Sevmek bu muydu?
Bazen geçmişimizi silmek, bazen gelecek korkumuzu yenmek için bir başkasına doğru koşuyor, çareyi onda arıyoruz. Ve buna "sevmek" diyoruz. Öyle mi hakikaten?
Bazen sırf kendimize katlanamadığımız için bir başkasında kaybolmak istiyoruz; bazen gücümüzü bir başkasına boyun eğdirerek test etmeye kalkışıyoruz. Ve bunlara "sevmek" diyoruz. Öyle mi hakikaten?
Bazen eksiklerimizi, gediklerimizi bir başkasının varlığıyla doldurmak istiyoruz. Ve buna "sevmek" diyoruz. Öyle mi hakikaten?
Sevgimiz ne zaman "can yeleği" olmaktan çıkacak da canımızdan bir parça olacak? Gülün koklansa da, koklanmasa da havaya karışmayı sürdüren güzel kokusu gibi hani... Galiba o vaktin gelmesine daha çok var!
Müzik bir tür "ruh çağırma seansı"na dönüştü. Fakat gelmiyor ruh! Yerinde sadece uçucu bir boşluk ya da derin bir acı hüküm sürüyor.
Müzik geceye aittir fakat sabahı özler.
Şarkılar hala hasretten; zamanın durduğundan, ayrılıkların sevdaya dahil olduğundan söz ediyor. Kim yalan söylüyor? Şarkılar mı, dinleyenler mi?
Herkes birbirine çok yakın. Bir tür sürtünme, sürtüşme, sürüleşme ve sevmediğimiz ne varsa hepsini çaresizce sürdürme hali... Albert Camus haklı: Ara sıra boyumuzun ölçüsünü almak için muhtaç olduğumuz çölü kaybettik. Mesafe kalktı. Artık ne aşk, aşk; ne dostluk, dostluk; ne nefret, nefret! Hepsi sürtünerek birbirini aşındırıyor.
Limon ağacı getiriyorlar bana. Çok güzel. Fakat ben limon ağacım olsun değil, bir limon ağacı olmak istiyorum
Yine de güçlüdür aşk. Hayranlarına da, düşmanlarına da, kayıtsız kalırsa paçayı kurtaracağını sananlara da aynı şiddette çarpar ve yere serer.
Misafirdir aşk. İlahi bir emanet olarak gelir ve günü geldiğinde geri döner. Kalması için ısrar edenlere belki hatırlatmak gerekir: "Mesele ikinizin arasında değildi, hala anlamadın mı?"
(NOT: Geçen gün temizlik sırasında 2003 öncesinde çıkmış, çıkmamış bazı yazılarımı buldum. Bazı paragrafları baştan yazıp buraya aktarmak istedim. Yukarıda okuduklarınız bunlardır.)
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.