Baha Erbaş

Küresel kırılma-2

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Sovyet-Amerikan Güçler Dengesi 20.yüzyılın siyasal denge ve kimliğini Berlin Duvarı yıkılıp, Varşova Paktı ve ardından 1991'de Sovyetler Birliği dağılana kadar keskin bir biçimde belirledi. O günden bu yana geçtiğimiz 20 yılı da şüphesiz derinden etkiledi, etkiliyor. Berlin Duvarı yıkıldıktan hemen sonra bazı analistler 'Küresel Güvenlik ve İstikrar' adına geleceğin daha dengeli ve istikrarlı olacağını savundular. Fakat buna karşın Batı Dünyası'nda "Tarihin Sonu","Medeniyetler Çatışması" gibi farklı ufuklara bakan tezler itibar buldu. Sovyet- Amerikan Büyük Güçler Dengesi'ne dayalı sistem çözüldükten hemen sonra Amerika'nın I. Körfez Savaşı ile başlayan sıcak çatışmalar süreci, Amerikan hegemonyasında bir "Tek Kutuplu Dünya"dan söz ettirdi. Ama 2000'lerin ortalarından itibaren Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya,Türkiye gibi yükselen güçlerin küresel sisteme artan etkileri ile beraber "Çok Kutuplu Dünya" düzeninin, güçler arasındaki dengeyi ve dolayısıyla geleceği yöneteceği söylendi. Ama istikrarlı ve daha güvenli bir küresel düzen henüz oluşturulamadı. Geçmişte büyük güçler arasındaki denge bugün yerine dengesizliğe bıraktı ve sonunda içinde bulunduğumuz kaotik küresel süreç için ''Acaba Dengesizliklerin Dengesi mi? " denmeye başlandı. Irak, Bosna, Somali, Kosova, Afganistan savaş ve krizleri, 11 Eylül terör olayları ve Batı'da artan İslam karşıtlığı, dünyanın birçok bölgesinde etnik ve din temelli çatışmaların her geçen gün artarak devam ediyor olması geride bıraktığımız 20 yılın olumlu öngörüleri doğrulamadığını gösterdi. Bugün Afrika'da 21 ülkenin bölünme tehlikesi içerisinde olması ve birçoğunun sıcak çatışma içerisinde bulunması dünyanın daha istikrarlı bir sistemden ve sürdürülebilir bir barıştan hala uzak olduğunu gösteriyor.

Sovyetler Birliği dağıldıktan bu yana geride bıraktığımız 20 yıl Soğuk Savaş Dönemi'nin güvenli olmayan ama daha öngörülebilir ve istikrarlı bir yapı olduğunu ortaya koydu. Eskiden Fütüristler vardı. Dünyanın geleceğine dair öngörülerde bulunurlardı. Artık bu işin çok daha zor olması Soğuk Savaş'ta güçler arasındaki ilişkilerin/dengelerin ve güvenlik hatlarının geçtiğimiz 20 yıla nazaran daha kesine yakın bir formatta işlemesindendi. Daha doğrusu dengenin ve sistemin kırmızı çizgilerinin daha keskin olmasındandı. Fakat bugün küresel düzende çok düzlemli-boyutlu ilişkiler daha fazla ve etkin parametrelerle çalışır oldu. Bu ise iç ve dış politikada etki-tepki ve çıkar mekanizmalarının çok karmaşık bir hal almasını beraberinde getirdi. Devlet-sermaye-lobiler arasındaki ilişki bu süreçte çok daha derin bir yapı olarak evrildi. Birçok şey öngörülebilir olmaktan ziyade daha karmaşık bir denkleme dönüştü.

Almanya'nın dün namlularının çevrili olduğu Rusya ile bugün ittifak edip Avrupa'nın geleceğini beraber tayin etmeye çalışması, dün Varşova Paktı üyesi olan Doğu Avrupa ülkelerinin 15 yıl içinde hem NATO hem AB üyesi olmaları ama buna rağmen bazılarının en iyi ilişkilerini bugün hala Rusya ile kuruyor olmaları, Rusya'nın Amerika ile olan ilişkilerinde Afganistan'da farklı, Suriye'de daha farklı, Uzakdoğu'da ise bambaşka politikalar ve ittifaklar gütmesi, Amerika'nın Çin ile olan ekonomik ilişkilerinin Pasifik'teki politikalarını zorlayacağı ihtimali, Soğuk Savaş mantık ve dengesinden hem çok uzaktı hem de bundan 20 yıl önce kimsenin ihtimal vermeyeceği şeylerdi. Ya da Avrupa'daki ekonomik krizde Fransa Devlet Başkanı'nın Çin'den yardım talep etmesi, geçenlerde Der Speigel'de eski Almanya Dışişleri Bakanı'nın Rusya'nın da NATO'ya alınması gerektiğini vaaz etmesi, Soğuk Savaş dönemi boyunca dondurulmuş formatta bir dış politikası olan Türkiye'nin bugün kendisini hem Doğu'nun hem Batı'nın önemli bir parçası sayıp zihinlerdeki sınırları kaldırmaya çalışması, Çin-Rusya-Hindistan ilişkilerinin bundan 20 yıl önce umulduğundan çok daha farklı yerlerde olması, Çin'in yüzyıllar sonra Orta Asya'da çok ciddi ekonomik varlık göstermeye başlamış olması gelişen yeni düzenin kodlarının işaretleri olsa gerek.

