Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Yalan dünya!

Başlığa bakıp yanılmayın! Neşet Ertaş üzerine bir yazı okumayacaksınız. O gönül ustası üzerine çok güzel ve gerçekten derinlikli yazılar çıktı basınımızda. Birkaç söz de ben ekleyeyim, desem, yanlışa düşmekten korkarım.
Şimdi bu köşede vahiy dinlerinin ve büyük insanlık geleneklerinin yeryüzü hayatına yaklaşımları üzerine kalem oynatma niyetinde de değilim.
Daha yalın ve gündelik gerçeklere ilişkin fakat durup düşününce canımızı fena acıtan bir şeyden söz edeceğim.
Hep üzerinden atlamayalım, bir kez olsun şu köşecikte adını koyalım diye...

***

Geçen gün oturmuş sohbet ediyorduk. Aramızdaki en gencimiz birden dedi ki...
"Böyle görünürde iyiyiz ya abi, bir gün dönüp baktığımızda ne çok kırgınlık, ne kadar az hoşnutluk biriktirdiğimi göreceğim ve bu hesaplaşma beni yıkacak; çoluğumu çocuğumu da etkileyecek diye şimdiden endişeleniyorum!"
Önce donduk, kaldık. Konuyu değiştirmekte zorlandık. Sonra toparlanıp "Neden böyle düşünüyorsun?" diye sorduk.
"Elimizde olmayan şeyler elimizde olanlardan çok fazla" diye cevapladı: "Bu hayatı böyle yaşayacaksın, diyorlar. Gıkımız çıkmıyor. Yalan dünya bu! Vitrin süsüyle idare ediliyor."

***

Şimdi işin özüne eğilelim...
"Hayat tarzı" kavramına çok önem veriyoruz, hatta uğruna kavga ediyoruz. Fakat hep yüzeysel, hep biçimsel açıdan tarif ediyoruz "hayat tarzı" denen şeyi.
Asıl gerçekle yüzleşmekten korkuyoruz çünkü!
Oysa ne giydiğin, ne yiyip içtiğin, nerede çalıştığından daha önemlisi...
Nasıl yiyip içtiğin ve nasıl çalıştığındır!
Bir düşünün...
Başkalarının tepesine basmak üzerine kurulu bir başarıya odaklıysak...
Aynı mutluluk algısı popüler kültür tarafından üzerimize boca edildiyse...
Hepimiz aynı iktisat düzeninin kölesiysek...
Bunu hangi "tarz"da yaşadığımızın çok önemi var mı?
Yürümeyen şey...
Bizi içten içe tahrip eden ve düşünmekten kaçtığımız büyük yalan tam orada işte!
Fernando Pessoa'nın "Huzursuzluğun Kitabı"nda şu sarsıcı sözü bilir misiniz: "Kalp düşünebilseydi eğer, atmaktan vazgeçerdi!"

***

Tuzağa küçükken yakalanıyoruz.
Mecburiyetlerimizi seçim, arkadan itilip düşüşlerimizi özgürlük sanıyoruz.
Tatminsizliğimizi kader kılan bir düzenden kaçamayacağımıza inandırılıyoruz.
Öyle bir dünya ki bu, cila boyadan kalın!
Hani hep "kişisel gelişim"den söz edenler, bu trende çok değer verenler var ya...
Onlara sormak gerek...
Gayet radikal bir "kişisel değişim"i, yani başka bir hayatı seçmeden bizler için hakiki bir "gelişim" mümkün mü?

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA