Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde geçen hafta Türkiye 1970'lerden kalma trajik bir gün yaşadı. İki siyasi eylemci bir savcıyı rehin alıp öldürdüler. Aynı gün içinde aynı eylemci gruba bağlı başkaları bir AKP binasını işgal etti, bazıları ise bir Emniyet Müdürlüğü'ne silahlı saldırı gerçekleştirdiler. Bu açık terörist girişim paketinin amacını tahmin etmek zor değil. Muhtemelen bu eylemlerle birlikte sokakların karışacağı, Gezidekine benzer bir direnişin mobilize edilebileceği düşünüldü. Şehirlerin çeşitli noktalarında ortaya çıkabilecek gerilim ve çatışmalarda polisin tahrik olacağı veya edileceği öngörüldü. Polis belki de silah kullanmak zorunda kalacak, birkaç kişi ölecek, hükümet kontrolü sağlamada zorlanacaktı. Böyle bir ortamda Batı'daki bazı medya organlarının da özel haberciliği sayesinde AKP'nin otoriterleştiği ve artık gayrı meşru hale geldiği tezini işlemek mümkün olacaktı. Tabii bu arada Savcı Kiraz'ın öldürülmesi arka plana itilecek, neredeyse unutulacaktı…
Seçimlere sadece iki ay kalmışken, bir ay sonra 1 Mayıs gösterilerini ve sonrasında Gezi'nin yıldönümünü kutlamaya hazırlanan bir muhalefet cephesi için her şey epeyce rasyonel gözüküyor. Ama bu rasyonellik aynı zamanda epeyce hastalıklı bir ruh haline gönderme yapmakta. Siyaset uğruna insan öldürmeyi mübah ve meşru sayan bir anlayışın, kendisini modern, ilerici, aydınlanmış ve Batılı gören iyi eğitimli insanları esir alabildiğini görmek gerçekten hüzün verici. Bir buçuk yıl içinde AKP'nin üçüncü kritik seçimi de aynı oranla kazanacağını görmek, muhalefeti paralize etmiş gözüküyor. Siyasi alternatif üretemeyen ve bütün beklentisini AKP'nin bölünmesi üzerine kuran bir yaklaşımın ne denli patetik olduğunu anlatmak gerekmiyor.
Savcının iki terörist tarafından öldürülmesi aslında muhalefetin silkinmesi için bir fırsat olabilirdi. Türkiye'ye bir bütün olarak hitap etme şansını kullanabilirlerdi. Üstelik son birkaç ay içinde AKP içinde yaşanan ve dışa vurulan üslup farklılıkları da iktidarın oyunu yıpratma potansiyeli taşımaktaydı. Ama muhalefet açık bir siyasi basiretsizlik sergileyerek AKP'nin hala tek anlamlı alternatif olduğunu kanıtladı. Sol terörizme kategorik olarak karşı olan milliyetçi sağ MHP'nin lideri bile Savcı Kiraz'ın cenazesine gelmedi. Aynı şekilde Kılıçdaroğlu da cenazede yer almadı ve ayrıca cinayeti kınamayı bile beceremedi. Barış için siyaset yapan, Türkiyelileşmek istediğini söyleyen HDP'nin sözcüleri ise terörist eyleme sahip çıktılar ve katillerle bir masum insanın ölümünü eşitlediler.
Şimdi laik kesimde bu cinayetin AKP'ye yaradığı konuşuluyor. Aslında bu iç tartışmayı muhalefetin akılsızlığının ve insani değerlerden yoksunluğunun bir itirafı olarak okumak lazım. Çünkü AKP'nin oyu artmaktaysa, bunun nedeni cinayetin kendisi değil. Sonrasında AKP ile muhalefet arasındaki insani duruş farkı. Türkiye halkının çoğunluğu henüz sağduyusunu koruyor ve masum bir insanın katledilmesini siyaseten araçsallaştırmak isteyen bakışı mahkûm ediyor. İktidarın bazı politikaları veya söylemlerinden rahatsız olanlar bile, bu cinayet karşısında basit insani tepkiyi gösteremeyen bir muhalefete herhalde saygı duymayacaktır.
Türkiye'nin gerçekten de yenileşmeye ihtiyacı var. Ama sadece yeni bir anayasaya ve siyasi sisteme değil… Öteki ile birlikte yaşamayı, haklarına razı olmayı, imtiyaz peşinde koşmamayı içine sindirmeye ihtiyacı var. Ve burada asıl yenilenmesi gereken dindarlar değil, laik kesim…