Aslında 'Küresel Kırılma'nın en büyük ve sarsıcı sonucu bu işaret fişeklerinin, sadece siyasal/politik değil ekonomik ve iktisadi olarak da dünyanın eskisinden çok daha farklı olacağını gösteriyor olmasında yatıyor. İçinden geçtiğimiz kaotik küresel süreç dünyanın geleceğinin çok daha karamsar olacağını işaret ededebilir, etmeyedebilir ama yeni bir dengenin inşa edilmeye çalışıldığının kesin habercisidir. Çünkü Westphalia Düzeni kurulduğundan bu yana oluşturulan her küresel sistem/düzen zor ve sancılı bir dönemin sonucu olarak doğmuştur. Eğer Napolyon Savaşları olmasa idi 1815 Viyana Kongresi Düzeni'nin, I. Dünya Savaşı'nın yıkımları olmasa idi Cemiyet i Akvam'ın, II. Dünya Savaşı'nın insanlık için elim ve yıkıcı tahribatı olmasa idi ne BM ne de Soğuk Savaş Düzeni'nin kurulacağına dair işaretler yoktu.

Sovyetler Birliği ve Komunizm dağıldıktan bu yana içinden geçtiğimiz bu 'Küresel Kırılma' süreci yeni dengenin fay hatlarının belirlenmeye çalışmasından kaynaklanan bir 'Geçiş Dönemi'dir. O yüzden bazı büyük düşünürler içinden geçtiğimiz bu süreç için 'Dengesizliklerin Dengesi' dediler. Sistemin birçok önemli parametrelerinin değişmiş ya da farklılaşmaya başlamış olması sadece yeni kurulacak dengenin ilk alametlerindendir.

Bu kırılmanın insanlık tarihi açısından daha öncekilerden çok daha geniş ve genel geçer olacak olması, 'Büyük Kırılma'nın kaldıraç merkezinin, Coğrafi Keşifler ve Rönesans'tan bu yana tarihte ilk defa tekrar Batı'dan Doğu'ya kayıyor olmasındandır!

Tarihler 2040'a girerken dünyanın en büyük 5 ekonomisinden 3-4'ünün Asya'da olacak olması, en güçlü orduların bu topraklarda mevzilenecek olması, 1526'da Kanuni'nin Mohaç Zaferi ile Macaristan'a, aynı günlerde Babürşah'ın da Paniput Zaferi ile Hindistan'a girdiğinden bu yana tarihte ilk defa tekrar vuku bulacak. Şüphesiz geleceğin dünyasında Doğu'nun Batı karşısındaki yükselişi ve güç dengesinin kayışı sadece demografik veya ekonomik olmakla sınırlı kalmayacaktır. Bugün yaşanan ve 30 yıl önce tahayyül etmediğimiz küresel gelişmeler gelecek adına daha büyük kırılmaların habercisi olacaktır. Batı Paradigması gelecekte de önemini koruyacak ama tek başına küresel siyaseti yönetip, yönlendiremeyecektir.

Sanayi Devrimi'nden bu yana aşamalı olarak entegre olan dünya ekonomisi, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılıp kurum olarak Komunizm'in çökmesi ile çok daha farklı bir boyuta girdi. Dünya finans piyasaları, uluslararası ticaret ve çok uluslu şirketler hızlanan globalleşme süreci ile birlikte daha önemli ve küresel ekonomi içerisinde çok daha etkin bir rol almaya başladı. Bu ise hem yerel/bölgesel hem de küresel ekonomide büyük ve tarihi bir dönüşüm süreci yarattı. Dünya ekonomisinin içinden geçtiği baş döndürücü hızdaki bu sürec en merkezi noktalardan en ucra köşelere kadar bütün dünyayı ekonomik, iktisadi, kültürel ve politik olarak etkisi altına almakta ve dönüştürmektedir. İş dünyası ve finans piyasaları daha fazla küreselleştikçe dünya ekonomisi de daha büyük bir bütün haline gelmekte, Uzakdoğu'da finans piyasaların da başlayan bir kriz rahatlıkla Türkiye, Ortadoğu veya dünyanın başka bir köşesinde etkisini hissettirebilmekte veya petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar anında ülkerin ithalat/ihracatlarında, cari işlemler dengelerinde dalgalanmalara sebep olabilmekte, altın, dolar veya eurobond fiyatlarını etkileyebilmektedir.

''ABD'deki süpermarketler zinciri Wal-Mart'ın 2011 yılı cirosunun (421.9 milyar dolar), dünyanın en büyük 25 ekonomisi dışında, dünyadaki bütün ülkelerin GSMH'larından daha büyük olması; 2.1 milyon çalışanı ile Makedonya ya da Slovenya nüfuslarını gerilerde bırakıyor olması, Yahoo'nun 2011 cirosunun Kırgızistan GSHM'dan, eBAY'in 2011 cirosunun ise Moğolistan GSMH'dan daha büyük olması, HSBC'nin 87 ülkede 7500 şubesi ve 300 bin çalışanı ile 250 bin kişilik Alman Ordusu'ndan daha kalabalık bir yapıya dönüşmüş olması ya da JP Morgan'ın sahip olduğu 2.3 trilyon dolarlık aktif varlık ile AB Merkez Bankası'nın elinde bulundurduğu 812 milyar dolar değerindeki toplam döviz ve altın rezervinin hemen hemen 3 katı varlığa sahip olması, çoğu zaman dünyanın en büyük petrol üreticisi olan Suudi Arabistan'ın 2011 yılında ortalama 9,6 milyon varil günlük üretimde bulunduğunu, ABD'li petrol şirketi Exxon Mobil'ın ise günlük 2,4 milyon varil ham petrol üretimi ile ABD'nin işgal ettiği Irak da dahil petrol ihracatçısı birçok ülkeyi geride bırakıyor olması (1)'' bu küresel dönüşümün geldiği noktanın çarpıcı örneklerindendir.

*Foreign Policy March/April 2012 p.45-48

bahaerbas@fas.harvard.edu

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.