Vatandaş nasıl oynar?
Vatandaşın keçileri kaçırıp oynadığı çoktur!
Zaman zaman zil takıp oynadığı da rivayet edilir ama pek inanmamalı! O kadar çok sevindiğinde "kesin bir aksilik çıkacak, yakındır ağlarız" diye endişeye kapılır çünkü, oynayacağı varsa da, vazgeçer.
Ama halayın başından tutmak, horona kalkmak, harmandalı oynamak...
Hatta iki göbek atıvermek falan...
Ya düğüne gitmektendir ya da kırk yılda bir de olsa, hayatı düğüne çevirmek isteğindendir.
Yoksa oynamaz vatandaş! Katılıp kalmıştır, gergindir.
Ama hem mecazi hem de sahici olarak "oynatıldığı" doğrudur!
Malum, bunun son somut örneğini İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin sayesinde yaşayıp gördük.
Ama vatandaş ille de devlet karşısında oynayacaksa...
Bunun Reşat Nuri'nin Anadolu Notları'nda anlattığı hikâyedeki gibi olmasını isterdim.
Reşat Nuri Güntekin'in 1931-1941 arasındaki gezi izlenimlerinden oluşan kitabındaki o hikâyeyi bilir misiniz?
O tabloda da, muktedirle güçsüz arasındaki ilişkinin iç sızlatıcı resmi vardır.
Fakat insanca, pek insancadır! Ve bu toprakların derin kültürüne yaslanır.
Özetle şöyledir...
Teftişe çıkmış bir devlet memuru Erzincan taraflarındayken sıkı bir yağmura yakalanır. Çok yoksul bir köylünün kulübesine sığınır. Ama durum tatsızdır. Evde içilecek ayran, yenilecek ekmek bile yoktur.
"Efendi" der köylü utanıp sıkılarak...
"İkram edecek ayranım bile yok. Bari gel ben sana biraz oynayayım."
***
Ama itiraf edeyim ki...
İdris Naim Şahin'in Erzurum'da kendisini sevdiğini söyleyen bir vatandaşa "beni sevdiğini nereden bileyim, takla at veya oyna da inanayım" şeklinde laflar etmesi beynimin bir yanını uyuşturdu.
Hani "dumur oldum" diyor ya gençler, öyle bir şey oldum.
Şu kadarını söyleyeyim; Sayın Şahin bu esprilerini "vatandaşla aynı dili konuşmak" olarak değerlendiriyorsa, yanılıyor.
Vatandaşı değil emirle, artık espriyle bile "oynatmamalı!"
O içinden geliyorsa, oynar. Reşat Nuri'nin anlattığı köylü gibi...
Devlete düşen de bu dengesiz neşeden azıcık mahcup bir teşekkürdür! O kadar!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.