Zaman akıp geçerken: Minik uykusuzluklar...
Güzel mi güzel bir sabah.
Boğaz'dan esen rüzgar ağustos sıcağını hafifletiyor. Şehrin en güzel parklarından birindeyim.
Aileler ağaç gölgelerine çekilmiş piknik hazırlıklarına başlamışlar. Çocuklar mutlu... Bir dakika!
Ağız alışkanlığı işte!
Klişelerin dayanılmaz hafifliği...
Belki açık havada oldukları için keyifleri gerçekten yerindedir ama şu "yapmasana, etmesene"lerden başlarını alamıyorlar ki! Çocukları parka, kıra, ağaçlara götürdüğümüzde ne yapacağımızı bilemiyoruz. Çocuklar da bilemiyorlar.
Tam ağaçlara gidip yaslanıyor, kucaklamaya çalışıyorlar ki, anneler, teyzeler, babaanneler bir olup bağırıyor:
"Gel buraya, üstünü rezil edeceksin!" Nasıl? Ağaç kabuğuyla mı?
Bir tişört kirlenecekse, en güzel yolu bu değil mi? Üç yaşlarında bir çocuk bomboş ve yumuşacık çayırı bulmuş yalpalayarak koşuyor. Birkaç metre sonra baba bağırıyor: "Koşmaaaaa!.." Koşmayınca tadı çıkmaz ki! Tamam!
Ağaca sarılmasınlar, koşmasınlar.
Zaten şimdiki çocukların hareketleri de pek deli dolu. Anladım, diyelim. Ama babayla birlikte çayıra uzanıp otların arasından toprağa bakmaları ne güzel olurdu! Orada nasıl başka ve heyecan verici bir dünya var ve bakmak yetiyor.
Fakat çocuklar için hepsi hayret verici ve yepyenidir. (Sahilde kumların üzerine basınca yepyeni bir gezegende ilk kez yürüyormuş gibi davrandıklarını bilmeyenimiz var mı?) Onların bu hallerine saygı duyalım, destek çıkalım.
Bedene zarardır belki ama ruha ilaç gibi gelirler. Tam zamanında zihni açar, vicdanı onarırlar."
İspanya'nın Atlantik kıyısındaki o güzel şehir San Sebastian'da böyle bir şey tabii ki yok ama bizde artık hangi kafeye girsen "San Sebastian Cheesecake" var. Sanki bu keki mönüsüne koymayanı dövüyorlar!
Üstelik çoğu pek lezzetsiz. Laf aramızda, bir yanlışlık eseri ortaya çıkıp sonra meşhur olmuş bu kek zaten pek ahım şahım bir tat değildir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.