".

Lafı uzatmadan gelelim aleni darbe savunuculuğuna… 1950 serbest seçimleri sonucunda iktidardan düşen CHP'nin "milli şef"inin DP iktidarına karşı nasıl bir muhalefet yürüttüğünü anlatacak değilim. Bu muhalefet biçiminin ve mantığının demokrasiden ne kadar uzak olduğunu kendi sözlerinden biliyoruz. Sözgelimi, her seferinde DP'nin aklını başına devşirmemesi halinde veya hatalarını sürdürmesi halinde ihtilalin kaçınılmaz olduğuna vurgu yapan sözleri, sorarım sizlere, hangi demokratik siyaset anlayışıyla bağdaşır? DP'nin yapıp ettikleriyle askeri ihtilale doğru ülkeyi götürdüğünü söyleyen İnönü zihniyeti ile Tayyip Erdoğan'ın icraatlarıyla ülkeyi darbeye doğru sürüklediğini veya Mısır Cumhurbaşkanı Mursi'nin hatalarıyla darbeye yol açtığını iddia eden bugünkü CHP zihniyeti arasında söyler misiniz özde ne fark vardır? İnönü'nün 28 Nisan 1960 günü Meclis'te yaptığı konuşma demokrasi tarihi açısından utanç vericidir. Şöyle diyordu İnönü: "Arkadaşlar şartlar tamam olduğu zaman millet için başka çıkar yol yoktur kanaati zihinlere ve bütün müesseselere yerleşirse ihtilal meşru bir hak olarak kullanılacaktır."

İnönü'ye göre Menderes "diktatör"dü. Ülkeyi felakete götürüyordu. Faşizmle özdeşleşmiş bir "milli şef"in, sandıktan çıkan bir Başbakanı "diktatör" diye suçlaması tarihin ironisi olsa gerek. 27 Mayıs askeri darbesini "meşru ihtilal" diye destekleyen İnönü 1 Haziran 1960'ta evinde topladığı basın mensuplarına tarihe bir utanç vesikası olarak geçecek beyanatlarda bulunuyordu. 2 Haziran 1960 tarihli Ulus Gazetesi'nde çıkan röportajında İnönü'nün söyledikleri ile bugünkü CHP yöneticilerinin darbeler konusunda söylediklerini yan yana koyarak okumanızı salık veririm. İnönü'nün konuyla ilgili en çarpıcı sözünü yorumsuz aktarıyorum: "Bu memleketi gayrı meşru bir baskı idaresinden kurtaran meşru bir ihtilaldir." Sözün bittiği yer burasıdır… İşte bugünkü CHP'nin övünçle sahip çıktığı dünkü CHP'nin kirli ve karanlık darbe geçmişinin gerçek resmidir bu... Başbakan Erdoğan'ın sandıktan çıkan meşru idaresini "gayrı meşru bir baskı idaresi" olarak suçlayan bugünkü CHP yöneticilerinin İnönü'nün o darbeci genlerini nasıl üzerlerinde taşıdıklarının da apaçık bir ifadesidir bu.

Mısır'da Mursi askeri bir darbeyle alaşağı edildiğinde hemen tweet atan CHP üst düzey yöneticilerinin sergilediği zihniyet de aslında CHP'nin sahici zihniyetini yansıtan bir özelliğe sahiptir. O tweet'lerde demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını Mursi örnekliği üzerinden asıl Başbakan Erdoğan'ın da anlaması gerektiğini ihtar etme densizliğinde bulunmuşlardı. Kılıçdaroğlu'nun sözde darbeye karşı çıkan sözlerinin arkasında saklı duran zihniyet de o tweet'lerdeki zihniyetin birebir aynısıydı.

Dünkü CHP ne idiyse bugünkü CHP de aynısıdır… CHP artık sandıktan çıkamayacağını gördüğü için sokaktan hükümet devşirmeye kalkışıyor. Bunun için sandığı ve çoğunluk iradesini arkasını dayadığı veya yanına aldığı o malum güçlerle itibarsızlaştırmaya çalışıyor.

SON DAKİKA