Bir yıl öncesine kadar dünya ve biz...
Gece yarısı açık fırından taze çıkmış ekmek almak melankolinin en iyi ilacıdır. Ruhun üzerindeki ağırlık bir anda kalkar. Dünya ekmeğin orta yeri gibi ak pak ve sıcacık bir yer olup çıkar.
***
Genç kızın çay bardağını avuçlarının içinde sımsıkı tutuşuna bakıyorum. Hayata tutunuyor sanki...***
Evdekiler birbirleriyle konuşuyor. Çocuk anneyle, baba çocukla, anne baba, çocukla... Üçünün de yüzleri TV ekranına dönük. Ve kimse bunu garipsemiyor!***
Günümüzü hız ve sabırsızlık belirliyor... Baudrillard buna "başlamadan bitirmeyi istemek" diyor.***
***
Mutluluk cakası diye bir şey var... Çok yaygın. Bir tür moda... Hatta sosyal medya sonrasında artık bir bağımlılık türü... "Vicky, Cristina, Barcelona" filmini hatırlıyorum. Cristina'ya New York'lu nişanlısı evlilik teklif etmez. Barselona'da evlenmeyi teklif eder, sebebini de "İlerde bunu çocuklarımıza anlatırız" diye açıklar.***
***
Gece... Sokak aralarında yürüyorum. Bir ses işitiyorum sanki. "Hişşt baksana!" diyor. Fısıldar gibi ama bal tadında bir ses. Dönüp bakıyorum. Bahçe duvarına sarılıp dışarıya, sokağa uzanmış bir hanımeliymiş...***
Kahvaltıda simit... Bunu işaret saydım. Demek ki günüm güzel geçecek.***
Birini sevmek, ona koşmak, koşup sığınmaktır. O yüzden çoğumuz "kapıyı vurup sokağa fırlar gibi" severiz.(NOT: Nasıl da belli oluyor, değil mi? Pandemi öncesi dünyaya ait notlarım... 2008-2010 arasında bu köşede çıkan "Pazar Notları" arasından küçük bir seçki.)
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.